Nihal Atsız’ı öven, olumlayan onca yazım var… Kitaplarıma alıntılar yapmışımdır eserlerinden… Gelgelelim, benim gözümde ne Türkçülük bir tarikattır, ne de Atsız da bir şeyh’tir. Onun da yanlışları, hem de vahim yanlışları vardır, eleştirilebilir.

Geçen haftaki yazımda, bunu yaptım diye haksız ve edepsiz hücumlara maruz kaldım. Kaldım ve bütün bu suçlamalar, benim “tarikat ve şeyh” nitelememin ne denli haklı olduğunu kanıtladı.

Bu yazıda Atsız’ın olumlu ve olumsuz yanlarını sergilemeye devam edeceğim.

Ama önce 7-8 yıl önce Atsız’ın ölüm yıldönümünde yazdığım bir yazıyı paylaşayım ki, hem nalına, hem mıhına vurduğumuz görüle, anlaşıla, biz Atsız’ın doğrusunu, abartısızını arıyoruz:

Bozkurtları Yaratan, Öldüren ve Dirilten O...

Türk çocuğu ulu atalarının adını, tadını ve muradını ondan duydu... “Irkının şerefe taşan efsanesi”ydi romanları. Kahramanlarının karakterlerini yoğurdu düşlemince ve tarihin yazıtsal gerçeklerince. Adlar verdi onlara övünç, güvence, kalıcı, gözalıcı... Bozkurtlardı onlar. Yaratan, öldüren ve dirilten O’ydu onları...“Dirilmelisin Atsız’ın Düşlemindeki Sur Düdüğüyle” adlı şiirimde anlatmıştım ben onları:

“Ay Hanım Hanım, sen menim canım/Men seni alım dağlara kaçım bu gece”/Demeye engel olmalı kara bahtın./Âşık olacaksan Urungu gibi olmalısın/Uçurumuna sevmelisin bahtı karanlık ay’ı. Âşık olacaksan Deli Ersegün gibi de olabilirsin/Gönül yarası ve kılıç yarası arasında/Kızgın, şaşkın, umutsuz/Sevgi mi üstün, öç mü diye sorabilirsin.Uygur Alka gibi at sürmelisin/Gülüşün ve yüz asışın Sançar’ınki gibi aşırı/Reddin ve kabulün Almıla’ca olmalı.Türk yazıp oklarınla, hünerle yay germelisin./Bögü Alp gibi en önde, en ileri/Öç gözü açık olmalısın Gök Börü gibi. Son yiyişin Yamtar gibi olmalı/Karabudakça olmalı son yay çekişin./Uşak olacaksan Işbara Alp’in Çalığ’ı gibi/El çözeceksen Kurtkaya’ya özenmelisin.Yiğit olacaksan Kürşad’ın kırk yiğidinden biri ol yeter/Savaşman düğünde oynarcasına/ Ölümün ölümlerin en güzeli./Kıraç Ata’nın okuduğu gelecek üzre/Bin üç yüz yıl sonra yeniden dirilmelisin/Atsız Ata’nın düşlemindeki sur düdüğüyle.

Yarın Atsız Ata’nın ölüm yıldönümü... Türklüğün yok edilmeye çalışıldığı bu günlerde onu anmakla kalmayıp arıyoruz da özlemle... Geçen yıl 11 Aralık’ta sormuştum “Nice Adamdı Atsız?” diye ve şöyle yanıtlamıştım: 

Sıradan ve sürüden biri değil, özgün adamdı Atsız 
Fikirleri ve şiirleriyle dizgin adamdı Atsız.
Ufuklar ötesine sezgin adamdı. 
İnadına doğru düzgün adamdı Atsız. 
Engindi utkularında, dingindi tutkularında
Orkun ve Ötüken’e doğru gezgin adamdı Atsız. 
Ezilmişti ezgin değildi, bıktırılsa da bezgin değildi. 
Ülkü siyasete alet edildiğinde üzgün adamdı Atsız. 
Dünya malına kuzgun olan milliyetçilere kızgın adamdı Atsız.
Yağmurundan, öz sağanağından bozgun adamdı 
Ve yazgın adamdı Atsız, ölümle düşmüştü elinden kalem.

