Özlemin salkım saçak dalında üşüyorum,
Yıllanmış hasretlerin, bağrına düşüyorum,
Gurbetin, ayrılığın, kışını yaşıyorum;
Mevsimleri, ayları, sayamadan mihriban..

Gün doğar yüreğimde derin hançer sızısı,
Kimi bekleyiş olur, gelmeyişin bazısı,
Arar bulur hasreti garip gönül kuzusu;
Öksüz meleyişlere doyamadan mihriban..

Gün batar yavaş yavaş, yüreğimi toplayıp,
Dağların eteğinde, yokluğunu koklayıp,
“Belki yarın” diyerek, son umudu saklayıp,
Tomurcuk sevdalara, kıyamadan mihriban..

Savrulup yıldızlara, düşlere tutun şimdi,
Ayrılık kapkaranlık, suskun bir sütun şimdi,
Hayal penceresine, bakmakla yetin şimdi;
Ömrü, yerli yerine koyamadan mihriban…


*** 

Baki Tosun’u tanımadan şiirlerini tanıdım. Bayburt Neşriyatı sayesinde, şiir söyleyen, şiirle yaşayan, Zihnî ve Celâlî torunlarının kozalarını örmeğe, Türkçenin Halk şiiri geleneğinden kır çiçekleri devşirmeğe devam ettiklerini gördüm. Hayranlığımı ve heyecanımı anlatacak cümleleri bulmakta inanın zorluk çekiyorum.

Evvelki yazılarımdan birinde, Makberî Ahmet Akkoyun’u dile getirmiştim.

Baki’nin bir serî “Mihriban” şiiri var.  Abdurrahim Karakoç’un Mihriban şiirini besteleyip, ülkemize yeni bir halk Mûsikîsi sevdâsı estiren Musa Eroğlu’nun “Mihribân”ı ve Hacı Sadullah Ağa’nın Bayatiaraban Takımındaki “Mihriban”lar gibi,  Baki’nin “Mihriban’ları” da bizi, hazlara, şevklere, hayal âleminin kanatlarına, bir taraftan da Türkçenin yenilmez, yutulmaz demir leblebi oluşunun gururunu ve gücünü yaşatıyor. Yazının başındaki şiire biraz büyüteçle bakalım.

“Özlemin salkım saçak dalında üşüyorum”

Şairimiz, kış ortasında bir gün dışarıda mı kaldı ki, üşüyor? Ama mısrada, salkım saçak dallar var. Demek ki, bahar ve yaz arası dal budak salmış bir tabiat bahis konusu. Bu görüntüde bir daldan bahsediliyor. Özlemin dalı. Şairin hayali,  özlemin dalında, yemyeşil bir ortamda üşümektedir. Tabiî ki, kendi değil, ruhu ve gönlü üşümektedir, ürpermektedir. Şimdi pertavsızı ikinci mısraya tutalım bakalım yolumuz hangi mecrâya akacak?

“Yıllanmış hasretlerin, bağrına düşüyorum”

İlk mırada  “Özlemlerin salkım saçak dallarında üşüyen” dili ikinci mısrâ’nda, koyu hasretlere lâfı getiriyor. Bu hasretler, yıllanmış şarap lezzetinde. Belki buruk, dinlenmiş, iyice şekillenmiş, sabit ve kararına , kıvamına ermiş. Ve bu hasretlerin bağrına düşüyor şairimiz. Sağa sola değil. Yukarıya aşağıya da değil. Geriye ve ileriye de varmaya niyeti yok. “Hasretlerin tam bağrına, yüreğine, içine düşüyorum.” Diyor. “üşüyorum ve düşüyorum” kelimelerinin manası şairimizin mısralarında bambaşka çağrışımlara bürünüyor. Bunu yaparken çok rahat bir söyleyişle, “özlem” i birinci mısranın başına yerleştirirken, aynı manadaki “hasret” i ikinci mısrada ustaca kullanıyor.

“Gurbetin, ayrılığın, kışını yaşıyorum”

Şairimiz, bizi fazla bekletmeden, merâmini açıklıyor: “Ben, çünkü gurbetteyim. Ayrılığın pençesindeyim. Özlemlerinden uzağım. Bu uzaklık dondurucu kış gibi, soğuk mu soğuk, can yakıcı ve dayanılmaz.”

