Eski zamanlarda Bayburt’un Saraycık köyünde bir padişah varmış. Bu padişahın hiç çocuğu olmazmış. Lalasıyla tebdil-i kıyafet edip, taşrada gezerken yorulmuşlar. Lala yiyecek hazırlarken Padişah da namaza durmuş. Namazdan sonra düşünmeğe başlamış. Padişah derin düşüncedeyken bir derviş yaklaşmış. Selâm vermiş:

- Nasılsınız Padişahım? Niçin düşünüyorsunuz? Diye sormuş. Padişah:

- Mademki Padişah olduğumu bildin, düşüncemi de bilirsin. Demiş.

Derviş, cebinden bir elma çıkarıp vermiş ve ilâve etmiş:

- Bu elmayı soyun, yarısını siz yiyiniz, yarısını da hanımınız yesin. Kabuklarını da kısrağınıza yediriniz. İnşallah, sizin çocuğunuz olur, atınızın da tayı. Yalnız ben gelmeden ad koymayınız.

Derviş bunları söyledikten sonra kaybolmuş. Padişah sevinç ve ümitle sarayına koşmuş. Dervişin dediklerini yerine getirmiş.

Vakit saat gelmiş. Padişahın bir oğlu, kısrağın da bir tayı olmuş. Çocuk büyümüş, mektebe başlamış, bir gün öteki çocuklar, şehzadeyle “Adı yok” diye ileri geri konuşmuşlar. Saraycık’ın ileri gelenleri Padişahtan çocuğa ad koymasını rica etmişler. Tellâller etrafa dağılıp herkesi saraya çağırmışlar. Üç gün tartışmışlar fakat şehzadeye isim bulamamışlar. Son gün derviş aniden peyda olmuş.

- Çocuğun adı BAY BÖYREK, tayın adı da BENGİ BOZ olsun. Demiş ve kaybolmuş.

Bay böyrek on beş yaşına gelmiş. Bir gün babasının yanındayken, bir adam içeri girmiş. Padişah bu zatı ayağa kalkarak karşılamış. Bay Böyrek:

- Baba sen kimseyi ayağa kalkarak karşılamazsın, bu zatın hususiyeti ne?
- Oğlum bu zat kale fethetmiştir.

Bay Böyrek:
- Öyleyse ben de kale fethedeceğim.

Padişah bin dereden su getirmiş, kale zaptetmenin zorluğunu, savaşın çetinliğini anlatmış. Oğlunu caydıramamış. AKKAVAK Padişahının kızıyla nişanlamış yine fikrinden döndürememiş. Bay Böyrek, arkadaşı ve sırdaşı Hasan Bey ve otuz dokuz arkadaşını alarak kale zaptetmeğe gitmişler. Bayburt’ta, Koruk denen ağaçlıkta gecelemişler. Derin uykudayken Kral’ın adamları hepsini tutsak edip zindana atmışlar. Tam yedi yıl güneş yüzü görmemişler.

Yedi yılın üstüne tıraş etmek için dışarı çıkarmışlar. Bay Böyrek bir fırsatını bulup kale burcuna çıkmış. Bakmış ki bezirgânlar geçiyor. Oğuz dilinde bir türkü tutturmuş. Aslında türkünün sözleri haber sorma gayesi güdüyormuş. Bay Böyrek:

“Gelişin nereden bezirgân başı,
Alıp sattığın türlü kumaşı,
Ondan bana haber verin yolcular”

Bezirgân başı bu manidar sözlere cevap verebilene bir yük mal vadedince KELOĞLAN ortaya atılmış. Keloğlan:

“Gelişim sorarsan Oğuz Elinden,
Alıp sattığım dünya malından,
Söyle beyim söyle kelâm gelsin dilinden”

Bay Böyrek:
“Oğuz Ellerinden beri gelirsiz,
Atamdan, anamdan haber verirsiz?
Ondan da haber verin yolcular”

Keloğlan:
“Gayet yüksektesin yüce damdasın,
Sana kimler derler, kimin oğlusun,
Söyle beyim söyle kimin oğlusun?”

Bay Böyrek:
“Gayet yüksekteyim vatanım ırak,
Bir dalga vurdu da, cûş etti yürek,
Babam Oğuz Han, adım Bay Böyrek
Ondan da haber verin yolcular. ”

Keloğlan:
“Babanı sorarsan, beli bükülmüş,
Dizi tutmaz, kemikleri sökülmüş,
Kelce vezir çıkmış, tahta oturmuş,
Böyle haber aldım ilinden,
İlinden beyim, kölelerinizden”

Bay Böyrek:
“Ateşe tutanam, ad arayanam
Acep ne haldedir o hatun anam,
Anamın evlâdı Bay Böyrek benem,
Ondan da haber verin yolcular.”

Keloğlan:
“Ananı sorarsan geldi de geçti,
Ecel şerbetini babandan evvel içti,
Böylece haber aldım ilinizden
İlinizden beyim, kölelerinizden”

Bay Böyrek:
“Acep ne haldedir, taht ile tâcım,
Acep ne haldedir, o Nigâr bacım,
Ondan da haber verin yolcular”

Keloğlan:
“Bacını sorarsan elinde desti,
Kırk örük saçını dalinden kesti,
Senden başka yoktur Bay Böyrek dostu,
Böyle haber aldım ilinizden,
İlinizden beyim, kölelerinizden”

Bay Böyrek:
“Demeyin ağalar söz sizden,
Yaş yerine kanlar aktı gözümden,
Akkavak kızından, Bengi Bozumdan,
Ondan da haber verin yolcular.”

