Bir müddet önce bir Yunan milletvekili Avrupa Parlamentosu’na verdiği önergeyle, İstanbul’da Ayasofya’ya güvercinlerin girdiğini; Türklerin, Yunan ve Hıristiyanlığın bu büyük eserine gerekli dikkati göstermediğini, bu nedenle Türkiye’nin îkaz edilmesi gerektiğini ifade ediyordu.
Bir müddet önce bir Yunan milletvekili Avrupa Parlamentosu’na verdiği önergeyle, İstanbul’da Ayasofya’ya güvercinlerin girdiğini; Türklerin, Yunan ve Hıristiyanlığın bu büyük eserine gerekli dikkati göstermediğini, bu nedenle Türkiye’nin îkaz edilmesi gerektiğini ifade ediyordu.
Daha sonraki günlerde Türk gazetelerinde, Yunanistan’da yapılan bir kamuoyu araştırması yayınlandı. Buna göre; ankete katılan Yunanlıların yüzde 77.7’si Türkleri tehlike olarak görürken, yüzde 75’i İstanbul ile Karadeniz ve Ege bölgeleri ile Kıbrıs’ı “kaybedilmiş vatan toprakları’’ olarak niteledi.
Yunanlılar Ayasofya’ya giren bir güvercini bile olay yaparken, biz Türkleri en büyük tehlike olarak algılarken ve Anadolu topraklarını ‘vatan toprakları olarak’ görürken, bizim Yunanistan ve Yunanlılara bakışımız nasıl?
Türkiye’de yapılan kamuoyu araştırmasında Türklerin Yunanlıları bir tehdit olarak görmediklerini, “Kaybedilmiş vatan toprakları’’ diye bir sorunlarının olmadığını anlıyoruz. Yunanlıların İstanbul’daki izlerine gelince; bir gazetemizde okuduğum, Saffet Emre Tonguç imzalı, “İstanbul’da Bizans İzlerine Yolculuk’’ başlıklı yazıda, İstanbul’da Bizans’tan kalan bulvar, meydan, sarnıç, su kemeri, manastır, kilise, saray, sur ve kapıları tek tek resimlerle tanıtılıyordu. Meğer İstanbul’da Bizans’tan ne çok iz varmış. Atalarımız, meğer bazı batılıların iddia ettiklerı gibi; hiç bir şeyi yakıp yıkmamışlar, bu eserlerin zamanımıza kadar gelmesini sağlamışlar. Bu yazıyı okuduktan sonra Yunanistan’a, Atina’ya yaptığımız geziyi ve bu şehirde 400 yıllık Türk hâkimiyetinden kalan izleri düşündüm.
***
Yunanistan, yüzölçümü 131.957 km2 olan küçük bir ülke. Topraklarının dörtte biri tarıma elverişli. Büyük sanayisi yok. Nüfusu 11.193.000 milyon. Fert başına düşen geliri 25.740 Dolar. Halkının geçim kaynağı turizm ve tarım. Başkent Atina’nın merkez nüfusu: 745.514, banliyöleri ile birlikte 4 milyona yaklaşıyor. (Kaynak: Der Fischer Weltalmanach 2010)
***
Yunanistan’a bir yaz ayında gittik. Atina, uçaktan yeşili çok az; etrafı tepelerle çevrili, yalnız batı kısmı açık bir şehir olarak görünüyordu. İskelesi Pire’ye 7 kilometre uzaklıkta idi. Batı Avrupalılar ile karşılaştırıldığında Yunanlılar bize daha çok benziyor. Havaalanından başlayarak kendimizi âdeta Türkiye’de zannettik. Yunan halkı ve kültürü, 400 yıllık Türk hâkimiyetinden büyük ölçüde etkilenmiş. Yunan hayatındaki Türk özellikleri hemen görülüyor. Adları bile aynı olan yemeklerimiz, müzik âletlerimiz, müziğimiz, nazar boncuğu, tavla, karagöz, ev mimarimiz, lokumumuz, kahvemiz vesaire bunlardan bazıları. Yunanlıların ısrarla bunları kendilerine mâl etme iddiaları ise bize karşı olan kompleksleriyle açıklanabilir. Konuştuğumuz Yunanlıların bizim Türk olduğumuzu öğrenince düşmanca bir tavır gösterdiklerini söyleyemem. İnsanların Türkiye ve Türklerle ilgili olumlu anıları var. Bunları anlatıyorlar. Özellikle bize bu nedenle misafirperverlik göstermek istiyorlar. Bildikleri Türkçe kelimeleri sıralıyorlar. İki halkın arasındaki sorunlara politikacıların neden olduğunu söylüyorlar. Ama Yunanlıların biz Türklere göre daha milliyetçi olduklarını ve kendi kültürlerine daha bağlı olduklarını belirtmeliyim.
