“Korkunç Yıllar” ile “Yurdunu Kaybeden Adam” Cengiz Dağcı’nın canı, malı, namusu saldırıya uğramış, yurdu, toprağı yağmalanmış, Kırım Türk halkının târihini kendi hayat hikâyesi ile birleştirerek anlattığı romanlarının adıdır.

1950’li yıllarda Varlık Yayınları’ndan çıkan, ilk baskısı kütüphanemde olan bu romanları, 2015 yazında yeniden okurken; topraklarından, yurtlarından koparılan, öldürülen, sürülen, zulme, tecavüze uğrayan,  kutsalları aşağılanan, malını, mülkünü, kültür eserlerini, câmilerini, minârelerini, ata mezarlarını, okullarını, târihlerini, hâfızalarını, kimliklerini kaybeden Kırım, Balkan, Kafkas Türklerinin acı kaderini ve beka sorunu yaşayan yurdumu içim sızlayarak düşündüm.

Anadolu’ya göç hareketi ilk defa 1771 yılında Kırım’dan, en sonuncusu ise 1989’da Bulgaristan’dan oldu. Yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklarından sökülüp atılan bu insanlarımız, zâlim düşman karşısında kaldıkları çâresizlik yüzünden başlarına gelen felâketi bilinçaltına atıp unutmaya çalıştı; fakat yitirdikleri yurtlarını, oralara ait hâtıralarını hep yanlarında taşıdılar. Anadolu’ya sığınabilen, kılıç artığı göçmenler, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda 11 milyonluk nüfusumuzun yarıdan fazlasını oluşturuyordu. Bu göçmenler yeni geldikleri Türkiye’de sâhip oldukları özellikleri yüzünden yadırgandılar, hatta yabancı gibi görüldüler.

İşte bu sebeple; Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran hükümetler, savaş zamanlarında yakılıp, yıkılmış yurdumuzun yaralarını sarıp,  modernleşme yolunda adımlar atmakla kalmadılar,  göçmenlerden oluşan nüfusumuzu bir millet halinde bütünleştirmeye gayret ettiler.

Türk edebiyatında; kaybettiğimiz toprakları, o topraklarda bıraktığımız kültür ve medeniyeti, öldürülmüş, göçe zorlanmış insanlarımızı, yaşanan geçmişi konu alan çok az yazarımız vardır. Bir milletin târihte ve coğrafyada meydana getirdiklerini arama, farkına varma anlamına gelebilecek böyle bir millî romantizmi, ne yazık ki; Türk aydınları dün ve bugün idrak edememişlerdir. Geçmişle gelecek arasında bu köprü kurulamadığı için Türkiye’de yeni nesiller Üsküp, Ohri, Manastır, Prizren, İşkodra, Kavala, Selanik, Gümülcine’nin daha yüzyıl önce Türk şehirleri olduğunu dahi bilmemektedir. Bazı yazarlarımız, hatta bir başbakanımız bile bu şehirlerden sökülüp atılan Türklere değil de, Anadolu’dan mübâdele ile yâni karşılıklı anlaşmayla giden azınlıklara Türklerin etnik temizlik uyguladığını söyleyebilmiştir. Türk edebiyatında yalnız Cengiz Dağcı; yazdığı roman, hikâye, deneme ve hâtıratla Kırım Türklerinin yağmalanan değerlerini, yok edilen kimliğini ve kaybedilen yurdu geri isteyen, “O topraklar bizimdi” diyen tek yazarımızdır.

Cengiz Dağcı kimdir?

Cengiz Dağcı, 9 Mart 1919 ’da Kırım’da Yalta şehrine yakın Gurzuf köyünde doğdu. Babası Emir Hüseyin kendi toprağını ekip biçen orta halli bir köylüydü. Çocukluğu kıtlık, yoksulluk, Rus emperyalizminin zulmü ve büyük baskılar altında geçti. 1932 yılında köylülerin bütün toprakları ellerinden alınmış, köyde kolhoz kurulmuş, dünkü efendiler kendi topraklarında birer ırgat gibi çalışmak zorunda bırakılmışlardı. İşte bu sıralarda bir kış günü Rus askerleri evlerine girerek babasını alıp götürdüler; küçük Cengiz köydeki diğer babaların da alınıp götürüldüğünü, köyün yarı yarıya boşaldığını gördü. Annesi ve kardeşleri büyük bir sefâlet içine düştü.

