“İfade Özgürlüğü ve Dini Hassasiyetler” konusunda ülkemin dindarları ve dinbazlarının herhangi bir görüşleri ve ezberlerini aşma konusunda bir cehtleri yoktur. Oysa Batı ülkeleri bu konuları yüzyıllarca önce tartışmış, belli değer ve yaklaşımlar ortaya koymuştur.
Bu yaklaşımları içeren bir kitaptan söz edeceğim. Yazarı Serdar Kaya, Liber Yayınları tarafından yayımlanmış olan bir kitabın adı “İfade Özgürlüğü ve Dini Hassasiyetler”, alt başlığı ise “Charlie Hebdo ve Hz.Muhammed Karikatürleri”dir. Kitap esas olarak Hazreti Muhammed’in Fransa, Danimarka, ABD’de çizilen karikatürleri ve buna karşılık yapılan terör eylemleri ve katliamları anlatmakta ve bu bağlamda, “Muhammed karikatürleri yayınlanmalı mıydı?” sorusuna da yanıtlar aramaktadır. Verilen yanıtlar ise liberal ve demokratik açıdan olmaktadır. Her iki yaklaşım da birbirine çok yakındır, nüansla ayrılmaktadır. Liberal perspektiften bir paragrafı aşağıya alıyorum, ülkem bu yaklaşıma ne denli muhtaç ve ne denli uzak:
“Liberal rölativizm (görecelik), herkesin kutsalının kendini bağladığı düşüncesinden hareket eder. Dolayısıyla hiç kimse ifade özgürlüğünü kullanırken bir başkasının kutsalını dikkate almak zorunda değildir. Şiddet çağrısı içermeyen her ifade, hakaretamiz dahi olsa, özgürce ifade edilebilir. Ancak bu kuralın iki istisnası vardır: Karalama/iftira ve nefret söylemi. Karalamadan kasıt, herhangi bir kişi, kurum ve hatta ürün hakkında gerçek dışı iddialarda bulunmak. İdeoloji ya da inançlarla ilgili eleştirel ya da hakaretamiz ifadeler (gerçek dışı dahi olsa) bu tanımın kapsamına girmez. Daha somut bir ifadeyle, varoluşçuluk hakkında ileri geri konuşmak ile İslam dini hakkında saygısız ya da hakaretamiz ifadeler kullanmak arasında hukuk önünde herhangi bir fark yoktur.”
ALLAH TARAFINDAN VAZEDİLEN HUKUK VE LAİKLİK
Peki İslam Hukuku, nasıl bir hukuktur, düşünce özgürlüğü ve düşünceyi açıklama özgürlüğü bağlamında kaynaklarında ne vardır ve yaklaşımı esas olarak nedir ve nasıldır? Ona da bakalım:
“Sünni teoride hukuk, Allah tarafından vazedilmiştir. İnsana düşen görev, yasa yapmak değil, zaten Allah tarafından tayin edilmiş olan hukuku keşfetmek ve bilmekten ibarettir. Din mülkün temeli ve direğidir. Ve amaç siyasal düzeni vahiyle uyumlaştırmadır.” (1)
Bu kadar da değil, yargısal görev yapan kadı, “Alah’ın kendisine ilham ettiği görüşü ortaya koymalı”ymış. (2)
Az daha açalım mı bu konuyu? Azerbaycan’ın ve Türk Dünyası’nın aydınlanmacı düşünürü, Türk-İslam Dünyasının ilk tiyatro oyunu yazıcısı, şair, eleştirmen Mirze Fetali Ahundov şunları yazar “Kemaliddövle Mektupları” adlı eserinde: “Peygamberimiz eski Arap hukukunda kendi zekâ ve düşüncesine göre birtakım değişiklikler yaptı. Bizim din büyüklerimizin sandığı gibi o hiç de bir hukuk kurucusu değildir. Hukuk, öyle bilim ki, yüzyıllar geçmeden, tüm bunlardan sayısız denemeler olmadan, çok sayıda beynin katılımı gerçekleşmeden temel bulması söz konusu olamaz; tüm bunlardan ötürü de tam mükemmelliğe varmak hiçbir zaman olanaklı değildir. Hukuk bilimi yeni koşullara, her çağın gereklerine göre sürekli değişiklikleri, iptalleri, eklemeleri kısıtlamaları gerektirir. Peygamberimiz hukukta en ufak bir değişikliğe izin vermeyi sonsuza kadar yasakladığına göre, her türlü gelişmeye açılan kapıyı kendi halkı için kesin olarak kilitledi.”
