Türkiye’de ne zaman başkanlık sistemi tartışılsa, konu hemen ya “rejim otoriteleşir” ya da “bölünürüz” etrafında garip bir kavgaya dönüşüyor. Sanırsınız ki dünyada başkanlık sistemiyle yönetilen ülkeler hemen otoriterleşmişler veya ülkelerinde bölünmeye sebep olmuşlardır. Burada sorulması gereken veya tartışılması gereken konu şudur: Neden biz en temel meseleleri konuşmayı beceremiyoruz, neden “siyasi bir sistem meselesi” gibi bir konuyu objektif kriterler ekseninde ele almayı, tartışmayı kabul etmiyoruz. Sanırım bunun cevabı sık sık vurguladığım iki yüz yıllık “tahakküm geleneğinin” oluşturduğu “statü-elit yapısında” saklıdır.
Öncelikle başkanlık sistemiyle ilgili tartışmaların zeminini değiştirmek durumundayız. Meselenin, Türkiye’de iktidar olma ümidini kaybetmiş siyasi geleneğin, demokratikleşme süreci karşısında “iktidar kaybı sendromu” yaşayan aydın-bürokrat kadroların “kültürel sınıf psikolojilerinin” dışında bir zeminde ele alınması gerekmektedir.
Parlamenter sistem sorunu!
O halde mesele nedir, sistem tartışmalarının aslı nedir, Türkiye durup durup neden bu konuyu tartışmaktadır? Bir defa şu tespiti yapmak durumundayız: Mevcut parlamenter sistem çok iyi işler durumda olsaydı, “millet iradesi” sistem tarafından “siyasal çözüm üretme” hususunda sorunlarla karşılaşmamış olsaydı, bu mesele ne bu kadar tartışılırdı, ne de tartışmak isteyenler,( her şeye rağmen ortaya çıkmış olsalardı dahi) toplumsal bir karşılık bulabilerdi.
Demek ki, bu meseleyi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “başkan olmak arzusuyla açıklamaya” çalışmak çok anlamlı değildir. O halde Türkiye’de sistem açısından bir sorun vardır ve zamanla parlamenter sistem içinde, onunla bütünleşerek, onu ele geçirerek yapılaşmış; bürokratik ve militarist anlayışlara göre örgütlenmiş “siyasal yapı, demokratik ilkelerin işlerliğini engelledikçe, demokratikleşme sürecine karşı direnç gösterdikçe”, sistem değişimi talebi toplumsal olarak karşılık bulacaktır.
Burada hatırlatılması gereken ilk husus eğer iyi işleyecek bir zemin bulabilirse başkanlık sistemi gibi, parlamenter sistemin de başarılı olma şansı vardır ve yeryüzünde bunun örneklerinin bulunduğu bilinmektedir. İkinci husus, toplumların gelişmesinde, ekonomik kalkınmasında, tek belirleyici faktör sistem olmadığı için, sistem tartışmasına demokrasinin daha iyi uygulanabileceği bir arayış olarak bakmak gerekir.
Güçlü demokrasi
Dolayısıyla problemi şöyle tanımlayabiliriz; Türkiye’de parlamenter sistemin daha etkin bir yönetim biçimi kurma konusunda, “demokratik ilkelerin işleyişinde” karşılaşılan sorunlardan kurtulmak için sistem değişimine gitmek Türkiye’nin sorun çözme gücünü artırarak, “devlet-toplum” arasındaki ilişkilerin daha farklı bir biçimde örgütlenmesine imkan sunabilir. Her değişime karşı çıkan, devlet-sivil toplum dengesini kuracak “demokratik reformları” engelleyen, ülkenin değişim hızını kesen bir sistemden, bir başka sisteme geçişi bir “otoriterleşme tartışmasına” boğmak, ülkeye zaman ve enerji kaybettirmekten öteye bir sonuç hasıl etmez.
Şurası açıktır ki, Türkiye’nin siyasal rejimi bütün değişim çabalarına rağmen kurumsal ve dayandığı ideolojik gelenekten dolayı “otoriter yapısını” kaybetmemek için birçok alanda tutucu bir direnç göstermektedir. Bu hantal yapıyı değiştirmek maksadıyla, başkanlık sistemine geçilmesi gerektiğini söyleyen, üstelik bunu cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin siyasi iddiası olarak savunagelen, doğrudan halk oyuyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanına karşı “rejim otoriterleştirilmek isteniyor” demenin anlamlı bir tarafı bulunmamaktadır. Başkanlık sisteminin siyasal mahiyetini anlamak gerekir.