Babası Akmesçit’te bir yıl hapiste kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Evleri ellerinden alınan aile, kümese benzer bir çatı altına sığınarak yaşamlarını devam ettirdi. Kardeşlerinden ikisi açlık, bakımsızlık ve hastalıklardan öldü.

Cengiz ilkokuldan sonra 1938’de ortaokulu bitirdi; buradan sonra girdiği Pedagoji Enstitüsü’nde 2 yıl okudu. 1940’da askere alındı. 1941’de Ukrayna cephesinde Almanlara karşı savaşırken esir düştü. Alman esir kampında büyük eziyetler çekti. Almanlar onu Türkistan Lejyonu’nda Ruslara karşı savaşmaya zorladı. Savaştan sonra 1946 yılında mülteci olarak Londra’ya geldi. Orada savaş sırasında Polonya’da tanıştığı eşi Regina hanımla evlenip bir kızı oldu.  22 Eylül 2011’de Londra’da öldü. Cenazesi Türkiye’nin Ukrayna’dan aldığı izinle, 70 yıldır ayrı kaldığı yurdu, Kırım’a götürüldü; 1 Ekim 2011’de Yalta bölgesinde Kızıltaş köyünde, ata topraklarında defnedildi.

Cengiz Dağcı’nın, roman, hikâye, deneme ve hâtırat dallarında, toplam 25 eseri vardır. Aralarında Yazarlar Birliği’nin, İlesam’ın yılın yazarı, Türk Ocakları’nın üstün hizmet ödülü de olmak üzere sayısız ödül aldı.

Cengiz Dağcı hayatını anlattığı “Korkunç Yıllar” roman notlarını 1955 yılında Varlık yayınlarına şu yazıyla gönderdi; "Elhamdülillah Türk’üm, Müslüman’ım ve bu notlarımda yazdığımın hepsinin hakikat olduğuna yemin ederim.”

Korkunç Yıllar

Cengiz Dağcı “Korkunç Yıllar “(1)  adlı hayat hikâyesini anlattığı romanına 1942 yılında yurdundan, anne ve babası, kardeşleri, hısım ve akrabalarından istasyonda ayrılış sahnesi ile şöyle başlar;

“… Kompartımanın penceresinden, elimizden alınmış ata topraklarına baktım. Bu topraklar vagonların tekerlekleri altında yılların kanlı türküsünü söylüyordu. Bu türküyü saatlerce dinledim, sonra Allah’ım, Allah’ım diye yakardım, sen bizi ayırma bu topraktan! Bu toprak bizimdir. Atalarımızın mirasıdır. Aç, çıplak kalsak da bu toprakta olalım. Ölsek de bu toprakta ölelim. Vatanım, vatanım! Dünyanın hangi köşesinde olursam olayım, ben yaşadıkça sen de bizimle beraber olacaksın…”(s.15)

Cengiz Dağcı, çocuk yaşta Kırım halkının yaşadığı zulümleri, atalarının o topraklardaki mührü olan eserlerin bir bir ortadan kaldırılmasına şahit oldu. Bunlardan birini hiç unutmadı.1937 yılında Akmesçit’te devam ettiği 3 katlı okuldaki sınıfının pencerelerinden her gün gördüğü Tokal câmiinin minâresini Ruslar yıkarlar. Cengiz Dağcı minârenin devrilmesini, “minâreyle birlikte içimde beni yaşatan bir şey de yerle bir oldu.” diye anlatır.”(s.26)

