Her devletin kuruluşu, tarih, ekonomi, toplum ve kültür gelişimi başkadır.  Osmanlı Devleti kendine has şartlar altında kuruldu, gelişti.  Osmanlı toplum yapısını ayakta tutan ordu, medrese ve tekke aynı gaye için el ele verdi ve işbirliği yaptı. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda padişahların,  olduğu kadar, gönül sultanları Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bayram ve Akşemsettin’lerin de hissesi vardır.

Her devletin kuruluşu, tarih, ekonomi, toplum ve kültür gelişimi başkadır.  Osmanlı Devleti kendine has şartlar altında kuruldu, gelişti.  Osmanlı toplum yapısını ayakta tutan ordu, medrese ve tekke aynı gaye için el ele verdi ve işbirliği yaptı. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda padişahların,  olduğu kadar, gönül sultanları Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bayram ve Akşemsettin’lerin de hissesi vardır.

Osmanlı Devleti’nin çöküşü öncelikle,  ekonomik ve tarihi olaylarla açıklanabilir. Dünya ticaret yollarının değişmesi, batılı ülkelerin sömürgeleri yağmaladıktan sonra oluşan sermaye birikimi ve sanayi devrimine geçmesi Osmanlı’nın çöküşüne en büyük neden oldu.

Türklerin Batı karşısındaki vaziyeti yenilgiden öte bir bozguna yol açtı. Bu bozgun ’’ bütün suçu kendimizde bulmak ve dolayısı ile her şeyimizi inkâr etmek, kendimize düşman olmak.’’ şekline dönüştü. Bu durumun adı sosyal psikolojide ’’saldırganla özdeşleşme’’ dir. Batılı bize düşman olduğu için devamlı üzerimize saldırmış, biz de mağlup oldukça içine düştüğümüz zilleti hazmedebilmek için saldırgana benzemeyi ve onun gibi kudretli olmayı emel edindik.

Bu nedenle milletine yabancı, Batı yanaşması aydınlar ve millet ruhundan kuvvet almayan başarısız kurumlar dönemi başladı. Devlet bünyesi içinde kurumlar arasında yabancılaşma sürüp gitti. Tanzimat’tan bu yana yapılan batılılaşmanın hedefi aslında başkalaşmadır. Model alınan bir başka toplum yapısına dönüşmedir.  

Batlılılaşacağız diye, baskı veya zorlama ile mevcut kültürün kaldırılmaya çalışılması kültür buhranı veya kimlik bunalımı dediğimiz şeyi doğurdu.

Baskı altına alınan bir kültür, kendini koruma duygusu ile yabancı kültürü ötekileştirir ve kendi içine kapanarak yaratıcılığını kaybeder. Bu durumda yozlaşma başlar. Türk kültüründe de bu durum aynen yaşanmış, batı kültürü ötekileşirken, kendi içine kapanan kültürümüz yozlaşmıştır.  

Türk toplumunda Batı’dan gelen reçeteler ve batı yanaşması aydın tipi ne kadar başarısızsa, kültürümüzü yozlaştıranlar da o kadar başarısızdır. Günümüzde Türkiye de dâhil bütün İslam toplumlarının ikilemi budur.

Kültürümüzün her alanında ve elbette kimliğimizin en büyük unsuru olan İslamiyet’te bu yabancılaşma ve yozlaşmadan nasibini almıştır.

Yüzde 98’i Müslüman olan Türk milletin din duyguları kuvvetlidir.

Milletimizin hayatında öteki unsurlara nazaran dinin ve vatanın daha belirgin yeri vardır. Milli kültür değerlerimizin çoğu dinden alınmıştır. Fakat miletimizin hayatında bu kadar önemli olan İslam dini ve kültürü batıcılar tarafından dışlanmıştır. Bunun yanında İslam kültürünün layığı ile işlenip geliştirilemediğini, ihmal edildiğini, hatta yanlış istikametlere sevk edilerek istismar edildiğini de söylememiz gerekir. İslâm, günümüzde bazı zümreler tarafından kendi politik ve şahsi menfaatleri için basamak olarak kullanılmaktadır. İslam’ın yozlaşmasının en büyük göstergesi ise, günümüz dini yayınlarında Mevlâna’nın, Yunus’un ruhundan bir damla bile olmamasıdır.

