Her geçen yıl aslında sadece geride bıraktıklarımızı, yaşadığımız olayları değil, önümüzde nelerin olduğunu da gösteren zaman dilimidir. Bu açıdan baktığımızda zamanın sürekliliğini görme imkânı bulabildiğimiz kadar; sınırlılığını ve izafiliğini de görebiliriz.

Geride bıraktığımız yılda yaşanan ama bitmeyen olaylar arasında ikisinin çok önemli olduğunu ve önümüzdeki sene de bunların ülkemiz açısından üzerinde konuşulacak ve durulacak meseleler olduğunu tahmin etmek zor değildir. Bunlardan birinin, devlet içinde illegal yapılanmaların demokrasiyi ve milleti tehdit eder boyutlara ulaşmasının olduğunun, milleti tehdit eder bir aşamada ortaya dökülmesi olduğunu, diğerinin de ‘çözüm süreci’ diye isimlendirilen terör meselesinin nihai bir çözüme kavuşturulması olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün Cizre’de yaşananlara veya benzer olaylara bakarak bir ümitsizliğe kapılmanın zamanı değildir. İki sene önce bütün Güneydoğu’yu kasıp kavuran ateşin söndürülmesi kolay bir iş değildir, bu tür eylemlere ve provokasyonlara sadece hazır olmak gerekmez, “sürecin karşısındakilerin” çözümü önlemek için hep bu tür arayışlar içinde olacaklarını hesaba katmak gerekir.

Yılların söylediği

Mesele açıktır: Türkiye’yi Kürt meselesi üzerinden bir krize sokmak isteyenler vardır ve onlar “100 yıllık bir projenin 30 yıl acıyla, kanla olgunlaşmasından” sonra milletin iradesiyle çözülmesine asla rıza göstermeyeceklerdir.

Neredeyse bütün Batılı devletlerin, çeşitli servisler aracılığıyla katıldığı, destek verdiği, bölgede başta Suriye, İran ve İsrail’in işin içinde olduğu, adeta “geniş bir koalisyonu” andıran terör yapılanmasını tasfiye etmek, Türkiye açısından nasıl bir “milli meseleyse” bu koalisyonun bileşenleri açısından da “çözüm kolay kabul edilebilecek bir durum” değildir. Bütün bunlara rağmen sürecin başarıya doğru ilerlediğini söyleyebiliriz.

Bunu söylerken en önemli gerekçemiz, bölgemizde terörün sürdürülebilir olmasını imkansız kılacak eğilimlerin ortaya çıkmasıdır.

Bunlardan birincisi, Irak’ın ABD işgalinden sonra, yaşadığı travmanın bir an önce dindirilmesi ve istikrarı sağlama arayışıdır. Bugünkü Irak Yönetimi bu konuda kararlıdır, bunun için de Türkiye ile kapsamlı bir işbirliğine ihtiyaç duymaktadır. İkinci eğilim, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin kendi bölgesinde istikrarı ancak “ülkesel istikrar içinde” sağlayabileceği gerçeğiyle ilgilidir. Türkiye bu konuda hem güvenlik açısından hem de ekonomik açıdan anahtar konumdadır. Irak’ın bütünlüğü başta olmak üzere, Kuzey Irak Bölgesi’nde istikrar, gelişme, enerji kaynaklarının değerlendirilmesi hususunda Türkiye “stratejik, tarihsel bir ortak” konumundadır. Bu açıdan bakıldığında terör sorununun Çözüm Süreci’ne evrilmesi Irak Hükümeti, Kuzey Irak Kürt Yönetimi ve Türkiye açısından hayati bir konudur.

Çözüm yılı

Üçüncü eğilim, Suriye’de BAAS Rejimi’nin ülkede birliği sağlama imkânlarını bütünüyle kaybetmiş olmasıdır. Batı’nın dolaylı, İran’ın ve Rusya’nın fiili desteğine rağmen “BAAS Rejimi’nin devamı” mümkün görünmemektedir. Suriye’de BAAS Rejimi’nin gölgesinde güçlenen, şimdilerde Türkiye’ye karşı Batı’nın pazarlık unsuru haline gelen PYD ve benzeri yapıların devamı ise ancak “Batı sisteminin” İsrail için yaptığını düşündüğüm pazarlığa bağlıdır. Eğer Türkiye ve Batı sistemi Suriye’nin geleceği ile İsrail konusunda bir uzlaşmaya varabilirse Çözüm Süreci’nin önündeki Suriye kaynaklı bu engelin de tamamen ortadan kalkması ihtimal dahilindedir.

Dolayısıyla terör için bölgede “zamanın tükenmiş olduğunu” söyleyebiliriz.  Bu bakımdan örgütün önünde, çözümden başka bir yol kalmamıştır. Bu sürecin önümüzdeki yıl tamamlanacağını tahmin etmek sadece bir iyimser tavır değil, bölgedeki gelişme eğilimlerin sonucu olarak görülmelidir. Türkiye bir yıl önce başladığı bu yolda, bir yıl sonra ümitle yürüyüşüne devam etmektedir. Bu yılın  Türk milleti için güzellikler getirmesini dilerim.