Yavuz Sultan Selim, sekiz yıllık hükümdarlığında öyle bir hazine doldurdu ki, Osmanlı’nın dört yüz yılına yetti! Ancak sonrakiler hazinenin üstüne öyle bir oturdu ki, hem hazine gitti hem devlet borca battı. Derken Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşması’yla kapitülasyonları kaldırdı, borçları da ödedi. O sırada devlet hazinesi de adeta “pırıl pırıl” parlıyor, milletin cebinden düşen altınlar yerden toplanıyordu!
Gelin görün ki, bir gün yeni Hazine Müdürü sahneye çıktı ve “Hazinemizi biraz havalandıralım, esinti iyi gelir,” dedi. Sanki altınlar çok bunalmış, “Bizi kurtar!” diye bağırıyormuş gibi. Müdür, “Arkadaşlar, bu hazineyi bir tatil köyüne çevirelim! Şezlonglar, kokteyller, deniz manzarası!” diye hayaller kurmaya başladı. Toplantıya çağrılan ekip ellerinde haritalarla, hayallerle geldi, tabii gözler bir parlıyor ki sormayın.
Müdür, neşeyle “Şu an hazinemiz lüks bir tatil köyünden farksız!” deyince salonda bir uğultu başladı. Ama bir çalışan dayanamayıp “Pardon ama, hazinedeki altınlar nerede?” diye sormaz mı? Müdür hiç bozuntuya vermeden gülümseyerek “Aa, görmüyor musunuz? Altınlar rüzgarla gitti! Artık ne koyacağımızı bulalım,” dedi. Bu cevabı duyan halkın gözleri şaşkınlıktan daha da büyüdü.
Altınlar uçmuş, hazine bomboş kalmışken Müdür “Hazine Avı” düzenlemeye karar verdi. “Herkes gelsin, eski paralarımızı bulalım, eğlence garanti!” dedi. Kalabalık toplandı, ama ne buldular dersiniz? Boş kutular, tozlar ve bolca hayal kırıklığı! Müdür yine gülerek, “Burası bir neşe müzesi! Paralar gitti, hatıralar kaldı!” diye espri patlatınca, halkın gülmekten gözleri yaşardı. Ne hazine kaldı, ne de umut.
Bu olaylardan sonra Müdür o kadar fenomen oldu ki, bir basın toplantısı düzenledi ve “Hazineyi daha şeffaf hale getiriyoruz!” diye açıkladı. Ama şeffaflık dediği, paraların görünmez hale gelmesi miydi, yoksa daha başka bir şey mi, kimse anlamadı.
Bir gün emekli vatandaşlar, "Benim de param vardı, nerede?" diye hazineye geldiler. Müdür yine o meşhur gülümsemesiyle “Unutmayın dostlar, burası bir hüzün müzesi! Paralar uçtu, hatıralar kaldı!” deyince, halk hem kahkaha attı hem de öfkelendi. Akşam olduğunda herkes yine toplandı, Müdür “Arkadaşlar, biz bir hazine değil, bir hikaye anlatıyoruz!” dedi. Herkes bu komik hikayeyi dinlerken gülmeye devam etti. Hazine kaybolmuştu, ama kahkahalar baki kaldı.
Ve en sonunda halk, hazinenin peşine düşmekten vazgeçti. Çünkü anladılar ki, asıl hazine gülmekmiş. Belki de en büyük zenginlik, birlikte kahkaha atmak ve o komik anıları paylaşmaktı. Hazine yoktu ama dostlukları, gülüşleri ve hikayeleri hep parlayacaktı!