Batı ve İslam dünyasını iyi tanıyan bir yazar,  Türkiye’nin de içinde bulunduğu İslam dünyası için haklı olarak şunları söylüyor: ‘’ 9 yüzyılda, Bağdat’ta Abbasi halifesinin huzurunda, Kuran üstüne yapılan bazı tartışmalar, bugün herhangi bir İslam şehrinde, hatta bir üniversitede bile düşünülemez.’’ (*)

Günümüzde İslam ülkeleri bir taraftan kendilerine olan güveni kaybederek, yaratıcı olmayan toplumlar durumuna düşerken, diğer taraftan Batı kaynaklı küresel bir saldırının tehdidi altındadır.

Günümüzde Afganistan ve Irak terör bahanesi ile işgal edilip harabe haline getirildi. Irak müzelerine kadar yağma edildi. Amerikan ordusu özgürlük, demokrasi, insan hakları adına, petrol kuyularını ele geçirdikten ve 1 milyon insan öldükten sonra eskisinden daha beter hale getirdiği Irak’tan belli belirsiz bir açıklama ile çekileceğini açıkladı.  

Batılı emperyalist güçler, Birinci Dünya Savaşın da buna benzer yollarla vatanımızı işgal etmiş, işgalciler Sevr’de kendi aralarında topraklarımızı ve insanlarımızı paylaşmıştı. Türk milleti bu işgale ve haksızlığa karşı büyük bir evlâdının önderliğinde milliyetçi bir ruhla silaha sarılmış, ülkesindeki yabancı birlikleri kovmuştu.  Dün de bugün de emperyalist saldırılara karşı duruşun tek silâhı milliyetçiliktir.

Günümüzde liberal batıcı ve bazı İslamcı kesimlerde milliyetçilik ırkçılık olarak gösterilmektedir. Bunlara göre ‘’Ben Türküm ‘’demek, milletini sevmek, geçmişte büyük işler başarmış atalarına karşı sevgi duymak ırkçılıktır. Hâlbuki dinimiz; insanın ailesi, akrabaları ve milli tarihi ile bağlarını kuvvetli tutmasını istemektedir. İnsanın milletinin her alanda gelişmesini istemesi, bu uğurda çalışması ırkçılık değildir. Irkçılık, kendi soyunun öteki soylardan üstün olduğunu iddia etmektir. Bunu dünyada yalnız Yahudiler iddia ediyor. Türk milleti tarihinin hiçbir döneminde ırkçı düşüncelere kapılmadı. Bâzı yabancı yazarlar, Türk milleti ve Türk kültürünün cumhuriyetten sonra zorlama ile imal edildiğini iddia ediyor. Bunlara göre; ‘’Bir Türk milleti ve kültürü yoktur. Türk adı verilmiş bu devlet yanlış doğumdur.(**)

Yerli medyamızda da buna benzer görüşleri seslendiren bazı liberal batıcı ve İslamcı yazarlar vardır.

Bu iddialarla da kalınmamakta, 88 yıl önce özgür, bağımsız bir Türkiye için ölüm kalım savaşı veren, düşmanı yurttan kovan, milli bir devlet kuran Türklerin bu vatandaki bin yıllık sahipliği sorgulanmaktadır.  Bu düşüncelerin temsilcileri Türk adını Türkiye’deki 36 etnik gruptan biri olarak lütfen ağızlarına alıyor, okullarda söylenen İstiklal Marşımızı ve andı ırkçı buluyor, bunları okullardan kaldırmayı hedefliyor.  Anayasa’dan Türk ve Türk kimliği ifadeleri çıkarılmadığı sürece ülkenin demokratikleşemeyeceğini ’’ ifade ediyor.

Türklüğe ve Türk kültürüne duyulan bu hınç nereden geliyor?  

