Bazıları dönüp dolaşıp hep aynı şeyleri tekrar etmekten ya da aynı sayfaları okumaktan kendilerini alamamaktadırlar. Vaktiyle önünde duran kitabın, hep aynı sayfasına bakan bir tanıdığıma bunun sebebini sormuştum, “Aradığımı burada buldum” demişti. Önünde açık duran sayfadan bana o çok beğendiği ve aradığını bulduğu yerden, uzunca bir paragraf okumuştu. 

Devletler, toplumlar, siyaset anlayışları insanlara benzemezler. Bireylerin saplantılı davranışlarına benzer tutumları onlardan beklemek yanlış olur. Devletlerin siyaset etme biçiminde, izledikleri siyasi yaklaşımlarda psikolojik faktörleri aşan belirleyicilerden söz etmek daha doğru olur. Devletlerin davranış biçimlerini belirleyicileri arasında, başta din olmak üzere ideoloji, iktidar yapılarının dayandığı güçler ve münasebet halinde bulundukları diğer devletlerin tutumları gelir. 

Devletlerin davranışlarının zamana uygun düşmediği durumlar, o ülkelerin zamanı kaçırmasına, arkaik kalmasına ve bu duruma sebep olan devletlerin, kendi halklarına ağır maliyetler ödetmelerine yol açar. 

Bireyler ve devletler 

Son günlerde başta Irak’taki gelişmeler olmak üzere, bölgemizde yaşanan olaylara bu bağlamda baktığımızda, ortaya çıkan sorunların nedenlerini birkaç soru yardımıyla ortaya koyabiliriz. 

Soru bir; ABD’nin Irak’ı işgal ettikten sonra bu ülkeyi üç parçalı federatif bir yapıya dönüştürme “planının” Irak’taki mezhep savaşındaki rolü nedir? 

Soru iki; İran ABD’nin Irak’ta bir devlet otoritesi bırakmayarak bu ülkeyi parçalı bir siyasi yapıya doğru değiştirme çabası karşısında, tarihi bir fırsat bulduğunu düşünerek, Irak’ın güneyi ve Suriye üzerinden daha önce “İslam Devrimi İhracı” dediği bir mezhep hâkimiyeti kurma işine koyulmuş mudur? Bu durumda Batı’nın mezhepsel eksende bölünen Ortadoğu’ya bakışı ne olacaktır? “Şia üzerinden genişleyen bir siyasal coğrafya” karşısında nasıl davranacaktır. 

Soru üç; Irak’taki yönetimin “mezhepçi bir siyasete” kayarak, bütün kimlikleri kuşatması gerekirken bir devlet aklından uzaklaşıp, dışlayıcı politikalara yönelerek “IŞİD gibi karanlık yapıların” bölgede etkin bir konuma gelmesindeki yanlışı nasıl değerlendirilebilir. 

Soru dört; başta Amerikan istihbaratı olmak üzere, bölgedeki Batılı servislerin bu coğrafyada ortaya çıkan ve bölge halklarının iradesinin yükselmesine dönük, “bahar devrimlerine” karşı Müslüman halklardan “devşirdikleri insanlardan” oluşan terör yapılanmalarını örgütleyip Müslümanların üzerine doğrultup, istikrarsız bir bölge yaratmayı ve bunun kendi konumlarını sağlamlaştırabileceğini nasıl mümkün görebilirler? 

Ortadoğu ve dünya 

Soru beş; İran ve Irak’taki mollalar bu çağda mezhep eksenli devlet modelinin ancak bölge ülkeleri üzerinde Batılı ülkelerin yeniden nüfuz alanı yaratması anlamına geleceğini öngöremezler mi? 

Bütün bu soruların cevabının, zamanı geçmiş eski sayfalarda kalmış siyaset anlayışının değiştirilmesinde yaşanan sorunlarla ilgili olduğu söylenebilir. Günümüzde yaşanan, adına küreselleşme denilen sürecin dinamikleri ise bütünüyle “yeni bir uluslararası sistem” yaratmak eğilimindedir. Bunu yok sayarak, eski sömürgecilik yöntemleriyle, eski emperyalist politikalarla Batı’nın burada uzun boylu konumunu sürdürmesi mümkün değildir. Ayrıca”mezhep taassubu” üzerinden “bölgesel hâkimiyet arayışına girenlerin” de bir geleceğinin olacağını söylemekte gerçekçi değildir. ABD’nin ve Batı’nın “küresel süreçle çelişen” politikalarda ısrar etmesi, bölgede uzun vadede etkisiz hale gelmesi, onların yerini Çin ve Rusya’nın almasına yol açabilir. 

İnsanlar hep aynı şeyleri okuyup, konuşabilirler. Devletlerin böyle davranması ise, büyük krizlerin olduğu kadar, radikal değişikliklerin de habercisi sayılmalıdır.