Yunanlılar eğlenceyi seviyor. Akşamları lokanta ve kahveler dolup taşıyor. Turistler de Yunan müziği dinlemek için bu müzikli, sirtakili lokallere gidiyor. Hiçbir lokanta veya otelin Türk adı olduğunu görmedim. Türkiye’de ise her tarafta, sanki burası Yunanistan der gibi, Yunan isimli otel ve lokanta adları var.
Atina merkezinde son Bizans imparatoru Konstantin’in heykelini ve kiliselerin önünde çift başlı, kartallı Bizans bayrağını gördük. Yunanistan’da yalnız dini alanda değil, siyasi alanda da, Yunan Ortodoks kilisesinin büyük ağırlığı var. Çünkü, Türklere karşı kazanılan 1821 dış destekli Mora İsyanı’nı Yunan kilisesi yürüttü. Yunan kilisesi, Yunan kimliğini, Türk düşmanlığı üzerine kurdu. Yunan ülküsünü (Megali İdea) hükümetler değişse bile Yunan kilisesi yürütüyor. Yunan ülküsü, Türkiye’nin aleyhinedir. Çünkü Yunanistan Türkiye’den aldığı topraklarla büyüdü. Yıllardır süren Kıbrıs davasında Türklere hiçbir hak tanımayan; adayı Yunanistan’a bağlamak isteyen Yunanlıların bu inadını Yunan ülküsüne bağlamak gerekir. Kıbrıslı yazar Nevzat Yalçın, çocukluk hatıralarını anlattığı “En Eski - En Uzak’’ isimli kitapta 1930’lu yıllarda Kıbrıs’ta şahidi olduğu, Ortodoks Kilisesinde Rum çocuklarına bu Yunan ülküsünün fanatik bir Türk düşmanlığı şeklinde nasıl verildiğini anlatmaktadır. Kıbrıs’tan sonra İstanbul’un, Doğu Karadeniz’in, Batı Anadolu’nun Yunan hedefleri olduğunu unutmamak gerekir. Yollarda İstanbul istikametini gösteren trafik işaretlerinde İstanbul, “Konstantinopel’’ olarak gösteriliyor. Büyük tarihçimiz Halil İnalcık’ın dediği gibi “Her Yunanlının gönlünde Bizans İmparatorluğu, Konstantinapolis hayâli yatar. Hayret ettiğim bir şey, Türklerde buna karşı bilinç yok...’’(Tarihçilerin Kutbu, Halil İnalcık Kitabı, İş Bankası Kültür Yayınları)
371 yıllık Türk döneminden Atina’da yalnız iki Türk eseri bırakılmış. Birincisi Monastriki Meydanı’nda bulunan Mustafa Ağa tarafından eski caminin yerine 1759’da yaptırılan Voyvoda Camisi bugün minaresi yok edilmiş bir halde çini müzesi olarak yaşıyor. Bu camiyi yaptıran Mustafa Ağa, civardaki Yunan tapınaklarından mermer sütunları cami yapımında kullandı diye zamanın Osmanlı Hükümeti tarafından görevinden alınmış.
