“Çözüm sürecinin” başarısız olmasını isteyenlerin başında, esas meselesi terör üzerinden Türkiye’yi bunaltıp “kendi çözüm projelerini” bu ülkeye kabul ettirmeyi düşünen ülkeler, gruplar ve anlayışında olanlar gelmektedir. Türkiye’nin kendi insanlarıyla birlikte “barış içinde yaşama iradesinin” ifadesi olan “çözüm süreci” bu unsurların hepsini birlikte bir arada açığa düşürmüştür. O günden sonra, bu büyük barış projesini başarısızlığa uğratıp, yeniden kanlı bir çatışmayı başlatma hesabı yapanların her türlü yolu denemesi kimse için şaşırtıcı değildir.

Mesele serinkanlılıkla tahlil edildiğinde ortaya çıkan tablo şudur: Türkiye’nin son yıllarda hızı artan demokratikleşme politikaları önce, Güneydoğu’da yaşayan halkın güvenini kazanıp, Kürtlerin terör örgütüyle mesafesini artırmıştır. Arkasından, 2011 ve 2012 yıllarında uygulanan anti-terör güvenlik tedbirlerinin ortaya koyduğu mücadeleyle, o günkü konjonktür içinde örgütün, terör yoluyla herhangi bir netice elde etmesini imkansız kılacak bir aşamada, kapsamlı bir çözüm projesini devreye sokmuştu.

Başkalarının hesabı

Bu projeye karşı, Batı ülkelerinden gelen tepkinin büyük bir kısmı, terör örgütü çevresinde istihbarat kuruluşları tarafından uygulamaya sokulmak istenmiştir. Örgütün içinde, çözümü kabul etmeyen bir çevre olduğu bilinmektedir ve bu durum zaten çeşitli olaylarla açıkça ortaya çıkmıştır. Batılı servisler, bu çevre üstünden “çözümü imkânsız kılacak talepleri” sıkça gündeme taşınmıştır. Burada, bazı gazeteci, yazar, siyasetçilerin aracılık rolüne soyunduğu görülmüştür. Bu çabaların, uzunca bir zaman devam ettiği fakat bir sonuç elde edemediği de, en azından 6-7 Ekim olaylarına kadar, biliniyor.

Avrupa dışında, ABD ve bölge ülkelerinin de Türkiye’nin çözüm sürecinden çok memnun olduğunu söylemek zordur. Bunlar içinde İsrail, İran ve Suriye’nin “ortak bir rahatsızlığı paylaşması” ilginçtir. Daha ilginci ise ABD’nin Türkiye’nin “milli bir proje” olarak uygulamaya soktuğu çözüm sürecinin “dışında kalmaktan” duyduğu rahatsızlıktır.

Bu rahatsızlık iki noktada ortaya çıkmıştır: Birincisi, çözüm süreciyle Suriye meselesinin birbirleriyle doğrudan ilgisi vardır ve ABD başta Özgür Suriye Ordusu’na verdiği desteği çekerek Baas iktidarının ayakta kalmasına rıza göstermekle kalmayıp, onun yarattığı katliam ve istikrarsızlığın yol açtığı boşluğu IŞİD ve PYD’nin doldurmasına saha açmıştır.

Yeni bir aşama

Bu durum, dolaylı olarak Türkiye’nin iç barışına yönelik bu iki terör yapısı üzerinden, çözüm sürecine saldırılmasına zemin hazırlamıştır. ABD‘nin bizim için yanlış olan bu politikasının, İsrail hassasiyetiyle ilgisi olduğu kadar, bölgesel bir güç olarak Türkiye’nin yükselmesinden duyulan rahatsızlığın rolünden de bahsedilebilir.

İkinci mesele Türkiye’deki belli grupların “çözüm süreci çöküyor”, “Türkiye bölünüyor” diye manşetler atarak saklamadıkları sevinçlerini, devleti içerden terörle mücadelede etkisiz kılmaya dönük çabalarıyla birlikte düşünmek gerekir. Devlet içinde örgütlenmiş “karanlık yapıların” terörle mücadele konusunda, devlet mekanizmasını içerden etkisiz kılmak için uğraştıklarına dair haberler, en azından bu konudaki tartışma ve kuşkular, ortaya çıkan provokatif olaylarla bütünleştirilince sorunun bir başka boyutu bulunduğu görülecektir.

Terörü yıllardır Türkiye’ye karşı bir uluslararası politika olarak kullananları başarısızlığa uğratan bu barış inşa edici proje her şeye rağmen sürdürülmelidir, devletin bu konudaki kararlılığı önemlidir. Belki gözden kaçırılmaması, vurgulanması gereken husus ise çözüm sürecinde yeni bir aşamaya geçilmesi gereğidir. Bugün 6-7 Ekim olaylarından sonra yeni bir durum söz konusudur ve buna yeni bir cevap vermek lazımdır.