“Cazim Gürbüz, bir insanı ya sever ya da sevmez, bu iki ya'nın ortasını bilmez, öğrenemedi. Bunu öğrenemeyenler ona çeşitli kulplar takıyorlar, taksınlar...”
“-Sağdan say!
Sıfır konuştu yalnızca:
- Sayılacak kimse bulunamadı...
Komut sıfıra geldi o zaman:
- Sola çark marş!”
Dostluklar pörsür, gölgelenir, zedelenir… Zaman geçtikçe olur bu ama “Zaman yapar bunu” diyemeyiz, yapan zaman değil; zaman içinde savrulan, değişen, dönüşen, gerçek yüzleri ortaya çıkanlardır.
Dostluklar kopar da, biter de, düşmanlığa bile dönüşürler. Bunlara şaşarsanız, asıl o zaman şaşmış, şaşırmış; yolunuzu, yordamınızı yitirmiş, yaşamı okuyamaz, gerçekleri göremez olmuşsunuzdur.
Peki neden zede alır, bozulur, biter, düşmanlığa dönüşür dostluklar?
Çıkar, para, tutkular, ayrılan yollar, kalmayan ortak yanlar, değişen düşünceler… Budur hepsi…
Dost atmak, dost satmak, dostluk bozmak… Atılır, layık değilse atılır elbet, bozulur da artık bir anlamı ve gereği kalmadıysa, zorlamaya ne gerek? İdeolojik ve partisel nedenlerle dost olduklarım vardı geçmişte. Çokça… Onlar değiştiler, ben değiştim, onların torbadaki yüzleri çıktı ortaya, benim de aklım başıma geldi, olayları daha nesnel görmeye başladım. Ve artık onları sırtımda taşımanın gereksizlik ve aptallık olduğunun ayırdına vardım. “Geçmişimde varlar diye geleceğimde de olmak zorunda değiller ki…” deyip silip attım onları.
Peki ya “satmak”? İşte o olmaz, olmamalı. Tam burada İlhan Berk’in o sözü aydınlatmaya başlıyor önümü: “Ben dostlarımı hiç satmadım, çünkü ya beş para etmez çıktılar ya da paha biçilmez.”
Böyle yaptıysanız, yapabildiyseniz, ne mutlu size…
Peki dostluklar yaşamın bir döneminin eseri midirler? Hayır, öyle olmamalıdırlar, “kadim dost”, “eski dost” değerli bilinir ya, her zaman bu böyle değildir. İnsan yeni dostluklar, yeni dostlar aramalı, kazanmalı. “İki insanın dost olabildiği yerde uygarlık vardır” der Sabahattin Eyüboğlu. Uygar insansak, uygarlığa katkımız olsun istiyorsak; bunu önemli, değerli, yaşamsal sayıyorsak, dostlukları artırmamız, arındırmamız, korumamız gerek.
Kuşku, dostluğa engeldir. “Acaba iyi gün dostu mu, kara gün dostu mu, asıl amacı ne ki?” soruları bir kez sorulur, yanıtı bir kez verilir, döne döne sormak, yanıt vermek ve hiçbir yanıta ikna olmamak, işte bu hastalıktır.
Aldanmak, düş kırıklığına uğramak, üzülmek, dostluk etmenin içinde vardır, bunları yaşamamak için kuşkulu olmak gerekmez. “Kuşku seni kimseyle dost etmez” der ünlü Lokman Hekim.
Kaç yıl yaşamışız, kaç gerçek dost kazanmışız, kaç dostluk bozmuşuz ve bozuşmaların hesabını verebiliyor muyuz? Bu soruları sormalı, yanıtlarını da korkmadan, içtenlikle verebilmeliyiz.
Dostluklar pörsür, gölgelenir, zedelenir… Zaman geçtikçe olur bu ama “Zaman yapar bunu” diyemeyiz, yapan zaman değil; zaman içinde savrulan, değişen, dönüşen, gerçek yüzleri ortaya çıkanlardır.
Dostluklar kopar da, biter de, düşmanlığa bile dönüşürler. Bunlara şaşarsanız, asıl o zaman şaşmış, şaşırmış; yolunuzu, yordamınızı yitirmiş, yaşamı okuyamaz, gerçekleri göremez olmuşsunuzdur.
Peki neden zede alır, bozulur, biter, düşmanlığa dönüşür dostluklar?
Çıkar, para, tutkular, ayrılan yollar, kalmayan ortak yanlar, değişen düşünceler… Budur hepsi…
Dost atmak, dost satmak, dostluk bozmak… Atılır, layık değilse atılır elbet, bozulur da artık bir anlamı ve gereği kalmadıysa, zorlamaya ne gerek? İdeolojik ve partisel nedenlerle dost olduklarım vardı geçmişte. Çokça… Onlar değiştiler, ben değiştim, onların torbadaki yüzleri çıktı ortaya, benim de aklım başıma geldi, olayları daha nesnel görmeye başladım. Ve artık onları sırtımda taşımanın gereksizlik ve aptallık olduğunun ayırdına vardım. “Geçmişimde varlar diye geleceğimde de olmak zorunda değiller ki…” deyip silip attım onları.
Peki ya “satmak”? İşte o olmaz, olmamalı. Tam burada İlhan Berk’in o sözü aydınlatmaya başlıyor önümü: “Ben dostlarımı hiç satmadım, çünkü ya beş para etmez çıktılar ya da paha biçilmez.”
Böyle yaptıysanız, yapabildiyseniz, ne mutlu size…
Peki dostluklar yaşamın bir döneminin eseri midirler? Hayır, öyle olmamalıdırlar, “kadim dost”, “eski dost” değerli bilinir ya, her zaman bu böyle değildir. İnsan yeni dostluklar, yeni dostlar aramalı, kazanmalı. “İki insanın dost olabildiği yerde uygarlık vardır” der Sabahattin Eyüboğlu. Uygar insansak, uygarlığa katkımız olsun istiyorsak; bunu önemli, değerli, yaşamsal sayıyorsak, dostlukları artırmamız, arındırmamız, korumamız gerek.
Kuşku, dostluğa engeldir. “Acaba iyi gün dostu mu, kara gün dostu mu, asıl amacı ne ki?” soruları bir kez sorulur, yanıtı bir kez verilir, döne döne sormak, yanıt vermek ve hiçbir yanıta ikna olmamak, işte bu hastalıktır.
Aldanmak, düş kırıklığına uğramak, üzülmek, dostluk etmenin içinde vardır, bunları yaşamamak için kuşkulu olmak gerekmez. “Kuşku seni kimseyle dost etmez” der ünlü Lokman Hekim.
Kaç yıl yaşamışız, kaç gerçek dost kazanmışız, kaç dostluk bozmuşuz ve bozuşmaların hesabını verebiliyor muyuz? Bu soruları sormalı, yanıtlarını da korkmadan, içtenlikle verebilmeliyiz.