Atina’da kalan diğer eserimiz ise, Fethiye Camisi’dir. Fatih Sultan Mehmet Han,1458 Ağustos’unda Atina’ya girdi. Türklerin “Medinetü’l Hükâme = Bilgeler Şehri’’ dedikleri bu şehri uzun uzun gezdi. Roma Agorası’nda bulunan caminin temelini de bu sefer sırasında attı. Cami ismini de Atina fethinin anısı olarak aldı. Fethiye camisi bu gün yıkılmak üzere kaderine terkedilmiş. Ecdadın mezar taşları, caminin duvarına kırık dökük dayanmış. Fethiye Camii 1829’ dan sonra okul, ceza evi, fırın olarak kullanılmış. Minaresi yok edilmiş. Çevresindeki mezarlıklar kaybolmuş. Bahçede Türk motifli çeşme duruyor. Medresesi yıkılmış. Cami ortadaki ana kubbeyi destekleyen dört yarım kubbeli. Köşelerde dört küçük kubbe ve önünde 5 küçük kubbeli son cemaat yeri var. 1935 yılında yıktırılmak istenmiş, Türk hükümetinin yaptığı girişimler sonucu bundan vazgeçilmiş.
Bugün ikiyüzbinden fazla Müslümanın yaşadığı Atina ve çevresinde Müslümanların ibadet edeceği bir cami bulunmuyor. Bütün Avrupa başkentleri arasında yalnız Atina’nın ibadete açık bir camisi yok. Müslümanların bir cami yapılması için izin isteklerine ise kilise karşı çıkıyor. Gazete haberine göre, milletvekili Stelyos Papathemelis “Atina’da cami açalım ama önce Türkiye Ayasofya’nın anahtarını patrikhaneye versin’’ diye buyurmuş. Türkiye’de iki-üç bin Rum-Ortodoks bulunmasına, İstanbul’da onlarca Ortodoks kilisesinin açık olmasına rağmen ve üstelik bir de Heybeliada Ruhban okulu için bastıran Yunanistan’a ne diyelim? Ha, bir de kendini Lozan’a aykırı bir şekilde ‘Ekümenik Patrik’ ilân eden patriğimiz cabası. Patrik Barhtolomoes son günlerde yaptığı bir açıklamada kendini Türkiye’de ‘’Çarmıha gerilmiş gibi hissettiğini’’ söyledi. Patrik Efendiye ”Lozan anlaşmasına göre; siz yalnız Türkiye’de kalan Rumların dini ihtiyaçlarını karşılamak durumundasınız. Hem Türkiye’de kalıp, hem de bütün dünyadaki ortdoksların başlığına yani ekümenik patrikliğe oynayamazsınız! Ruhban okulunu yasalarımıza aykırı bir şekilde, Milli Eğitimden bağımsız, Patrikhane’ye bağlı olarak açamazsınız! Nüfusunun yüzde 99’unun Müslüman olduğu bir ülkede ne diye bütün bunları yapmak istiyorsunuz? Bu ısrarınızın sebebi ne? Bahsettiğiniz eziyeti niye çekiyorsunuz sayın Patrik? Burada sizi tutan ne? Gidin Ortodoksların bulunduğu yere’’ denmesi gerekmez mi?
Yunanistan’da Batı Trakya’da yaşayan 130 bin Türk’ün dini haklarını engelleyen, Atina’da bir cami, bir Müslüman Mezarlığı bile açmaya izin vermeyen Yunan makamlarının ve kilisesinin Lozan’a aykırı bir şekilde bizden bunları istemeye ne hakları var? Ancak her zaman yaptıkları gibi bütün Hıristiyan dünyasını kışkırtıp, arkalarına alarak bizi baskı ile köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar. 1919’da İzmir’e çıktıklarında da arkalarında onlar vardı; Sakarya’da yedikleri tokatı unutmadılar. Şimdi yeni yollar deniyorlar. Türk hükümetleri neden devletler arasında geçerli olan karşılık ilkesini hayata geçirmiyor? İstanbul’da Ayasofya restore edilirken, Atina’da Fethiye Camisi neden restore edilmiyor? İstanbul’da Rum Lisesi açıkkken, Gümülcine Türk Lisesi neden kapalı? Yunanlılar ülkelerinde Türklere bir marketin bile satılmasını istemezken, Türkiye neden Finansbank’ı National Grek Bank’a ve stratejik önemi olan bazı fabrikaları Yunanlılara sattı. Türkiye’nin AB kapısında beklemesi de Yunanistan’ın işine gelmektedir. Bize yaptırmak veya bizden koparmak istediklerine bu kanalla ulaşmak istiyorlar. ABD ve AB için zaten bütün bu hususlar Türkiye’ye müdahele için bahanedir.