Ve o Atsız, “ülkü”yü de en doğru tanımlayıp yazan adamdı. Piriydi o “Türk Ülküsü”nün. Bugün o ülküye “fesat karıştırmak” isteyenlere, onun kalemiyle yanıt verelim, Tanrıdağı’na yollayalım bir yüce dilek olarak: “Bir milletin yürütücü kuvvetine ’ülkü’denir. Toplumlardaki kişileri birbirine bağlayan nesne, sadece kök birliği, çıkar ve ihtiyaç değil, bunlarla birlikte ve aynı zamanda ülküdür. Ülküsüz topluluk yerinde sayan, ülkülü topluluk yürüyen bir yığındır. Sözlük anlamı ‘and’ ve ‘uzak hedef’ demek olan ‘ülkü’, topluluğu aynı yolda yürüten bir kuvvettir ki, bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten sözleşmiş gibidirler. Ülkü, ilkönce, insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliğinde, şuuraltında, hayallerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra şuura geçer, büyük kılavuzlar tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamle sırasında da ülkülü millet, kahramanlar ardından gönül isteği ile koşar. Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür; önce manen, sonra maddeten ilerler, olgunlaşır, erginleşir.”

Ve haddini biller, sen kimsinler?

“Haddini bil, sen kimsin ki Atsız’ı eleştiriyorsun?” yollu bir yığın laf ve hakaret geldi geçen hafta bana. Bunların, eğer akılları ve iyi niyetleri varsa, yazdıklarım doğru mu, haklı mı, ona baksınlar ve bir de bizi tanısınlar; kimiz, nerelerden geliyoruz, ne yapmışız, ne yazmışız. Herhangi bir kitabımızdan bir cümle okumamış olanların “Senin haddin mi?” diye sormaları en büyük had bilmezliktir.

Evet, Atsız eleştirilerine başlayabiliriz artık:

Kız-erkek öğrencilerin bir arada okumalarına karşı çıkıyor Atsız. Nedenmiş? Çünkü kızlar arasında kalan kimi erkek çocuklar erkeklik duygularını yitiriyorlarmış.


Saçmalıktır bu, bilimsel bir dayanağı yoktur bu sav’ın…

Ama durun dahası da var, Atsız, erkek öğrencilere bayan öğretmenlerin ders okutmasını da zararlı buluyor. Buluyor ama kendi eşi Bedriye Atsız Hanımefendi erkek öğrencilere ders okutup durmuş.

Bitti mi? Hayır. Atsız, okulların birer kışla gibi olmasını, öğrencilere askeri eğitim verilir gibi eğitim verilmesini ve mümkünse okul müdürlerinin de yüksek rütbeli subaylardan olmasını savunuyor: “Ceza bütün şiddetiyle okullara girmeli ve kötü aile muhitlerinde yetişen veya şahsen fenalığa istidatı olan çocuklar yaptıkları hareketlerin mukabelesiz kalmadığını görmeli ve iyi çocukların da bozulmasının önüne geçilmelidir”.

Ya spor? Ohooo o bağlamda da neler var neler: “Askerlik ve spor liselerde daha sıkı olarak devam etmeli ve talebeler silahla toplu bir halde talime, hakiki süngü ve kılıçlarla hakiki mübarezeler (çatışmalar) yapmağa alışmalıdır. Zarar yok, aralarında tehlikeli yara alanlar bulunsun… Bu yaralar sinemaların, baloların yaptığı tahribat kadar zararlı değildir.”

Evet meraklısı, Çınaraltı Dergisi’nde yayımlanan “Türk Gençliği Nasıl Yetiştirilmeli” adlı makalesine bakabilirler Atsız’ın.

Şiirlerine de bakalım:

“Gün olur ki mertliğin uğrar kahpe bir hınca/namert bir el arkandan seni vurur kadınca”

Kahpenin, namerdin kadını erkeği olur mu? İnsafsız, haksız ve dayanaksız bir kadın düşmanlığı…

Ve felsefe düşmanlığı:

“Anlamayız hayatı felsefeyle ilimle/Hayat çelik ellerle atılan zar olmalı/Rahat yatakta ölmek sanki olmaz mı çile/Kanlı sınır boyları bize mezar olmalı”

Hayatı bilim ve felsefe ile anlamamak, biz de bunu anlamayız. Felsefe ve bilim yapmakla, yurdunu müstevlilere karşı savunmanın çelişen bir yanı yoktur bize göre.

Devam edelim: “Atsız ve Yahudilik/Yahudiler” dersem siz bana ne dersiniz? Vereceğiniz yanıt büyük olasılıkla Atsız’ın şu sözleri olacaktır: “Onun Allah’ı paradır. O, cebine birkaç para koyabilmek için gölgesinde yaşadığı bayrağı satmaktan çekinmeyen namussuz bir bezirgândır. Hangi memlekette oturuyorsa oranın düşmanıdır.”

Peki Türk Yahudileri böyle midirler, bu ülkeye açık, belgelenmiş ihanetleri var mıdır, sözgelimi Kurtuluş Savaşında böylesi faaliyetleri olmuş mudur? Bunun yanıtı da hayır’dır.

