Bu günlerde yaşadığımız bir takım önemli olaylar bizim için daha önceden yaşanmış olayların arka planlarını tahlil etmemiz hususunda bir ilham kaynağı olmaktadır. Son zamanlarda, oluşturulmak istenen darbe ortamlarıyla ilgili senaryolar deşifre edildikçe 12 Eylül ve 28 Şubat öncesi yaşadığımız olayların ne anlama geldiğini tahmin etmemiz daha da kolaylaşmaktadır. Özellikle genç ve tecrübesiz gençlerimizin bu hususta aydınlatılması ve tecrübelerden istifade etmeleri için yaşanmış olayları hatırlatmakta fayda vardır.
Bu günlerde yaşadığımız bir takım önemli olaylar bizim için daha önceden yaşanmış olayların arka planlarını tahlil etmemiz hususunda bir ilham kaynağı olmaktadır. Son zamanlarda, oluşturulmak istenen darbe ortamlarıyla ilgili senaryolar deşifre edildikçe 12 Eylül ve 28 Şubat öncesi yaşadığımız olayların ne anlama geldiğini tahmin etmemiz daha da kolaylaşmaktadır. Özellikle genç ve tecrübesiz gençlerimizin bu hususta aydınlatılması ve tecrübelerden istifade etmeleri için yaşanmış olayları hatırlatmakta fayda vardır.
Bir önceki yazımda 31 Mart Vakası öncesi Bayburt’ta milli ve manevi değerlere aykırı muhtevalı bir tiyatro oyununun Ramazan ayında ahalinin karşı çıkmasına rağmen oynatılması için yapılan ısrarlar ve tahriklere rağmen olumsuz bir netice çıkmadan bertaraf edilişini belgelere dayalı olarak yazmıştım.
İttihat ve Terakkicilerin İkinci Abdülhamit’i tahttan indirmek için yaptıkları 31 Mart vakası öncesi Milli ve Manevi değerlere kuvvetli bağlarla bağlı Bayburt’ta cereyan eden bu hadisenin bir kargaşa ortamına zemin hazırlamak için tezgâhlanmış olabileceğine dikkat çekmiştim.
Bu olaydan 10 yıl sonra İstanbul’un İngilizler tarafından işgali ve Anadolu’da başlatılan Milli Mücadele kongreler sırasında Bayburt’un Hart Nahiyesinde, şimdiki Aydıntepe ilçesinde 1919 yılında meydana gelen Şeyh Eşref olayının bu güne kadar tek taraftan bakılarak dile getirilmeyen asıl sebebi de yine maalesef hassasiyetlerimiz üzerinde yapılan tahriklerdir. Nahiye Karakol Kumandanı bir çavuş ile sıradan bir tarikat önderi arasındaki sürtüşme neticesi gelişen bir asayiş olayının bir isyan haline nasıl dönüştürüldüğü konusu bu güne kadar askeri kaynaklar dışında dile getirilmemiştir. Bu konuyla ilgili yaptığım çok yönlü araştırmalarımı daha sonra dile getirmek üzere bir kenara bırakarak daha yakın tarihteki tahriklere dikkat çekmek istiyorum.
12 Eylül öncesinde yaşadığımız ve ülkemizin birçok yerinde çıkan kargaşaların bir tezgâhın ürünü olduğu tahminden öte kesinleşmiş durumdadır.
Malum olduğu üzere 12 Eylül darbesini hazırlayanlar darbeyi yaptıktan sonra daha önce yönetime el koymak istediklerini ancak ortamın olgunlaşmadığını ifade ederek çıkarılan bu kargaşalarla darbe zemininin olgunlaşmasını beklediklerini en üst düzeyde itiraf etmişlerdi. Zira o dönemde ülkemizin her köşesi sağ sol çatışmalarıyla huzursuz edilmiş, sokak ve caddeler kurtarılmış bölge halene getirilmişti. Bununla da yetinilmeyip Alevi sunni çatışmaları başlatılmış, kurtarılmış mahalleler, şehirler oluşturulmuştu. Gizli ve aynı eller tarafından hem sağcı ve hem de solcu gençlerin eline silah verilerek birbirlerini öldürmeleri sağlandığı daha sonraları ortaya çıkmıştı.
O dönemin sağ, sol ve alevi suni çatışmalarının olmadığı ve huzurun hâkim olduğu az sayıda yerleşim yerlerinden birisi de Bayburt’tu. Öyle ki; Özellikle büyük şehirlerde lise ve ortaokullara kadar inen bu çatışma ve kavga ortamı dolayısıyla buralarda okuma imkânı bulamayan birçok Bayburtlu aile çocuklarını eğitimlerini tamamlaması için Bayburt’a göndermişti.
