Gençlik terbiyesinde en büyük hatayı işlemekte ısrar ediyoruz. Ne yaptığımızın farkında mıyız? Hata şudur: Anadolu ve Balkanlar Türkiye’sinde, Cumhuriyet’ten önceki mazimizi, gençlik nazarında küçük düşürmek… Çocuklarımızı, uzak, yakın, mazimize, yani ecdadımıza ağız dolusu söven insanlar olarak yetiştirmek…
Gençlik terbiyesinde en büyük hatayı işlemekte ısrar ediyoruz. Ne yaptığımızın farkında mıyız? Hata şudur: Anadolu ve Balkanlar Türkiye’sinde, Cumhuriyet’ten önceki mazimizi, gençlik nazarında küçük düşürmek… Çocuklarımızı, uzak, yakın, mazimize, yani ecdadımıza ağız dolusu söven insanlar olarak yetiştirmek…
Bu yanlış tutumu bırakmalıyız. Eskiler, iyi, kötü, neler yaptılar? Bu, Cumhuriyet propagandasının değil, realist tarih derslerinin vazifesi kalsın… Biz, ne yapabildik? Bunları söyleyelim. Bir de ecdada sövme hastalığımızla, düşmanlarımızın bizi bölüm bölüm bölme hedeflerine nasıl ve ne ölçüde kolaylıklar hazırladık? Onu düşünelim.
Hakikat şudur: Türklerin en üstün zümresi olan, Oğuzların Kayı Boyu çocukları (Osmanlılar), bugünkü vatan topraklarımızı (Zırhlı otomobillerle, uçaklarla, tanklarla, atom bombalarıyla değil) asırlarca, at üstünde ülkeler aşarak ve en kahraman Mehmetçikler gibi dövüşerek; kafalarının ve kılıçlarının kuvvetiyle fethettiler.
Bugün hala üzerinde yaşarken, düşman hilelerine kapılarak birbirimize pusu kurduğumuz vatanda, iman ve medeniyet abideleri kurarak, toprağın hem üstünde yükseldiler, hem de altına derin kökler saldılar. Yeni vatanın taşını toprağını Türk yaparak, dünya tarihinde bir eşi daha görülmemiş bir milli, üstünlükle çalıştılar; bir milli vatan kurdular.
Doğrulukları, çalışkanlıkları, disiplinli idareleri, adaletleri, teşkilatçılıkları ve fethettikleri ülkeler halkına gösterdikleri şefkat ve insanlıkla dünyayı hem dehşet içinde bıraktılar, hem de kendilerine hayran ettiler. Bu büyüklük karşısında Türk ve Müslüman çocuklarının, Türklükten ve Müslümanlıktan kopmaları şöyle dursun, başka ırktan ve başka dinden milletlerin, Türk ve Müslüman olmak için, birbirleriyle yarıştıkları görüldü. Onlar, yalnız Yunanlılar ve Bulgarlar gibi küçük kuvvetleri değil, Avrupa’nın bütün millet ve kuvvetlerinin iştirakiyle kurulmuş, heybetli ve birleşik Avrupa ordularını, tek başlarına yendiler.
Sonra, kurdukları vatan, yen, Avrupa medeniyeti asırlarında bir dünya ablukası içinde kaldı. Bu amansız ablukaya tam 300 yıl mukavemet ettiler. Bu arada yine zaferler kazandılar. En büyük düşmanları Rus’ların ordularını da Çarlarını da affederek serbest bıraktılar. O asırlarda yalnız Karadeniz değil, Akdeniz bile bir Türk gölü manzarası almıştı. Bugün kaç vatanda bölük pörçük akıp duran Tuna nehri; bugün başka vatanlara su taşıyan Dicle ve Fırat nehirleri o abluka asırlarında bile, birer Türk nehri halinde aktı.
Aynı abluka asırlarında, düşmanlarımız bizi içten yıkmak için tıpkı bugünkü gibi hem de vatanımızda başka ırktan, başka dinden ve başka dilden kavimler yaşamakta iken türlü beşinci kol faaliyetleri kurdular. Tarihlerimiz hükümdarlarımız vatan dahilinde yapmak istedikleri her yenilik hareketinin bir halk ihtilali’yle (!) nasıl yıkıldığını çok açık belirtir; bu uğurda tahtını hatta başını veren hükümdarlar gösterir. Yani, devlet yenilik yapmak ister, halk ise güya yerli bir ihtilal’le bu yeniliğe, kan dökerek, engel olur!..
