Öğrencilik yıllarımda arkadaşlarımla dama oynardık. 64 siyah ve beyaz kareden oluşan bir tahtada oynanan bu strateji oyununda taşlar karşılıklı dizilir ve "dama" diyebilmek için ilerletilirdi. Oyunun kuralı basitti: Her oyuncu, rakibinin taşını ilk hamlede almak zorundaydı. İki taraf da kendi taşlarını ve rakibin bilerek verdiği taşları ele geçirmeye çalışırdı. Eğer bir oyuncu, aynı anda iki taraftan taş alabileceği bir hamle yaparsa ve bu taşların sayısı eşitse, istediği tarafı seçmekte özgürdü. Ancak asıl hedef, "dama" yapmaktı. Bu nedenle, hedefe ulaşmak için yanındaki ya da arkasındaki taşlar feda edilebilir, umursanmazdı. 

Dama oyununda tüm taşlar eşit öneme sahipti; aralarında üstünlük yoktu. Tek amaçları vardı: Dama yapmak. Ancak bir taş dama olduğunda statüsü değişirdi. Herkes, dama olan taşı zapt edilemez zannederdi ama işler genellikle beklenildiği gibi gitmezdi.

Daha sonra satrançla tanıştım. Yine 64 siyah ve beyaz kareden oluşan bir tahtada oynanan bu oyun, beni adeta büyüledi. Beyin sporu olarak tanımlanan satranç, kısa sürede tutkum haline geldi. Boş zamanlarımızda sürekli satranç oynardık. Oyunu bilmeyenler, onda ne bulduğumu merak ederdi. Çoğu kişi satrancı bir strateji ve savaş oyunu olarak görürken, ben sosyolojik ve politik bir yanı olduğunu düşünürdüm. Çünkü bu oyunda tek bir şah için tüm taşlar feda edilebilirdi.

Satrançtaki taşlar: şah, vezir, kale, fil, at ve piyon. Her taşın farklı özellikleri vardır. Oyuna genellikle şahın önündeki piyonu öne sürerek başlanır. İlk bakışta piyon zayıf bir taş gibi görünür, ancak gerektiğinde feda edilebilecek bir savunma hattıdır. "Piyon" deyip küçümsememek gerekir; çünkü şansı yaver giderse vezir olma hayalini gerçekleştirebilir. Zaten bütün hedefi de budur: Vezir olmak.

Piyonların ilerleyişini, arkalarındaki güçlü taşlar destekler. Örneğin, at her yöne dönebilir; fil çapraz hareket eder ve sınırsız mesafeye gidebilir. Ancak asıl görevleri, piyonları koruyarak onların ilerlemesini sağlamaktır. Bir piyonu vezir yapabilmek için rakip, kendi veziri dahil ağır taşlarını bile feda edebilir. Kendi tarafı ise büyük taşları koruyabilmek için sayısız piyonu kaybetmeyi göze alabilir. 

Şah, adından büyük bir güç çağrıştırsa da aslında hantal bir taştır. Sadece bir kare hareket edebilir ve tehdit gördüğünde hemen "rok" yaparak kaleyi yanına çeker. Oyuncular farklı stratejiler izler: Kimi saldırgan bir oyun sergiler, kimi ise temkinlidir. Ancak tahtanın ortasındaki dört kareyi kontrol altına almak her zaman büyük bir avantaj sağlar. Bu, hem savunmayı garantiye alır hem de hücum için sağlam bir temel oluşturur. 

Oyun ilerledikçe, dikkatler bir piyona yoğunlaşır. Çünkü bu piyon, geleceğin veziri olabilir. Rakip, bu ihtimali engellemek için tüm değerli taşlarını feda etmeye başlar. Piyon vezir olduğunda, büyük bir zafer gibi görünse de çoğu zaman anlar ki kendisinden önce feda edilen taşlarla aynı kaderi paylaşacaktır. Çünkü satrançta tüm taşların varlığı şah’a bağlıdır. Şah mat olduğunda, bütün taşlar anlamını yitirir. 

Ve oyunun sonunda, rakibin dudaklarından şu söz dökülür: 

"Oyun bittiğinde, bütün taşlar aynı kutuya geri döner."