İşte böyle bir ortamda Bayburt için de bazı tezgâhların hazırlanmış olabileceğini hem daha önceki tarihi olaylardan hem de bu gün deşifre edilmekte olan darbe hazırlık planlarına bakıldığında anlayabilmekteyiz.
Bu muhtemel tezgâhlardan olduğunu tahmin ettiğim ve bizzat yaşadığım iki hatıramı burada anlatmak istiyorum. Anlatacağım her iki hatıramda 12 Eylül arifesinde Bayburt Lisesinde eğitim gördüğümüz yıllara aittir...
Yıl 1979…
Yanılmıyorsam Nisan ayı sonları… Lise ikinci sınıfındayız. O dönemde Bayburt Lisesinin pansiyonu vardı. Kars, Erzurum, Gümüşhane gibi çevre illerin köylerinden parasız yatılı sınavını kazanarak Bayburt’a gelip öğrenim gören öğrenciler bu pansiyonda kalıyordu. O yıllarda Bayburt henüz Gümüşhane’ye bağlı bir ilçe idi. Gümüşhane’ye bir yıl önce Eğitim enstitüsü açılmıştı. Dolayısıyla orada artık çatışma ortamı başlamıştı. Oranın huzuru bozulmuştu. Ben de daha önce ailevi sebepler yüzünden lise eğitimime Gümüşhane’de başlamıştım. Ancak eğitim ortamının huzuru bozulduğu için Bayburt’a gelmiştim.
Kargaşa ortamı İl merkezimiz durumundaki Gümüşhane’ye kadar gelmesine rağmen Bayburt hala sessiz, sakin ve huzurluydu.
İşte 1979 yılı Nisan ayının son günlerinde Bayburt’ta fısıltı gazetesi devreye sokulmuştu. Hedef Bayburt Lisesinde parasız yatılı okuyan öğrencilerdi. Önce bu öğrencilerin solcu, komünist oldukları ve Bayburt’a kasıtlı olarak gönderildikleri yolunda fısıltılar başladı. Herhalde bu dedikodularla, adeta moda haline getirilen sağcı solcu çatışması çıkararak ortamı karıştırılmak isteniyordu. Bundan başka da bahane yoktu. Ama inandırıcı olmadı. Pansiyonda kalan öğrenciler arasında bazı tartışmalar olduysa da büyümeden önlendi. Bu plan tutmamıştı.
Derken ikinci ve can alıcı diğer fısıltı devreye girdi… Bayburt’un dışardan gelmiş olanlara karşı en hassas olduğu konu olan namus meselesiydi bu defa vitrine sunulan!
Hafta sonu tatilinde çarşıda gezen yatılı öğrenciler sokakta Bayburtlu kızlara laf atarak, taciz ettiği dedikoduları fısıltısı gazetesiyle yayılmaya başladı. Biz buna inanmıyorduk. Aynı sınıfta ve aynı okulda öğrenim görüyorduk. Bu öğrencilerin böyle bir şey yapabileceklerine ihtimal vermiyorduk. Belki o yaşlardaki Bayburtlu gençler de sokakta dolaşırken genç kızlara laf atabilirdi. Bu da normal karşılanmazdı ama hele bir de yabancı birisinin böyle bir şey yaptığı dedikodusu çıktı ya, artık ahali galeyana getirilmişti.
Öğleden önce bu dedikoduyla galeyana getirilmiş bir takım gençler ve bir kısım halk lisenin önüne toplandı. Öğrencileri dışarı çıkarmak istiyorlardı. Okulun tüm kapıları kapatıldı. Biz uzun bir süre sınıflarda kaldık. Söz konusu yatılı öğrenciler okul idarecileri tarafından sınıflardan alınarak pansiyona götürüldü. Tabii ki güvenlik güçleri, ilçe yöneticileri ve okul idaresi işbirliği ile bu öğrenciler o gün akşam pansiyonun arka kapısından çıkarılarak yanılmıyorsam Gümüşhane’ye gönderildiler. Böylece Bayburt’un adını tarihin kara sayfalarına yazdıracak bir tezgâh daha bozulmuş ve tehlike atlatılmıştı.
Bir yıl sonra 1980 Mayıs ayı başlarında bizzat yaşadığımız enteresan bir olayın da yine böyle bir senaryo ürünü olabileceğini düşündüğüm için burada anlatmak istiyorum.