Yüzyıllarca mücadele ettiğimiz haçlı devletlerin Türklüğe düşmanlığını anlayabiliriz. Türk kültüründen uzak,  batı yanaşması bazı aydınların hainliğe varan aşağılık duygusu da bu bağlamda açıklanabilir. Ancak buna benzer suçlamaların İslamiyet ve dindarlık adına yapılması üzüntü vericidir. Bu durumu Erol Güngör şöyle açıklıyor; ’’Bu manâda İslamcılık şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların maksadı İslam ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı nötralize etmektir. Bu azınlıklar ayrılıkçı bir politika takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri ân kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açıklamaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe İslâm davasının şampiyonu olarak görünürler.’’

Diğer taraftan bir kısım İslamcı da bir insanın ‘’Ben Türk’üm’’ demesini günah sayacak kadar ileri gitmektedir. Bunlar din gerçeğinin de, milliyet gerçeğinin de ne olduğunu bilmeyenlerdir.

‘’Eğer Allah dileseydi sizi tek bir millet yapardı.’’ (Maide 48) ve "Sizi milletlere ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizle kolayca anlaşıp tanışasınız.’’ (Hucarat 13) ayetlerinde görüldüğü gibi Allah bütün insanları tek millet halinde yaratmayıp onları milletler halinde yaratarak birbirlerini tanımalarını istemiştir. Bu da İslam’ın milliyet gerçeğini kabul ettiğini gösterir. Milliyetimizi dinimize engel gören bazı çevreler, binlerce yıl İslam’ın kılıcı ve kalkanı olmuş milletimize karşı, Türk düşmanlarının jargonlarını kullanıyorlar? Bunlar bilerek veya bilmeyerek batılı emperyalist devletlerin hedefi olan Türk’ü milliyetsizleştirme, kişiliksizleştirme, mankurtlaştırma projelerine yardımcı olmuyorlar mı?   

Tarihte Türklük ve Türk kültürü

Türk düşmanları kabul etse de etmese de M.Ö 3.yüzyıldan beri Türkçe konuşan bir Türk milleti ve devleti vardır. Tarihçiler; Asya Hunları ile başlayan ve Osmanlılara kadar devam eden ve 2200 yıl süren bu akışa ‘’Büyük Türk Hakanlığı’’ demektedir. 2200 yıl önce Teoman ve oğlu Mete’nin büyük Türk Hakanlığı Asya kıtasının bütün kuzey yarısını kaplıyordu. Türklerin anayurdu bugünkü Moğolistan, Çin’in kuzeyinde bulunuyordu.

Mete, Türk destanlarında Oğuz Han olarak geçer. Daha sonraki Türk Hakanlığı hanedanları, Osmanlılar da dâhil kendilerini Oğuz Han’a bağlar.

Türklerin tarih boyunca en büyük özelliklerinden birisi devlet kurma ve devlet gelenekleridir. Bir Türk devleti çökerken, yerine hemen yenisi kurulmuştur. Büyük Türk Hakanlığını kuran Hun Hanedanının yerine sırasıyla Tabgaç, Avar ve Göktürk hanedanları geçmiştir.

Gök-Türkler ve Bilge Kağan

Gök-Türkler, tarihte ilk defa Türk adını alan Türklerdir. O zamana kadar bir kavim veya aile adı olan Türk sözü, Gök-Türkler devrinde büyük bir devlet ve millet adı olmuştur. Göktürk Hakanı Bilge Kağan, günümüzden 1300 yıl önce Orhun abidelerinde Türk milletine;’’ Yukarda mavi gök çökmezse, aşağıda yağız toprak delinmezse, senin devletini kim yıkabilir!’’ diyordu.   Bu sözler,  Türklerde ‘’Devlet-i ebed müddet’’  ‘’Devletin ölümsüzlüğü inancının’’ çok önceden olduğunu gösterir.  

Göktürklerin yerine geçen Uygurlar Doğu Türkistan’ın doğusuna indi. 10. Yüzyılda Uygurların yerine geçen, aynı zamanda Müslümanlığı seçen ve Batı Türkistan’a gelen Karahanlılar Büyük Türk Hakanlığı’nın ağırlık merkezini Yakın Doğu’ya kaydırdı.

