Yeni kitaplar tanıtılır genellikle, çünkü ona yol açmak, okunmasını sağlamak, yazara ve yayıncıya destek olmak gerekir.
Ben de bunu yapıyorum yaklaşık otuz yıldır.
Yapıyorum ya, zaman zaman eskiden çıkmış, yeterince ya da değeri kadar ilgi görmemiş kitapları da tanıtmaya ayrıklı olarak çalışıyorum.
Bugün onlardan birine yer vereceğim.
Kitabın adı: “Önce Dil.” Yazarı tanınmış birisi, Yargıtay eski başkanı, Prof. Dr. Sami Selçuk.
“Sami Selçuk ve dil… Hukukçu değil mi o?” diye soranlarınız vardır. Hemen yanıt vereyim, onun dille ilgili pek çok bilimsel makalesi vardır, araştırmaları vardır, dahası dil özleşmesi bağlamında doruklara çıkmış bir özeni ve çabası vardır.
2009 yılında Truva Yayınlarınca yayımlanan 139 sayfalık küçük boyutlu bu kitaptan alıntılar, tadımlık aktarımlar yapacağım. Hadi başlayalım:
-“Anadilim Türkçemle çoğaldım, Türkçemle azaldım, üzüldüm” diyen yazarımız Enistein’in “Dilin sınırı, beynin sınırı” sözünden yola çıkarak şu çarpıcı örnekleri veriyor:
“İlköğretim döneminde bir Amerikalı öğrenci 71 bin, bir Alman öğrenci 70 bin, bir Suudi Arabistanlı öğrenci 13 bin, bir Türk öğrenci 6 bin sözcükle karşı karşıya geliyorsa, bu büyük bir açıktır.
Daha işin başında bir Amerikalı öğrenci sizin 12 katınız algıyla, yorumla başlıyor yarışa.
Eşitsizlik ürkütücü.”
-“… Önceleri ağdalı bir Osmanlıcayla yazan ve konuşan Atatürk, özellikle dil devrimine eğildiği 1930’lardan sonra arı bir dil kullanmaya özen göstermiştir. Çünkü o çağa ve bilime ulaşmak için ‘dil duvarını aşmak gerektiğini’ (C.Kudret) kavrayan bir önderdi. Bu işe öylesine kendini vermişti ki sofracıbaşı İ.Ergüven’in dediğine göre, ikinci ve son koma sırasında sık sık ‘Aman dil! Aman dil!’ diye yineleyip durmuştur (C.Kudret).
-Sami Selçuk, çeşitli ulusların dilde özleştirme çabalarına ayrıntılı olarak anlatıyor. Buradan anlıyoruz ki, bizim özleştirmeye “uydurukça” diyen Osmanlıca takıntılı kesimlerin yazdıkları gibi bu bize özgü bir durum değil. Ne var ki Atatürk’ün dil devrimi özgünlükte ve derinlikte bunların hepsinin önünde. Neden önünde? Çünkü Fransızlar örnek almışlar. Bu kitapta bu örnek almayı sayfalarca anlatmış yazarımız. Fransa’da da bu konunun izleyicisi olmuş üstüne üstlük.
-Bu kitapta “Uydur uydur saçmala” diyen, dil devrimi karşıtı kalemlerin sövgü ve suçlamalarına da yer vermiş. Hadi onları da aktaralım da kim haklı kim haksız, kim insaflı kim insafsız çıksın ortaya.
“Fareler” (F.Fuat), “ne idüğü belirsiz manyak” (N.Hacıeminoğlu), “havhavcı” (A.F.Başgil), “güve gibi musallat olan (İsmail Hakkı Yıldırım), “cehalet, hıyanet” (Z.F.Fındıkoğlu), “barbarlık, ırkçılık” Tarık Buğra, “Hitlercilik” Vâ-Nu…
-İnkılap sözcüğünün devrim yerine kullanılmasının, “dil inkılabı, Atatürk ilke ve inkılapları” gibi komik zorlamalara girişmenin gereksizliğini pek güzel açıklıyor sayın Selçuk:
“İlke dupduru Türkçe bir sözcük. İnkılap ise ‘üç lisandan mürekkep’ diye tanımlanan yüzde yüz Osmanlıca bir sözcük. Hem de dil barbarizminin görkemli bir örneği.
Çünkü ne Arapçada ne Farsçada var, bu sözcük. Aşağılık duygusunun pençesinde kıvranan ve anadilleri Türkçeyi küçümseyen Osmanlı aydınlarının ‘te’fil’ kalıbından uydurdukları ‘terzil, tenkid, tensib; ‘tefe’ül’ kalıbından uydurdukları ‘teessüs’; ‘istif’al kalıbından uydurdukları ‘istivcab, istihsal gibi kökü kökeni belirsiz bir sözcük bu.”
-Yazarımız değerli bir hukukçu olarak hukuk/yasa dilinin özleşmesi bağlamında da görüşler açıklıyor. Bu görüşlerin bilinmesinde yarar var.
-Evet son olarak Mısır’ın efsanevi önderi Cemal Abdülnâsır’ın bir dil böbürlenmesini bu kitaptan aktarayım. Diyor ki Nâsır: “Sözcüklerimi geriye alsam, Türklerin konuşacak dilleri kalmaz.”
Hadi şimdi duyun bunu ve benim şu uyarımı da duyun ve “ardından” yerine “akabinde”, “ilgi” yerine “alaka”, “kutlama” yerine “tebrik” demeyi sürdürün dil bilinci yoksulları.