Bayburt Lise son sınıfındayız. Zahit mahallesinde taş duvarlı, toprak damlı eski bir evde dört öğrenci arkadaşla birlikte kalıyoruz. Arkadaşlarımdan ikisi lise birinci sınıfta yakın köyden akrabalarımız. Diğeri İstanbul’da ikamet eden ve malum sağ, sol çatışmaları sebebiyle İstanbul’da eğitimini tamamlayamadığı için ailesinden ayrılıp Bayburt’a gelmiş, yakın köylümüz, aile dostumuz bir arkadaşım. Beraber kalıyoruz. Cuma günleri küçük olan arkadaşlar okuldan eve gelmeden köylerine gidiyorlar, Pazartesi geliyorlardı. Evimizin tek anahtarı vardı. Kapıyı kilitleyen anahtarı duvarın deliğine koyuyordu. Eve gelen anahtarı duvar deliğinden alıp eve giriyordu.
Biz köye gitmediğimiz için Cuma günleri okul çıkışında çarşıda dolaşır akşam eve gelirdik. Bir Cuma günü akşam eve geldik. Anahtarımız yerinde yoktu. Kapının açık olduğunu gördük. İçeri girdik. Kaldığımız odaya bir baktık ki, oda karma karışık. Yataklar darma dağınık. Kitaplar, dolapların içi ortalığa saçılmış. Yani bizim yöresel deyimimizle odamız it oynamış yonca tarlasına dönmüştü.
İlk şaşkınlığımızı atınca masanın üzerine bırakılmış yazılı kâğıdı fark ettik. Yazıda hatırımda kaldığı kadarıyla şöyle deniyordu:
“Biz Töb-Der’den görevliyiz. Seni İstanbul’dan beri takip ediyoruz. Hangi amaçla buraya geldiğini iyi biliyoruz. Evinizin anahtarı bizde. Küçük arkadaşlarınızı da rehin aldık. Yarın saat 21.00 de Erzurum Köprüsü üzerinde görüşmek üzere sizi bekliyoruz. İmza: Töb-Der” (Töb-Der 12 Eylül öncesi sol görüşlü öğretmenlerin kurduğu bir dernekti.)
Tabiî ki işi o an ciddiye aldık. Telaşa kapıldık. Söz konusu olan ve bize emanet edilen iki küçük arkadaşımız gerçekten böyle bir amaçla götürülmüş olabilir miydi?
Öncelikle bu arkadaşların nerede olduğunu öğrenmemiz lazımdı. Tabi o zamanlar bu günkü gibi telefon muhaberatı yok. Bu arkadaşların köye gidip gitmediklerini öğrenmek için bir taksi tutup köye gittik. Onların köyde olduklarını ve kendilerinin böyle bir olaydan asla haberleri olmadığını öğrendik.
Olayı daha tecrübeli birkaç arkadaşımızla paylaştık. Olayı polise intikal ettirip ortamı karıştırmak istemedik. Belki muzip bir arkadaşımızın bir şakası olabilir diye de düşündük.
Ertesi gün “Töb-Der” imzasıyla bırakılan notta belirtilen saatte belirtilen yere gitmeye karar verdik. Tabii gerekli tedbirleri aldık.
Gecenin karanlığında bizi uzaktan izleyen birkaç arkadaşımızın nezaretinde Erzurum köprüsüne gittik. Ne yazık ki¸bizimle muhatap olacak kimselerle karşılaşmadık. Olayı bir şaka gibi değerlendirdik ama o günden bu güne bize böyle bir şakayı yaptığını belirten hiçbir dostumuz ve arkadaşımız çıkmadı.
Yukarıda anlattığım tahrik olaylarını yaşadığımız ve bu gün bunların ne anlama geldiğini az çok tahmin ettiğimiz için bu olay da acaba böyle bir kargaşa çıkarmak amacıyla yapılmış bir senaryo ürünü olabilir mi diye düşünüyor ve şöyle değerlendiriyorum:
O günlerde ülkemizin birçok yerinde olduğu gibi Bayburt’un da huzurunu bozmak için bir takım senaryolarla tezgâhlar kurmaya çalışanların var olması muhtemeldi. Bu anlattığım olayda senaristler İstanbul’dan gelen arkadaşımız üzerinden bir tezgâh hazırlamış olabilirlerdi.