11. Yüzyılda Kaşgârlı Mahmut, sözlüğüne ‘’Türk Lehçelerinin Divanı’’ adını verdi.  Aynı yüzyılda yaşamış Yusuf Has Hacip yazdığı eserin(Kutadgu Bilig) diline Türkçe dedi. Oğuz Türklerinin 9. ve 11.yüzyıllardaki yaşayışlarını anlatan ve 15.yüzyılda yazıya geçirilmiş, Dede Korkut Kitabı ile birlikte yukarıdaki iki eser Türkçenin temel eserleridir.  Daha sonraki yüzyıllarda Yunus Emre’den Süleyman Çelebi’ye, Fuzuli’den, Şeyh Galip’e ve Yahya Kemal’e, Evliya Çelebi’den Tanpınar ve Samiha Ayverdi’ye kadar nice Türk şair ve yazarı çağlar boyunca duygu ve düşüncelerini Türkçenin en güzel örnekleriyle yazdılar.

1040 yılında Karahanlı’ların yerine geçen Selçuklular, Büyük Türk Hakanlığı’nı Akdeniz’e çıkarmak suretiyle tamamen bir Yakın Doğu devleti haline getirdi. Selçuklular Türk Tarihinin dönüm noktası oldu. Çünkü 1071’de Anadolu’yu fethedip, bu ülkeyi ikinci ebedi Türk anayurdu haline getirip ve Türkiye devletini kurdular.

Anadolu’da Türkler

O yıllarda Anadolu’da Bizans egemenliği altında yaşayan insanlar Rumca konuşuyordu.  Ani bölgesinde Bizans’a tabi Ermeniler, Irak-İran sınırları arasında uzanan Zogros dağlarında Kürtler yaşamaktaydı. Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Oğuzlar 11.yüzyılda bugünkü Türkiye’nin temeli olan Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurdular. Zamanın tarihçileri o yıllarda Anadolu’nun boşalmış, ıssız halini anlatmaktadır. Çok az kalan Hıristiyan nüfus da Müslümanlaştırılmamıştır. Bu ıssız yurdu kısa zamanda Orta Asya’dan kopup gelen Türkler doldurdu. İslâm, Anadolu’daki Türklerin kimliğinin ana unsurları arasında yer aldı. İslâm’ın temel prensipleri aynı kalmakla birlikte, Anadolu’da Türkleşmiş bir İslam,  Itri’nin tekbirinde, Sinan’ın Süleymaniye’sinde, Hattat Hamdullah’ın yazılarında ve Türklerin Kandil simidi ve mahya gibi günlük yaşayışlarına soktukları özelliklerde ve Türk tarikatlarında görülür.

Selçuklular ve onlardan sonra Anadolu’da kurulan beylikler kendilerine Türk, dillerine Türkçe dedi. Yabancılar da onları Türk veya Türkmen olarak adlandırdı. Daha o dönemlerde Anadolu, Avrupa’daki haritalarda Turkıya veya Turkmeniya olarak gösterildi. Türkler yurtlarındaki azınlıklara her türlü hakkı verdi. Onların dil ve dinlerine karışmadı.   

Selçukluların bıraktığı yerden Türk tarihinin yolunu devam ettiren hanedan ise Osmanoğulları’dır.

Osmanlı Cihan Devleti

Osmanlı İmparatorluğu’nda kuruluştan çöküşe kadar orduda ve bürokraside resmi dil Türkçe oldu. Osmanlıca terimi 1850’de ortaya çıktı. Buna rağmen 1876 Anayasası’nda dilimizin adı Türkçe idi. Avrupalılar Osmanlı Devleti’ne Türkiye ve padişahına da Büyük Türk demekteydi.

Selçuklu’dan sonra gelen Osmanlı, var ettiği medeniyetle bugünkü Türk kimliğinin diğer özelliklerini belirledi. Fakat Osmanlı Anadolu’da ve Balkan’da farklı din ve dillere sahip toplulukları yönettiği için Türk kimliğini öne çıkarmadı. Osmanlı İmparatorluğu güçlü dönemlerinden sonra çöküş dönemlerinde Batı’nın hedefi oldu. İmparatorluktaki Hıristiyan azınlıklar Osmanlı Devleti’ne karşı tahrik ve teşvik edildi.