Keloğlan:
“İşittim ki beyim, düğün dediler,
Akkavak kızını kel vezirin oğluna verdiler,
Kırk güne dek kavli karar kaldılar,
Böylece haber aldım ilinizden,
İlinizden beyim, kölelerinizden.”

Bay Böyrek:
“Bezirgânlar gelir geçer yolundan
Haber aldım, yurdum Oğuz ilinden
Ne gelir elimden, geçin yolcular?”

Meğerse kralın kızı, bu söyleşmeyi duymuş. Bay Böyreğin sesine vurulmuş, gönül koymuş. Akşam olunca zindancı başına emretmiş:

- Bugün burçta türkü söyleyen yiğidi bana getir.

Zindancıbaşı, Bay Böyreği kızın yanına getirmiş.

Kral kızı:
- Kalenin burcunda söylediğin türkülerden, bana da söyler misin?

Bay Böyrek:
- Ben türkü bilmem. Anam babam aklıma geldi de, birkaç söz söyledim.

Kral kızı kanmamış, ısrar etmiş. Bay Böyrek:

“Zindan kapısında itler,
Yakamızı yedi bitler,
Zindandaki koç yiğitler:
         Hanım destur ver çıkayım,
         Çıkıp vatana bakayım. ”

“Zindanın kapısı taştır,
Yatamazsam yerim yaştır,
Zindancı bir karabaştır
        Hanım destur ver çıkayım
        Çıkıp vatana bakayım. ”
“Zindanın orta direği,
Bölüştük arpa çöreği,
Yıkılsın orta direği,
       Hanım! Destur ver çıkayım,
       Çıkıp vatana bakayım. ”

Kral Kızı: “Eğer, gelir beni alırsan seni salıveririm, deyince Bay Böyrek “Kabul” cevabını vermiş. Bay Böyrek kurtulmuş.

Kral Kızı: “Geri gelirken iyi tedbir al. Babam ateşten korkar. Savaş düzenini ona göre kur. ” Memleketi Saraycık’a giderken Varıcna yokuşunda takati kesilmiş söylemiş. Bay Böyrek:

“Dizim tutmaz, çöl yokuşu,
Elim tutmaz çıkayım
Kolum tutmaz kalkayım
Yetiş imdadıma Bengi Boz”

Bengi Boz kişneyerek gelmiş. Bay Böyrek atın boynuna sarılmış. Kır perçeminden, alma gözlerinden öpmüş. Üstüne binmiş, kuş olup kanatlanmış. Köyüne yaklaşırken taş toplayan bir çobana rast gelmiş. Ne yaptığını sorunca Çoban:

- Bay Böyrek adında bir Şehzademiz vardı. Kale fethetmeğe gitti, hâlâ dönmedi. Kel Vezir Padişahı tahtından indirdi. Akkavak kızını da oğluna alıyor. Bugün düğün var. Bu yığınla onları taşa tutacağım, paralayacağım.

Bay Böyrek çobanın sözlerine sevinmiş. Çobanla kıyafetlerini değiştirmiş. Doğru düğün evine gelmiş. Arkadaşı Hasan Beyin hanımı Sarı Kız, Bay Böyreğe saz çalmasını, türkü söylemesini teklif etmiş. Bay Böyrek:

“Gelir itini, itini,
Araba çekmez…
Kelce vezirin hatunu
Sen oyna kösnük sen oyna”

Kelce vezirin hatunu çok kızmış. “Atın dışarı!” demiş. Sarı Kız mani olmuş. Bay Böyrek:

“Köyümün adı Saraycık,
İtinin adı karacık
Hasan Beyin hatunu Sarı Kız,
Sen oyna hanım sen oyna”

Sarı Kız türküyü söyleyenin Bay Böyrek olduğunu anlamış. Akkavak Padişahının evine haber vermiş. Akkavak kızı konaktan inerken, Bay Böyrek şu türküyü söylemiş:

“Ayağına giymiş altın nalını,
Gelir salını, salını
Kelce vezirin gelini,
Gel oyna, hanım sen oyna”

“Bilir misin ahdimizi
Kırk güne dek karar kıldığımızı
Nişanlım Akkavak kızı
Gel oyna hanım, sen oyna”

Türküyü duyan Akkavak Kızı, Bay Böyreği tanımış. Düğündekiler de tanımış. Kel Vezirin oğlu tavuk kümesine kaçmış. Bay Böyrek anasının, babasının elini öpmüş. Kel Veziri affetmiş.

Sonra yoldaşlarını toplamış, Bayburt Kalesini sarmış. Gece keçilerin boynuzlarına mum taktırmış. Kral ateşten korktuğu için elçi göndermiş. Şartları kabul etmiş. Kalenin anahtarıyla otuz dokuz arkadaşını göndermiş.

Bay Böyrek Kralın kızını da alarak dönmüş. Kırk gün kırk gece toy düğün yapmışlar. Hem Akkavak Kızını, hem de Kral kızını almış. Murada ermişler.