Bayburt’ta o dönemde bir dernek lokali ve sınırlı sayıda üyesi bulunan, böyle bir eylem yapma ihtimali olmayan Töb-Der adına bir tehdit senaryosu geliştirdiler. Bize bir tehdit mesajı bıraktılar. Kanaatimce şöyle hesap etmişlerdi: Senaryoya göre biz bu mektubu alıp öncelikle o zamanın sağcı gençleri üzerinde hâkim güç durumundaki derneklere gideceğiz, Töb-Der tarafından tehdit ediliyoruz diyeceğiz. Bu dernekler gençleri ve ahaliyi ayağa kaldıracaklar. Töb-Der basılacak, okey oynayan dernek üyesi öğretmenlere saldırılacak, masum insanlar linç edilecek. Sonu belli olmayan olaylar çıkacak. Böylece Bayburt’ta bu kargaşa ortamında yerini almış olacaktı.
Eğer böyle düşünüldüyse şükür ki, biz daha o yaşlarda isabetli davranıp bu muhtemel senaryoya alet olmadık. Etrafımızda samimi olduğumuz bir arkadaş gurubu dışında bu olayı ne polise ne de başka bir yere duyurmadık. Eğer bu bir tahrik senaryosu idiyse senaristlerin hevesleri kursağında kalmış oldu. Zira eğer böyle davranmasaydık dedikodularla bu iş başka yerlere götürülecek ve vahim sonuçlar doğurabilecekti.
Özellikle belirtmeliyim ki; üzerinden senaryo kurulduğunu tahmin ettiğimiz bu değerli dostumuz; eğitim hayatını bitirdikten sonra İstanbul’da bir taraftan mesleğini yürütürken bir taraftan da siyaset yoluyla millete hizmet etmekte ve sahip olduğu imkânlara rağmen ancak geçimini temin edecek şekilde yaşamaya devem eden ve boğazından haram ve şüpheli bir şey geçirmeyen ender insanlardan birisi olarak yoluna devem etmektedir.
Netice olarak; yaşamakta olduğumuz bu deneyimlerden sonra yine kritik dönemlerden geçiyoruz. Bu dönemlerde de bu tür tahrik amaçlı senaryoların olması ihtimal dâhilindedir.
Nitekim bir süre önce Bayburtlu bir iş adamının kendi beldesine hizmet amacıyla on yıl önceden beri uğraştığını söylediği (biraz uçuk gibi görünse de) bir projesini bahane ederek hiç de iyi niyetli olmayan bir dedikodu başlatıldı. Çayıryolu beldesinde üniversite, hastane, alışveriş merkezi ve buna bağlı olarak gelişecek nüfus için oluşturulacak konut projesini amacı dışında Mahmur kampından gelecek PKK’lılar için hazırlatıldığı yolunda çıkarılan dedikodular bir müddet önce dile getirilmişti.
Kendisini tanımadığım için sorumluluk gereği işin aslını öğrenmek için bu projeyi üreten iş adamıyla yaptığım telefon görüşmesinde bir gazeteci tarafından dile getirilen bu iddianın hiç aklına bile gelmediğini ve gazeteciyi de tanımadığını söylemişti. Ayrıca projesinin on veya on iki yıl önce başlatıldığını; başkaları tarafından “saçma” gibi görülse de Bayburt için göçü tersine çevirecek akılcı bir proje olarak nitelendirdiği bu projesini yürütmeye de kararlı olduğunu söylemişti.
Söz konusu iş adamının projesi hakkında –bizzat kendi ifadesiyle- hiç aklından geçirmediği ve dedikodulara dayalı bir suçlamayı bir gazetecinin dile getirmesi Bayburtlular üzerinde bir infiale sebep olmuştur. Bu durumun da Bayburtluların hassasiyetleri üzerinde yeni bir tahrik vesilesi yapılması ihtimal dâhilindedir.
Bayburt üzerinden bölgede yeni bir kargaşa ortamı oluşturulmaması için bu hususta dikkatli olunması gerektiğine inanıyorum. Hassasiyetlerimiz üzerinden yapılan tahrikler konusunda önceden olduğu gibi, halkımızla, yöneticilerimizle, aydınlarımızla topyekûn olarak basiretli olmaya devem etmeliyiz. Özellikle gençlerimizin bu konuda uyanık olmaları gerekmektedir. Yeni bir tahrik zemini oluşturmak isteyenler varsa, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da bu şekilde oyunlarını bozmaya devam edilmesi Bayburt ve Bayburtlular için en hayırlısı olacaktır.
Özellikle genç ve yeni nesillerimiz geçmiş tecrübelerden ders alıp geleceklerini daha sağlam temeller üzerine kurmaya çalışmalıdırlar.
Nisan / 2010