Biz bütün bu yıkıcı ihtilallerin Müslüman Türk halkı tarafından yapıldığını sanacak kadar akılsızsak buna diyecek yoktur. Onların, tıpkı bugünkü gibi bizi yıkmak isteyen düşmanlarımız tarafından tertiplendiğini bugün olsa idrak edebilmeliyiz. Çünkü aksi takdirde bütün bunların günahı, Osmanlı – Türk devletinin değil, masum Türk halkının omuzlarına yüklenir.
Tekrar edelim ki Türk demek, Törük demek, yani, kanuna Töre’ye itaatli millet demektir. Bu suçu ne ona ne de onun devletine yükleyebiliriz.
Balkan Harbi ve Birinci Dünya Harbi yıllarında Türkiye’nin idaresi, artık padişahların elinde değildi. Devlet, İttihadcılar denilen bir mütegalibe zümresinin elindeydi. Bize tarihimizin en ayıp mağlubiyeti olan Balkan mağlubiyetini onlar tattırdı. Birinci Dünya Harbi’ne ise yine onların bir emr-i vakii ile girdik.
Çocuklarımıza bunların, neden doğrusunu söylemiyoruz?
Buna rağmen Osmanlı – Türk Devleti Birinci Dünya Harbi sonunda, sırf müttefikleri mağlup olduğu için yenilmiş sayıldı. Aynı harp içinde Çanakkale’de son Birleşik Düşman Ordu ve Donanması’nı toptan yenmek gibi, yine dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir Müdafaa Zaferi kazandığı için de müttefiklerinin hepsinden daha büyük cezaya çarptırıldı.
Çanakkale’yi nasıl büyük bir iman kuvvetiyle kazandıysa, arkasından yapmak zorunda kaldığı İstiklal Savaşı’nı da aynı iman kuvvetiyle ve bir Kuva-yı Milliye Ruhuyla kazandı.
Cumhuriyet böyle bir milletin kazandığı zaferle kuruldu. Eskisinin dokuzda biri ölçüsüne inmiş anavatanında, yine bir milli bütünlükle, yeni hamlelerine başladı.
Bu hamleler, büyük gelecek vaat ediyordu.
İşte ne olduysa o zaman oldu. Bu milleti, o iman, o yukarılık duygusu ve o milli tesanüd içinde yok edemeyeceklerini anlayan dış fesatçılar, yeniden içimize girdiler. Dilimizi, dinimizi ve dünyanın en şerefli tarihi olan milli tarihimizi yıkmak, bozmak, küçük düşürmek için yapmadık hile bırakmadılar.
İçimizde şaşıranlar çok oldu. Güya yeniyi tutundurmak için, eskiyi kötüleme illetine tutulduk. Bu dış emellerin adeta işlerini kolaylaştırdı.
Yoksa Türkiye’de hele Türk milleti içinde hiç “Ben Türk değilim! Ben Müslüman değilim!” diyen, gençler görülebilir miydi?
Dil kültürü, tarih kültürü, hatta iman kültürü hafife alınacak kültürden değildir. Çanakkale Savaşında:
“Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var!”
Diyen Mehmet Akif haklı çıkmıştı.
Bugün, Türkiye’de 20 yıldan beri hızlanmış bir sanayileşme bir yeni iktisad anlayışı ve bir teknik kalkınma vardır. Bu büyük müjdedir. Fakat Türkiye’yi başka ülke yapmak isteyenler, üç asırdan beri bu engelin çıkmasına muvaffak olamadıkları emellerine bir de bu engelin çıkmasına tahammül edemezler. Türk çocuklarını ayartmalar onlara Halk Kurtuluş Orduları (!) kurdurmalar, bundandır. Sokaklarımızda dünyanın en efendi milleti olan Türk çocuklarına yakışmayacak hareketler ve kıyafetler görülmesi de bundandır.
Bunun önüne yine Milli İman ve Milli Tesanüd geçer. Bunun için de bilhassa Maarif’de yapılacak reformun, Türkiye tarihini yalnız 50 yıldan bu yana değil, 900 yıldan bu yana, bir bütün olarak ele alması gerekir. Çocuklarımıza uzak ve yakın mazimizin bütün faziletlerini ve bütün iftiharlarını (lekelemeden) söylemekten çekinmeyelim. Türk çocuğu, tarihin en efendi milletinin evladıdır. Bundaki hikmeti anlar ve artık yabancı emellere alet olamaz.