Tanzimat, bölünmeyi engellemek için bu Hıristiyan azınlıkları Osmanlılık düşüncesinde birleştirmek istediyse de,  bu açılım işe yaramadı.  1908 Meşrutiyetinden sonra eşitlik adına bu azınlıklar ön plana çıkarılıp Türklük inkâr edilme yoluna gidildi.1912’de Balkan Savaşında 550 yıllık Türk vatanı Rumeli’ni kaybımız Türklerde milliyetçilik duygusunu doğurdu. Birinci Dünya Savaşında imparatorluğun Müslüman halkı Araplar, İngilizlerin yardımı ile Osmanlı Devletine isyan edip, Türkleri sırtından vurdu.   Bu ülkeler de elimizden çıktı. Müslümanların kardeşlik ve birliğini esas alan ümmetçilik de bir işe yaramadı.

Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı sonunda 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak savaştan çekildi. Bu ateşkes antlaşmasına rağmen, Türk vatanı parça parça işgal edildi.

Fakat Türk milleti bu durumu kabullenmedi. Önce Misak-ı Milli (Milli Yemin) ile 17 Şubat 1920’de son Osmanlı Meclisi’nde alınan kararı bütün dünyaya duyurdu.  Buna göre; ‘’ Türk milleti ya bu yemindeki şartları yerine getirecek, ya da bu yolda şerefle silinip gidecek, fakat esir olmayacaktı.’’

Bu bildiri ile Türk milleti hiçbir kayda bağlı olmadan yeni bir devlet kurmağa karar verdi. Nitekim Osmanlı Meşrutiyet Meclisinin kapanmasından bir ay sonra 23 Nisan 1920’de Ankara’da yeni bir Türk devleti doğdu. O zaman,  Mecliste şimdi olduğu iddia edilen farklı 36 etnik gurubun temsilcileri değil, Atatürk’ün sözleri ile ‘’ Hep aynı cevherin damarları…’’ olan aynı milletin evlatları vardı.

Türklerin Milli Mücadelesi

Vatanımızı elimizden almak isteyen emperyalist batı devletlerine ve onların piyonları Rum ve Ermenilere karşı Türkler şanlı bir mücadele ile Milli Misak’ı gerçekleştirmek için ‘’Ya İstiklal! Ya ölüm!" parolası ile mücadele etti.  Kuvay-ı Milliye hareketi ile Türkler el ele, gönül gönüle düşmana karşı durdu. Vatan semalarında Mustafa Kemal’in ismi kurtuluş ümidi oldu. Erzurum, Sivas ve Ankara ile birliğe gidildi.23 Nisan 1920’de kurulan Meclisin adı Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Kimsede bir Türk ve Türk kültürü takıntısı yoktur. Çünkü Meclis Türk Milleti’nin temsilcilerinden oluşmakta idi.  Batıda daha düne kadar vatandaşımız olan Rumlar, Yunan ordusunda, Ermeniler kuzeyde Ruslar, güneyde Fransız ordusunda silâhaltına alınmış daha dünkü komşularına silah sıkıyor ve her türlü barbarlığı ve tecavüzü yaparak Anadolu içlerine ilerliyorlardı. Rum, Ermeni kılığına girmiş Batılı emellerinin yüzüne Türk’ün şamarı Sakarya’da indi.

Lozan antlaşmasından sonra Türkiye’deki azınlıklar Balkan ülkelerindeki Türklerle mübadele edildi. Bu mübadele antlaşması bile günümüzde sanki Türkler azınlıkları zorla göndermiş gibi istismar edilmektedir.

Görüldüğü gibi, 88 yıl önce çok uluslu, çok dinli bir imparatorluktan milli bir devlete geçen atalarımız binlerce yıllık bir tarihi gelişimle geçmişten dersler alarak bugünkü milli devletimizi kurdular. Bu durum, aziz vatanımızın her karışını kanları ile sulayan atalarımızın verdiği bedel olup, tarihin, coğrafyanın, sosyal gerçeklerimizin bir sonucudur.

Batı devletleri nasıl milli/ulus devlet oldular?

Bugün onlardan biri olmak için gayret ettiğimiz Batı ülkeleri milli/ulus devletlerden oluşmaktadır. Avrupa Birliğine rağmen, her Avrupa devleti kendi kültürüne sıkı sıkıya bağlıdır. Bu ülkelerde de azınlıklar vardır ama milli devlet modelinden vazgeçmezler. Batı devletleri milli devlet modeline nasıl ulaştı?