***
Türkler Atina’da yukarda isimlerini verdiğimiz iki eseri yapmadı. Gezdiğimiz Benaki Müzesi’nde Atina’yı 19.yüzyıl başında gösteren resimlerde Atina bir Türk şehri gibi bir çok cami ve minaresiyle görünüyor. Hüsnü Bey Cami, Sütunlu cami, Akropol eteğinde bulunan cami, Küçük cami, Kifisiye cami, Revaklı Medrese, Voyvada Sarayı, tekkeler gibi bir çok Türk dönemi eserinden bugün iz bile yok.
Türkiye’de Bizans eserleri korunup saklanırken; hatta Turizm Bakanlığımızın Türkiye’yi tanıtıcı reklâm filimlerinde sanki Türkiye bir Hıristiyan ülkesiymiş gibi, Türkiye’deki Yunan kiliseleri başrollerde iken, Atina’daki Türk eserleri neden yok edildi? Bunu ülkemizdeki ve Batı’daki Yunan hayranları açıklayabilir mi? Türklere önyargılarla saldıranlar buna ne diyecekler? Bu tahribatı biz yapsaydık, bize söylenmedik söz kalmazdı. Bu yüzden Avrupa Birliğine giremeyeceğimiz hemen ilân edilirdi. Ondan önemlisi, neden Türkler, Batı himâyeli Yunanistan karşısında hep aşağıdan alıyor? PKK’nın desteklenmesi, Öcalan’ın saklanması gibi konular da bile Türkiye ağırlığını koyamadı. Terör örgütünü desteklerken suçüstü yakalanan Yunanistan, Türkiye’den özür bile dilemedi. Atina duvarları halâ PKK afişleriyle dolu.
Avrupalı’nın çifte standardını Atina’da gördük. Monastriki meydanındaki pazarda etler, kuru yemiş, simit açıkta satılıyordu. Avrupa Birliği üyesi Yunanistan kendi normlarını yaşıyor. Hele Latin harfi olmayan yazısını değiştirmemesi ise hangi Avrupa değerine uyuyordu?
Atina’da eski Yunan eserleri ve şehre hâkim bir tepenin üzerindeki Akropolis restore edilmiş. Arkeoloji müzesi, Agora’da Sokrat’ın konuştuğu yer, Rüzgâr Kulesi, Atena Tapınağı gezilip, görülecek yerlerden bazıları. Atina olimpiyat nedeniyle iyi bir metro ulaşım düzenine kavuşmuş. Bununla Pire Limanı’na gittik. Limanda devasa arabalı vapurlar Ege adalarıyla bağlantıyı sağlıyor. Paşa Limanı adlı eskiden Türk donanmasının kaldığı yerin sahilinde oturduk. Hayret! Yunanlılar bu tarihi hâtıranın adını ve izini yabancı seyahat kitaplarından silememişler.
***
Bu geziyle, aynı denizin iki kıyısında yaşayan, birbirine benziyen iki halkın arasında dostluk ve kalıcı bir barışın kurulması için ortada önemli bir sorun olduğunu gördük. Türkiye’de Grek geceleri düzenlemek, sirtaki oynamakla bu sorun çözülmüyor. İsteyen kendini böyle kandırmaya devam etsin. Ama Yunan tarafı, Yunan ülküsünden ve Türkiye aleyhine genişleme isteklerinden vazgeçmedikçe bu sorunlar çözülecek gibi de değil. Türkler, Batılı olacağız diye Batının şımarık çocuğu Yunanistana karşı hep savunmada veya taviz vermek zorunda bırakılıyor. Yunanlılar; Kıbrıs, Ege Kıta sahanlığı, Ruhban okulu, ekümenik patriklik, Pontus gibi hususları Batı’nın baskısı ile gerçekleştirmeye çalışıyor.
Sonuç olarak; üzerinde bulunduğumuz vatan topraklarımız için Yunanlıların mücadelesi devam ediyor. Türklerin bu mücadeleye karşı koyacak ruhu, gücü ve insanı yok mu?
Ocak / 2010