Ve bunları diyen Atsız, Türk Ülküsü kitabının 1956 yılındaki basımında Yahudilere övgüler düzmüştür. İşte o yazdıkları:

“Bu millet bugün bir milli ülkü adına herhangi bir millet kadar cesaretle çarpışıyor. Milli kahramanlar yetiştiriyor ve bu milli kahramanlar idama mahkûm edildikleri ve dilerse ölümden kurtulacakları halde İngiltere’den af dilemeyerek milletlerine şeref vermek suretiyle ölüyorlar. Bu milli ülkü sayesinde, Filistin’deki yarım milyon Yahudi yalnız Araplar değil, koca İngiltere ile de savaşı göze alıyor, Amerika’ya meydan okuyor. (…) İstiklal uğruna savaşın en tipik örneğini Yahudiler vermiştir. (…) Yahudiler tam bir Arap ülkesi haline gelen Filistin’den nasıl Arapları sürerek orada Yahudi çoğunluğu yaptılarsa, biz de aynı şeyi yaparak bize ait toprakları mutlaka Türkleştireceğiz.”

Evet bu yazdıkları bize göre de doğrudur. Doğrudur da sonraki yıllardaki Yahudi düşmanlığı nedir o zaman?Türkçü ve Kemalist Tekin Alp’i bile Yahudi asıllı olduğu için Türk saymamak nedir?

Bunların cevabı aranmalı, verilmeli.

Daha var, çok var Atsız’ın çelişkileri, bu yazıya sığmaz, biz yol açıyoruz, meraklısı, zekâlısı gitsin bu izden.

Ve sıra geldi tarihçi-yazar Muhittin Nalbantoğlu’dan dinlediğim son derece önemli bir anekdotu aktarmaya iyi okuyunuz.

Muhittin Bey, Cağaloğlu’nda yayıncılık yapmaktadır, bir gün komşu bir yayınevinde Hasan Âli Yücel’e rastlar. O yayınevinde cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün konuşmaları kitap halinde basılmaktadır. Fakat Muhittin Bey bakmıştır ki, 1944 olaylarının pimini çeken o ünlü 19 Mayıs nutku bu kitapta yoktur. Nedenini sorar Hasan Âli Bey’e.

Yanıt şudur: “Biz almıştık, İsmet Paşa çıkarttırdı. Nedenine dair de şunu dedi: Bazı işler vardır ki, onun gerekçesini, arka planını birkaç kişi bilir ve bu sırrı mezara taşır. Bu konuşma da onlardan biridir, yapılması gerekiyordu yapıldı ama artık bence hiçbir hükmü ve gereği kalmamıştır.”

Yorum ve değerlendirme sizin… Yorumlayın ama yorularak yapın bunu lütfen…

Bir de Siyasi Ümmetçilik Tartışması

Baktım, Atsız, fi tarihinde “Siyasi Ümmetçilik” diye bir deyim kullanmış. Yahu şu konuyu da sosyal medyada bir dillendireyim dedim (yine geçen hafta oluyor bu da). Ve yine tartışma çıktı. Buyrunuz okuyunuz:

“Bir ‘siyasi ümmetçilik’ söylemidir gidiyor, bir tarihte Atsız demiş bunu, papağan gibi yineliyorlar birileri...

Yahu, siyasi olmayan ümmetçilik iyi midir ki, siyasi olmayan ümmetçilik var mı ki? Bu soruları sorun ve yanıtlarını arayın....

Yorumlar
Fehmi Yucesoy
Fehmi Yucesoy cazım bey kardeşimizin ciddi sıkıntıları var. Tanrı yardımcısı olsun. Hekim desteğine ihtiyacı var.

Cazim Gürbüz
Cazim Gürbüz Bırak böyle kalıp suçlamaları da fikrin varsa söyle! Siyasi olmayan ümmetçilik nasıl oluyormuş de bakalım? Asıl sen git doktora, saplantı ve takıntıların var, algılama eksikliği çekiyorsun, inandıklarının sorgulanmasına alerji duyuyorsun, bunlar hayra alamet belirtiler değil. Kaldı ki, bizim akıl ve fikir sağlımızın olduğu yazı ve kitaplarımızla tescillidir, siz önünüze ve içinize bakınız...”

Evet… Son olarak şunu diyeyim “Kemalist Türkçülük” adlı bir kitabın hazırlığı içindeyim. Yılsonunda çıkabileceğini sanıyorum. Türkçülüğün ussalı, bilimseli, Atatürkçesi orada olacak. Biz kitaplarımızdayız, eleştirecekseniz, onları okuyarak yapın bunu.