***

Şairimiz Bayburtlu. Doğduğu bölge, Karadeniz Dağlarının Çoruh kıyıları. Kışlar çok şiddetli olur. Taa Urallardan kopan soğuk dalgaları, Kafkasları aşar. Şairimizin bulunduğu yerdeki Soğanlı Dağlarını devirir, ovaya iner. Ama şairimizin dördüncü mırâ’ı sımsıcak hatta yanık yanık, seslenir bizlere. “Dıştan üşür görünüyor ama içim öyle demiyor.” Hesap tutamıyorum. Tutmak da istemem. Ben bu şekilde yaşamalıyım. Zaten yeşıyorum. Varsın mevsimler, aylar, haftalar hatta günler birbirine karışsın.”

“Mevsimleri, ayları, sayamadan Mihriban..”


***

Baki’nin şiirini nasıl olsa yukarıya aldık. Elbet herkes  kendi fikri ve zikrince algılayacak ve yorumlayacak. Ben burada şahsî tahassüslerimi dile getirmeğe çalışıyorum.  Bu şiir anlayışı ve kuruluşu, pek öyle köy veya kasaba söyleyişi değil. İşlenmiş bir dil ve didaktik bir şiir anlayışı. Ahmet Kutsi Tecer veya Bekir Sıtkı Erdoğan tavrı…. İki yedi heceyi birleştirip on dörtlü koşma tarzının başarılı örneği.

Gün batar yavaş yavaş, yüreğimi toplayıp,
Dağların eteğinde, yokluğunu koklayıp,
“Belki yarın” diyerek, son umudu saklayıp,
Tomurcuk sevdalara, kıyamadan Mihriban

Bu kıt’ayı şuuraltıma hücum eden, Sadettin Kaynak’ın bestelediği, güftesini Vecdi Bingöl’ün yazdığı hicaz şarkısını, alttan altta seslendirerek  mısrâları okuyorum. “Su uyur fısldaşır, gider yâre ulaşır / yolcu yolda dolaşır bu gün de akşam oldu.”

***
Anlaşılıyor ki,  şairimizin Mihriban ile çok başı tatlı dertte. Gönlünün bütün titreşimlerini Mihriban’a anlatıyor. Sitemlerini ona yönlendiriyor. Yaşadığı sevinçleri, üzüntüleri, hayatın bütün acı tatlı safhalarını Mihriban ile paylaşıyor. Tabii ki, başta şiirini. İçindeki Mihriban söylüyor, O da yazıyor. Yahut Mihriban sadece dinliyor ve arasıra O da inliyor. Gönül bağlarının kavuştuğu yerden de bizim duyduğumuz seslenmeler yükseliyor. Onun için aşağıya yine bir Mihriban şiiri aldım. İsterseniz, Kerem Ayağı’ndan yani Hüseynîden mısraları nağme ile okuyun. Çok zevk alacaksınız. “Sicim sicim kahır, keder” duygularından dem vuruyor şairimiz.

Yağmur gibi dolu içim,
Kahır, keder, sicim sicim,
Hicranlara ben mi seçim
Yapıp savruldum Mihriban..

Solan yapraklarla aynı,
Büküp özlemlerle boynu,
Yazda ayrı, güzde ayrı,
Yanıp kavruldum Mihriban..

Kaç mevsimim bahar oldu,
Kaç bekleyiş seher oldu,
Hülyalarla heder oldu,
Kanıp, avundum Mihriban..

Hepsi hayal, hepsi bir düş,
Yorulduğum, yeniş, yokuş
Dönüp dönüp, baştan çıkış,
Anıp dövündüm Mihriban..

Bir umuda akışa mı,
Bir rüyaya bakışa mı,
Tam içime çöküşe mi;
Neye sevindim Mihriban?


Şair Göyçeli Baki Tosun’dan ileride çok bahsedeceğiz. Büyük bir tesadüf eseri bu Celâlî ve Hicranî torunları ile yollarımız kesişti. Almanya’da Bir Agâhî’niz de var. Asıl adı Dursun Bayrak. Onun şiirlerini de topluyorum. Yazmaya gelince çok sıkıntı çekiyorum. Şiirlerinden seçme yapmak fevkalâde güç. Hepsi güzel. Ben burada ancak bir demet numune getirebiliyorum.