E şimdi gelin bu durumda aykırı bir şey söyleyin ya da iddia edin… Edemezsiniz… Tarih boyunca ettirilmedi, bugün de ettirilmiyor. Öyle ettirilmiyor ki, İslam’ın kendi kaynaklarına dayanılarak yapılan tüm haklı eleştiri ya da irdelemeler bile, dini değerleri alenen aşağılama kapsamına sokularak davalar açılıyor ülkemizde ve bu açılan davaların çoğu hem hukuka hem de Anayasa’nın sözüne ve ruhuna aykırılık taşıyor. Bu yaklaşım ve tutumlar da bizi, demokratik bir toplumda ve laik bir Cumhuriyet’te “izne ve fetvaya tâbi düşünce” anlayışının artık geçerli ve baskın duruma gelmekte olduğu kanısına götürüyor.
İşte tam burada laikliğin önemine vurgu yapmak gerekiyor. Bu vurguya Türk Tarihi’nin en eski bilgelik, edebiyat ve siyaset kaynağından bir alıntı ile başlayalım:
“Din dalıyla dünya dalı apayrı
Yakın gitmez tersinedir yolları
Bu din ile dünya, zor birleşmesi
Bilmeli kavuşmaz bunun ikisi
Birisi yaklaşsa, birisi kaçar
İkisini tutsa kişi, yolunu şaşar.” Yusuf Has Hacip/Kutatgu Bilig
1000 yıl ötelerden gelen bir ses bu…
Daha yakınlara gelelim: Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa’nın Sultan Abdülaziz’e yazdığı ve “Saraylara her şey girer, doğruluk girmez” diye başlayan uzun dilekçesinin bir paragrafı da laikliğe dairdir:
“Eğer din’in böyle bir cebri varsa –yok ya- zat-ı şâhaneniz benden daha iyi biliyorsunuz ki, din ve mezhep ancak ruha hükmeder ve bize ahiret nimetleri vaadeder. Yoksa milletlerin hukukunu hudutlandıran ve gösteren din ve mezhep değildir. Din, ezeli hakikatler makamında durup kalmazsa yani dünya umuruna da müdahale ederse cümleyi itlâf eder, yok eder ve kendisi dahi telef olur, yok olur” (3)
Başka? Var yine var. Bazı cühela Osmanlıcıların sandığı gibi laiklik bize Cumhuriyetle birlikte birdenbire gelmiş değildir, upuzun bir kökü ve süreci vardır Osmanlı’da. Onlara da değinelim azıcık:
19.yüzyılın Türkçü akımı aynı zamanda halkçıdır ve laikliğe yönelmiştir. (...) Dönemin ihtilalcilerinden olan Ali Suavi’ler köktenci bir laikliği savunur. (4) Ali Suavi, Tanzimat’ın düalist (ikici) görüşüne karşı çıkan, laiklik sözcüğünü ülkemizde ilk kez kullanan bir düşünürdür. Öğretimde birlik düşüncesini savunmuştur. (...) Ali Suavi, dünyanın din yasalarıyla yönetilmesine karşı çıkmış ve laikliği önermiştir. (...) Türkiye’de Cumhuriyet’ten önce bir laiklik düşüncesi ve laiklik savaşımı varsa, bu Ali Suavi’nin söylediklerini ve yapmak istediklerini aşmış değildir. (5)
Başka? Var yine var… 1730 yılında Osmanlı Padişahı I. Mahmut, ülkemizde ilk basımevini kuran İbrahim Müteferrika’yı Avrupa’ya gönderip “Küffarın ekser zamanda galebesine ve ehl-i İslamın mağlubiyetine sebep nedir? Araştır, bildir” buyurmuş. Müteferrika, “Milletlerin Düzeni Üzerine Düşünce Yolları" adlı eserinde başka nedenlerle birlikte Batı’nın laikleşmesini de önemli bir sebep olarak belirtmiştir: “Günümüzde artık devletler dinden ve gelenekten gelen esaslara göre değil, akıl ve bilim ilkelerine göre yönetilmektedir.” (6)
Evet biz görevimizi yapıp bunları duyuruyoruz. Bunları akıl süzgecinden geçirmek herkesin insanlık ve yurttaşlık görevidir. Yapınız lütfen…
1) Nagihan Doğan - Din'in İktidarı, İktidarın Din'i
2) Aynı eser
3) Nizamettin Nazif Tepedenlioğlu - Komitacılar
4) Doğu Perinçek - Altı Ok
5) M. İskender Özturanlı - Türkiye'de Laikliğin Serüveni
6) www.inkilap.info / Türk Devrim Tarihi