Beni tanıyanlar bu başlığa şaşıracaklar. Çünkü, Ülkemizde inanç özgürlüğünü ısrarla savunan bir kişiyim. Yıllardan beri de, Cemevlerinin ibadethane olmadığına dair söylemlere karşı yazıp, konuşup duruyorum. Bu başlıkta ise ne diyorum, “Hayır! Cemevlerini İbadethane Olarak Tanımayın”

Gerçekte anlattıklarımdaki anlam ayrıntılarını yakalayanlar ortada bir çelişki olmadığını görürler. Çünkü bir yerin ibadethane olarak sayılması ya da sayılmaması sadece orada ibadet ettiğine inananların karar vereceği bir konudur. Kamu görevlilerinin ya da o yer ile yani Cemevleri ile ilgili olarak, ibadethanedir demeye de değildir demeye de hakları ve yetkileri yoktur. Olmamak gerekir. Çağdaş dünyada geçerli olan anlayış ve kurallar bunu gerektirir.

Cemevleri, ibadethane değildir, diye fetva vermek Diyanet İşleri Başkanlığını boyutlarını çok aşar. Çünkü, herkesin bildiği bir gerçektir ki, bizim DİB sadece Türkiye’deki bir kısım Sünni Müslümanların teşkilatıdır. Kimin mi? Elbette bu kurumu benimseyenlerin... Benimsemeyenler, Sünni de olsalar bu kurumun memurlarının görüşlerini benimsemek zorunda değildirler. Cemevlerini ibadethane sayan Alevileri ise hiçbir şekilde bağlaması düşünülemez.

Aslında kamu yetkililerinin Cemevlerini ibadethane olarak ilan edip, bir de buralarda önderlik yapan, Dede, Baba ya da çeşitli adlar alan Mürşitleri devlet memuru yapması ise en büyük yanlış olur. Sözgelimi bu din büyüklerinin başına yetkili bir kişinin Başkan olarak siyasetçilerce atandığını düşünün… Olacakları düşünmek bile istemem.

Bu kadar yıllık inceleme ve gözlemlerime dayalı olarak söylüyorum. Camilerin de ibadethane olarak ilanının kamu yetkililerine bırakılması büyük yanlış olmuştur. Birliği sağlamak ve başka oluşumları engellemek için yapılan bu düzenleme, Sünni İslam’ın donuklaşmasına ve hayatın dışında bir Getto Hayatı yaşamasına yol açmıştır.

“Din İşleri başıboş bırakılmayacak kadar önemli işlerdir” şeklindeki itirazı duyar gibi oluyorum. Yani başıboş bırakılamaz ama biz istediğimiz gibi düzenleriz, demektir bu. Gerçekten demokratik düşünüşü içine sindirememiş bu yaklaşım ne yazık ki çok yaygındır.

Ne mi istiyorum? Evet ne istediğimi açık açık yazmalıyım. Bugün kim okur, kim dinler, kim yapar, ayrı bir konudur. Ama eninde sonunda bir gün bu ülkede bu konu böyle çözülecektir.

Din İşlerinin çözümünün birinci adımı ÖZERKLİK olacaktır. Evet Diyanet İşlerine ÖZERKLİK teklif ediyorum. Devlet sadece toplum huzuru bakımından denetleme görevi yapmalıdır. Ama teklifim sadece bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı ile sınırlı değildir. Bu başkanlığın işlerini ve görülerini benimsemeyenler de kendi Diyanet İşleri Kurumlarını kurabilmelidirler.

Camiler oraları yapan Derneklere devredilmelidir. Dernekler, Camiye devam edenleri üye yapmalı ve Caminin bakımını sağlamalıdırlar. Din görevlileri bu derneklerin Genel Kurullarında atanmalı ve geçimlerini bu dernekler sağlamalıdır. Camilerin din görevlileri bir araya gelip, İlçe Müftülerini seçmeli, İlçe müftüleri İl Müftülerini, İl müftüleri de Diyanet İşleri Başkanlarını seçmelidir.

Aynı düzen Alevi Camiası içinde de kurulmalı, Cemevlerinin din görevlileri İlçe Başkanlarının, onlar da İl Başkanlarını, İl Başkanları da Alevi Din Hizmetleri Başkanlarını seçmelidir. Elbette bu oluşacak Başkanlığı benimsemeyenler de kendi Başkanlıklarını kurmalıdırlar.

Kaynak mı?

Geçmişte ve bugün dini amaçlı Vakıfların malları bu kurulan Din Hizmetleri Başkanlıklarına devredilmelidir. Ayrıca gerekirse kamu bütçesinden de bu Başkanlıklara yardım yapılabilir. Ama asıl yükü inananların fedakarlığı karşılamalıdır.

Bunlar bir gün olacak. Olduğu zaman görülecek ki, korkulan hiçbir şey olmayacak ve Sünniler, Aleviler, Şiiler ya da oluşacaksa başka İslami yollar birbirlerine daha saygılı olacaklar. Kesrette Vahdet gerçekleşecek. Yani çoklukta birlik…