Şiir ya da nesir kitapları yazıp yayınlamak, eski müelliflere göre günümüz yazarları için daha kolay bir iş lâkin, bir çok müellifin kaybolan eserleri gibi, şehrimizden, yakınımızdan "Celâli Divanı’’ gibi, "Fetavayi El Feraizil Kübra" gibi çok sayıda önemli eserin kaybolmasıyla ya da normal zamanlarda vefat eden alimlerin kütüphanelerinin, savaş yıllarında şehir kütüphanelerinin yağmalanmasıyla yok olmuyor eserler sadece. Asıl kaybolanlar muhtevası (içeriği) yönünden kalıcı olmayanlardır, zaman bunları yok ediyor; yazarının şairinin ismi caddeye sokağa verilse de.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, şimdilerde Dergâh Yayınlarınca yayınlanan Huzur adlı meşhur romanı, ilk defa  1949 yılında basılmış. Mehmet Kaplan’ın romanın önsözünde belirttiği; kendisini daha serbest hissettiği ve şiirde olduğu gibi Yahya Kemal ve Ahmet Haşim çapında rakiplerinin olmadığı, Beş Şehir, Huzur, Yaz Yağmuru, Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi nesir (Mansur) eserlerini, otuz beş yaşını geçtikten, yani fikren  olgunlaştıktan sonra yazmıştır Tanpınar.

Son yıllarda dünyanın iyice  farkına vardığı, romanları kırk dile tercüme edilen Tanpınar’ın eserleri, "bizzat yazarının istediği gibi" tekrar tekrar, düşünülerek okunacak eserlerdir.

Türk Edebiyatı Dergisi'nin 2018 haziran sayısında kendisiyle röportaj yapılan romancı, akademisyen, tanbur sanatçısı Fatih Baha Aydın; Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanının hayatınızdaki yeri nedir sorusuna verdiği cevapta buna açık şekilde işaret ediyor: "-Saatleri Ayarlama Enstitüsü bir çok yazarı olduğu gibi beni de derinden etkiledi. İlk okuduğum zamanı hatırlıyorum. İşte demiştim, sanki aradığım şeyi bulmuştum gibi. Zaten her sene Beş Şehir’le birlikte bir kez okurum o romanı.’’

Roman karakterlerine fikirlerini söylettiren Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerinin nasıl bu kadar kalıcı olduğunu anlamak için; Huzur romanının kahramanlarından İhsan aracılığıyla belirttiği eğitimle ilgili şu fikirlerin, günümüzde ne kadar yaşanır hale geldiğini düşünmek kâfi, çözüm olarak önerdiği yarı ziraî iş hayatı ülkemizde çok önceden uygulanagelen devlet üretme çiftliklerini yaygınlaştırmakla sağlanabilir kanaatindeyim. Böylece işsiz insanlar istihdam edilirken eskiden beri bu topraklarda üretilen et gibi, buğday unu gibi en temel ihtiyaç maddelerinin yerli üretimi artmış olur. Yıllar önce tam da bunu anlatan  Tanpınar’a kulak verelim:

"-Öğretme ve yetiştirme işleri için de aynı zaruretle karşı karşıyayız. Bir takım mekteplerimiz var; bir çok şeyler öğretiyoruz. Fakat hep eksik olan bir memur kadrosunu doldurmak için çalışıyoruz. Bu kadro dolduğu gün ne yapacağız? Çocuklarımızı muayyen yaşlara kadar okutmayı âdet edindik. Bu çok güzel bir şey! Fakat günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplayacak… O zaman ne olacak? Kriz…Halbuki maarifi istihsalin yardımcısı yapabiliriz ve dahilî eşanjı (değiş tokuş) arttırabiliriz. Bütün mesele burada. Dahilî piyasayı genişletmekte. Yarı ziraî, yarı sınaî iş hayatı temin edebiliriz.’’

Romanın sonlarına doğru doktorun Mümtaz’a söyledikleri bu günü anlatıyor gibi; "Fakat bir medeniyet krizini yenmek, onun ârızaları içinde şuurunu muhafaza etmek, ona karşı gelmeğe çalışırken dümeni elinden kaçırmamak, bir selde sürüklenmemek, bir tayfunda boğulmamak, bir yıldız müsademesinde toz hâline gelmemek kadar güç...

Bu azapla insanlığın nasıl bir bütün olduğunu bu bütünlüğe karşı yapılan her hareketin nasıl bir günah olduğunu bir kat daha anlıyordu.’’

Huzur’da Türk müziği ve İstanbul, İstanbul’un o günkü güzelliği, eski semtleri eşsiz bir şekilde anlatılmış:

"-Barbunya dünyanın en güzel balığıdır; fakat mevsiminde olmazsa, hattâ Ada açıklarında, yahut Boğaz’ın aşağı ağzında tutulmazsa değişir.’’

"Ferahfeza âyinin ilk okunduğu gün İkinci Mahmud hasta döşeğinden kalkarak Yenikapı Mevlevîhanesi’ne gelmişti… Hepsi bu yeni âyini, Ser müezzin-i Hazret-i Şehriyâri Hamamîzade İsmail Dede Efendinin hazırladığı âyini dinlemeğe gelmişti.’’

"-Bir başka gece Çengelköyü’nden Kandilli’ye dönerken, Kuleli’nin önündeki ağaçların suda yaptığı o çok değişik gölgeye Nühüft beste adını verdiler…’’