Babası onun içinde millî kültürü yaşatan, gözlerinin önünde bir dünya yaratan insandır. Akşamları ona Türk destanlarını anlatır, elinden tutarak Tokal câmiinin harâbelerine götürür, yıkıntıları göstererek “Bak oğlum, harçlarına atalarımızın alın teri karışmış din ocaklarımız düşmanlarımızın ayakları altında.” (s.26) der. Babası üzülüp, uzaklaşmak isteyen oğlunun elini bırakmaz, devam eder; “Bak iyi bak bu yıkıntılara… Biz bunlara bakıp korkmamalıyız. Düşmanlarımız korksun. Hem de nasıl korkuyorlar. Korkularından bize zulümleri yapıyorlar. Korkmasaydılar, yapmazdılar. Yüz elli yıldır bizi tüketmeğe uğraşıyorlar. Yüz elli yıl! İşte bu yurtta bir avuç tatar kaldık. Bizi büsbütün yok etmedikçe içleri rahatlamayacak. Biz mahvolduktan sonra bile, bu sefer ruhumuzun önünde titreyecekler. İyi bak bu yıkıntılara! Sen benim evlâdım olmakla beraber, bu toprağın bu yıkıntıların bir parçasısın… Seni bu toprak doğurdu, bu toprak besledi. Bil ki yalnız değilsin. Büyük bir milletin zengin geçmişi ve parlak geleceği seninle beraber. Bahçesaray’dan Kaşgar’a vatana kadar binlerce minâremiz göklere uzanıyor. Bize Tatar diyorlar. Çerkez diyorlar, Türkmen diyorlar, Kazak diyorlar, Özbek diyorlar, Azer diyorlar, Karakalpak, Çeçen, Uygur, Kabardı, Başkırt, Kırgız diyorlar. Bunlar hep yalan! Deniz parçalanmaz. Biz Türk-Tatarız. Bunu senin kalbinin bildiği gibi, her Başkırt, her Kırgız, her Kazak’ın, Kırgız’ın da kalbi bilir. Kalbinin hisleriyle hareket et. Dünyanın boş hırslarına kapılma…(s.27)

Cengiz Dağcı Korkunç Yıllar’da hayat hikâyesini anlatırken, halkının yaşadığı zulmü, uğradığı katliamları şöyle dile getirir. "Bir millet düşman kamçısı altında “vatan! Vatan!” diye inleyerek mahvoluyor. 1873 de Potemkin’in başladığı iğrenç işi bugün sarhoş, hissiz “Maloyetsler” tamamlıyorlar. Yüz altmış yıl zulüm ve işkence; gözyaşı ve ölüm. Sibirya’nın kara ve vahşi ormanlarında, Avrupa çöllerinin ateşlerinde, azgın denizlerde ölüm tekneleri içinde büyük kahraman mağrur bir millet ezildi, eridi, yok oldu. Kalanlar yurtlarından sürüldü.” (s.117)

Cengiz Dağcı, Rusların yalnız bedenleri değil, kimliklerini oluşturan Türk dilini de kestiğini şöyle anlatır; “Şu gazetelere bak, Senin dilin, benim dilim. Atalarımızın, dedelerimizin dili. Bir milletin varlığı, dili ve yurdu ile belli olur, öyle mi? Yüz elli yıldır, eski, Çarlık idaresi bizi cennet yurdumuzdan sürdü, astı, kesti. Bugünkü kızıl Rus idaresi de şuracıkta bir avuç Tatarın canlı dilini kesiyor…”(s.50)

Cengiz Dağcı, halkının çektiği acıları iliklerine kadar hissederek, Rus emperyalizmini temsil ettiğine inandığı, Şişkof isimli Rus gizli servisi subayı karşısında imiş gibi yaşananları onun yüzüne şöyle haykırır; “Hey Şişkof, Şişkof! Düşman üniforması giyip Rusya’ya karşı silâha sarıldınız diyorsunuz. Düşmanımız asıl siz değil misiniz? Ömürlerinin son günlerini duayla, namazla geçirmek isteyen ihtiyarlarımızı, seksenlik ninelerimizi, hayvan vagonlarına doldurup haftalarca pislik, sidik içinde Sibirya’ya taşıyanlar sizler değil miydiniz? Düşman üniforması diyorsunuz! 1932 yılının yazıydı. Kırım’ın kıyı köylerinde kan gövdeyi götürüyordu. Bağında, bahçesinde, bir avuç tarlasında çalışan babalarımızı sarhoş askerleriniz önlerine katmış, tüfeklerinin dipçikleriyle bellerine vura vura Yalta’ya sürüyorlardı. Hiç unutmam, o zamanlar daha on üç yaşlarında bir çocuktum. Babamla, gizlice, dağlardan geçip Yalta’ya gitmiştik. Uzaklardan, toprağından ayrılan millete gözlerimiz yaşararak bakıyorduk. Bu manzarayı bir vahşi, orta Afrikalı zenci bile görecek olsa, tüyleri diken diken olurdu. Kahpe evlâdı moloyetsler, udaloylar, parenler, analarının babalarının, erkeklerinin yüzlerine bakmaktan utanan namuslu kızlarımızın, kadınlarımızın entarilerini yırttılar.