Batı’da bütün Ortaçağ boyunca kilise baskısı ve feodal düzen sürüyordu. Avrupa’da bu çağlarda kral, asiller, kilise ve halk arasındaki mücadeleler sırasında daha büyük birleşmeler doğdu. Geleceğin milletleri de bu kaynaşmalar sırasında millet kültürünün temellerini attı.

Akdeniz'in Türklerin elinde bulunuşu Batılıları açık denizlere itti. Altın hırsının kamçıladığı keşiflerin ve sömürgelerin sonucu Avrupa'da sermaye birikimi oldu. Sömürgelere hakkıyla sahip olabilmek için asil millet iddiaları uyanarak, milli tarih araştırmaları büyük önem kazandı. Luther'in Almanya'da başlattığı reform hareketiyle kilisenin baskısından kaçma ve dini imparatorlukların çözülmesi başladı. Tarih araştırmalarını bir vatan üzerinde millet olma süreci izledi. Fransız bilginleri Fransa'yı tarihte ve coğrafyada aradı. 1789’da Fransız Devrimi’nde her iki Fransız’dan biri Fransızca bilmiyordu. Bu millet olma ruhu ile Fransızca resmi dil haline getirildi. Fransa’daki farklı etnik yapılar bir potada eritilerek Fransız milleti ortaya çıkarıldı. Almanya 18.asrın ikinci yarısına kadar bir millet şuurundan uzaktı. Alman yazar ve sanatçıları eski Alman destanlarından esinlenen eserleri ile milli ruhu dirilttiler. Almanların bir millet haline gelmesini sağladılar. Avrupa ülkelerinin gelişmesi bu millet olma şuuru ile sıkı sıkıya bağlıdır. Bu oluşumu, bu asırlarda Avrupa milletlerinin kendi kültür ve sanat vadilerinde uzun çalışmalarla ortaya koydukları eserlerinde görüyoruz. Buharın makinede kullanılması ile sanayi devrimini gerçekleştiren Batı, geniş ham madde kaynaklarına sahip geri ülkelere siyasi ve iktisadi emperyalizm yoluyla sahip olmuş, diğer taraftan merkantilizm denilen milli iktisat politikası takip etmiş, iktisadi hayatı düzenlemiş ve milli ekonomilerinin gelişmesi için her türlü tedbiri almışlardır.

Sonuç

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk milletinin kurduğu milli bir devlettir. Türk milleti, Türk kültürünü yaşayan insanlardan oluşmaktadır. Nitekim yapılan araştırma, anket ve istatistikler Türkiye’deki halkın %90’ı gibi tamamına yakın çoğunluğu kendini ‘’Türk’’ olarak tanımlamakta ve ‘’Türk‘’ hissetmektedir.

Türk kültürü; dilimiz Türkçeye, dinimiz İslamiyet’e, tarih ve coğrafyamıza,  güzel sanatlarımıza, soyumuza,  yaşadığımız coğrafyalarda edindiğimiz tecrübelere ve karakterimize dayanır.

Milli devletimiz son yıllarda içten ve dıştan küresel bir saldırıyla karşı karşıyadır.

Türk milletinin bu saldırıya karşı silâhı ve sığınağı,  sınırını imanımızın çizdiği Türk milliyetçiliğidir!

Kasım  / 2010

(*)Amin Maalouf, Çivisi Çıkmış Dünya,YKY, İstanbul, 2009, s.45
(**) Rainer Hermann, Wohin geht die Türkische Gesellschaft, DTV,2008

Kaynakça;
Ayverdi, Samiha; Hatıralarla Başbaşa, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul,1977
Ayverdi, Samiha; Türk Tarihinde Osmanlı Asırları,Damla Yayınları, İstanbul,1975
Güngör, Erol; İslamın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1981
Güngör, Erol; Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ötüken Yayınevi,İstanbu,1980
Işık, Emin; Devleti Kuran İrade, Kalem Yayıncılık, İstanbul, 1980
Önder, Ali Tayyar, Türkiye’nin Etnik Yapısı, Fark Yayınları, Ankara, 2007
Öztuna,Yılmaz; Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yayınevi,İstanbul 1978