Aklını oynatmış bir kadın, vapura bindirilirken, yavrusunu sevgili yurdunun kıyılarına atmak istiyordu.

İçimde o kadınların, o yavruların acı çığlıkları var. Düşmanlarımıza karşı savaşmak, o toprak için ölmek hakkından bizi mahrum mu ettin Allah’ım?”(s.253)

Türk yurdu Kırım’ın çocuğu Cengiz Dağcı, atalarından kalan mirâsın sorumluluğunu omuzlarında hissederek yazdığı “Korkunç Yıllar” ve diğer eserlerinde; Kırım’ın gelecekteki evlâtlarının kimliğini inşâ ettiği gibi, onlara hedefler de gösterir; “Gidin! Gidin! Kırım’ın sevgisini, Kırım için dökülen kanları, gözyaşları, Kırım’ın acısını beraberinize alın, kalplerinizde götürün! Türk dünyası geniştir, gidin. O güneşin doğduğu yerlerde kalpleriniz Türk kardeşlerinize açın, söyleyin onlara; Biz hayatta hıyanetlik nedir, küfür nedir bilmedik, deyin. Hak ve adalete inandık, deyin. Çalmadık, yakmadık, öldürmedik, düşmanlarımızın her zulmüne katlandık, deyin. Düşmanlarımızı da insan sandık, ama başımıza neler getirdiler,  deyin!” “… Kendini kuvvetsiz mi duyuyorsun? İnanmıyorum, buna. Her işine, Türk’üm; onun için yaşıyorum, onun için yapıyorum diye başlarsan sana lüzumlu kuvveti, kabiliyeti, damarlarındaki kanda bulursun…”(s.166)

Yurdunu Kaybeden Adam

Cengiz Dağcı, “Korkunç Yıllar” da her türlü eziyeti, zulmü yaşadıktan, yakınlarını ve yurdunu kaybettikten sonra, başka bir ülkede hürriyetine kavuşur. Fakat kendisinin esaretten kurtuluşu da onu mutlu etmez. Çünkü vatanı esirdir. “Yurdunu Kaybeden Adam’ı”(2) şu unutulmaz cümlelerle noktalar. “Bitti. Esirlik yılları bitti artık. Ömrümde ilk defa hür hissediyorum kendimi. Hür insanların yaşadığı topraklardayım. Ölüm korkusu, işkence korkusu bıraktı yakamı… Yıllarca peşinde koştuğum hürriyete kavuştum, ama içim neden kapalı? Kendimi bildiğim anda kaybettiğim yaşama sevincine neden kavuşamadım yeniden?

Yurdunu kaybeden adam için hürriyetin bile bir manasının kalmadığını şimdi anlıyorum. İçinde doğduğum, gülüp oynadığım yerlerde benim dilim konuşulmuyor artık. Bir zamanlar, o topraklarda dilimi konuşan insanların ne olduklarını da bilmiyorum.

Son fırtına ağacı devirdi. Bizler, uçurduğu birkaç yaprak, boşlukta yolunu şaşırmış, ümitsiz ve şaşkın, meçhul bir geleceğe doğru, yalpa vurup duruyoruz.”(s.256)

Kırım’da Türklerin başına gelen faciayı anlatan, edebiyatımızın en önemli eserlerinden olan “Korkunç Yıllar” ve “Yurdunu Kaybeden Adam” bir dönem bazı sol çevreler tarafından Rus şovenizmine karşı yaptığı tespitler yüzünden görmezden gelinse de, artan bir ilgiyle okundu.  Cengiz Dağcı, yazdığı eserlerle, yurdu işgal eden düşman ne kadar kuvvetli olursa olsun birbirimize ve dilimize sarılarak cesaretle ve korkusuzca, mücadele edilmesini, geçmişin unutulmamasını ister. Geçmişi bilmeyenlerin geleceklerini kuramayacaklarını söyler.
 
Kaynakça:
1) Korkunç Yıllar, Cengiz Dağcı, Ötüken Neşriyat,21.Basım, Şubat 2015,İstanbul
2) Yurdunu Kaybeden Adam, Cengiz Dağcı, Ötüken Neşriyat, 19.Basım, Ocak 2015,İstanbul