Dünya hayatında huzur bulmak için iyi bir aile düzeni kurmak gerekir. Hiç kuşkusuz bu hususta örnek alacağımız rehber Allah Resulünün aile hayatıdır. Nasıl ki; tevhidi korumak, aklı korumak, canı ve malı korumak tüm semavi dinlerin temel düsturu ise aynen öyle de namusu korumakta aile düzeni açısından temel düsturdur. Bu yüzden yuva kurmak kadar yuvayı korumakta çok mühim hadisedir. Dolayısıyla nikâhta keramet vardır düsturunca yuvayı selamet kılmak gerekir. Yeter ki, nikâh ulvi gayeler uğruna kıyılmış olsun, bak o zaman hem dünya yurdu, hem ahret yurdunda ebedi saadete erişmek nasip olurda. Zaten ulvi gayelerin dışında kurulan yuvaların akıbeti malum, er geç yıkılmaya mahkûmdurlar. Hele nefsi arzularının peşinden koşanlar aile içerisinde huzur kaynağı olmadıkları gibi bulunduğu çevreye de zarar verirler.
Evet, bir insanın huzur bulmak diye bir derdi varsa bu noktada evlilik büyük bir fırsat teşkil etmekte. Bu fırsatı iyi değerlendirenler pek başları ağrımaz, değerlendiremeyenlerin ise vay haline. Evlilik aile düzeni açısından çok önem arz ettiği o kadar net açık ki, tüm peygamberler evlenmekten geri durmamışlardır. Ama söz konusu peygamberler değil de beşer olunca kimileri için evlenmek vacip olurken, kimileri içinde mekruh olabiliyor. Malum hali vakti yerinde olanlar içinse evlilik sünnet-i seniyyedir. Nitekim Allah Resulü “Nikâh benim sünnetimdir, kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir. Evleniniz! Zira ben diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim. Kimin maddi imkânı varsa evlensin. Kim maddi imkân bulamazsa oruç tutsun. Çünkü oruç şehveti kırıcıdır” buyurmuştur. Zaten Yüce Allah (c.c)’ın beyan buyurduğu; “İçinizden bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden evlenmeye elverişli olanları evlendirin. Şayet fakirseler Allah kendi lütfüyle zenginleştirir. Allah lütfü bol olandır, her şeyi bilendir” (Nur suresi; 24, ayet 32) ayet-i celilesi bu sünnetin teyididir. Kaldı ki, evlenmeksizin soy sop devam etmez. Soysopdan amaç ise hayırlı evlatlardan oluşan neslin devamını sağlamaktır. Bakın, bu hususta Yüce Peygamberimiz (s,a.v) ne buyuruyor; “İnsan ölünce tüm amellerin sevabı kesilir. Ancak üç şey bundan müstesnadır: Devam eden sadaka-i cariye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.” Hatta Allah Resulü (s.a.v); değil annesine babasına dua eden evlat, ölen körpecik bir çocuğun bile ahrette ebeveynine şefaatçi olacağını müjdelemiştir.
Şurası muhakkak; evlenmekle de her şey bitmiş sayılmaz, asıl evlilik sonrası aile olmanın hakkını vermekte gerek. Zira Peygamberimiz (s.a.v)’in; “Hepiniz çobansınız, hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Amirler memurların çobanıdır. Kadında evin çocuğunun çobanıdır. Hâsılı hepiniz çobansınız ve idare ettiklerinizden sorumlusunuz” buyruğunca ailenin başında iyi bir çobanda olmakta lazım gelir. Belli ki burada çoban ifadesinden maksat yine Peygamberimiz (s.a.v)’in; “Sizin hayırlı olanınız, ehline karşı hayırlı olanınız” beyanı sırrınca sorumluluğun gereğini yerine getirilmesine yönelik bir murattır. Şayet bu muradın aksine bir aile düzeni kurulduğunda biliniz ki ahrette ilk iş çocukların evvela ebeveynlerin yakasına yapışmak olup akabinde neden helal lokma yedirmediniz, neden bizi ilimden mahrum ettiniz gibi davaların hesabı görülecektir. Keza evin nafakasını karşılamayan sorumsuz kocalar içinde hanımlar davacı olacaklardır. İşte bu tür nedenlere bağlı olarak yiğit o dur ki; hanımını çalışmaya zorlamaksızın her türlü ihtiyacını giderip zulmetmeyendir. Dolayısıyla ahrette perişan duruma düşmemek için zulmetmemeye mecburuz da. Dahası: herkim ki hanımının hak hukukuna sahip çıkarsa asıl yiğitlik odur. Madem kadınlar Allah’ın bahşettiği emanetler, o halde evlenmiş olan her bir erkeğin kendisine lütfedilen o emanetten ara sıra veryansın, yakınma ve fevri davranışlar gördüğünde sabırla karşılamalı, daha çok gönlünü alacak nasihatlerde bulunmak en doğrusu. Çünkü onlar yaradılış gereği sürekli ilgi ve alaka isteyen hassas ve narin ruh dünyasına sahiplerdir, pek kırılmaya gelmezler. Bakın, bir adam hanımının bir takım fevri davranışlarından dolayı şikâyet etmek üzere Hz. Ömer’in evine yaklaştığında içerden halifenin hanımının olmadık sözlerle yakınmasını duyduğunda derdini anlatmaktan vazgeçer. İster istemez oradan uzaklaşmak ister, ama ardından Hz. Ömer (r.anh):
- Hayırdır, bir hacetin mi vardı diye seslenir.
Adam:
-Eşimi şikâyet etmeye gelmiştim ama baktım sizinde durumunuz benden pekte farkı yok gibiydi, koskoca halife bu haldeyken ben derdimi nasıl anlatabilirdim ki, ister istemez geri dönme ihtiyacı duydum. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.anh) şöyle der:
-“Aslında benim hanımım veryansın etse de sonuçta o ateşle benim aramda perde olup, bu sayede kalbim haramdan sükûnet bulur da. Yetmedi o evimin bekçisidir, üst başımın yıkayıcısıdır, çocuklarımın sütannesidir, ekmeğimi yemeğimi karşılayandır. Hâlbuki o bunları yapmak zorunda da değildir. Üstelik gönlümün harama kaymasına da mani olan odur. Dolayısıyla bu kadarını da hoş görüp katlanmak gerektir.”
Derken sonunda o adam bu müthiş veciz sözlerden ders çıkarıp büyük sabır ve kararlılıkla evin yolunu tutar da.
Tabii bu arada unutmamak gerekir ki; kadın hakları iyi hoşta bir kadının davranışlarında ölçüyü kaçırmadan erkeğine itaat etmekle de yüceleceği muhakkak. Nitekim Allah erkeği yaratılışta kadına göre daha kabiliyetli yaratmıştır. Bu yüzden aile ortamında birinci derecede sorumluluk erkeğin üzerine verilmiştir. İşte böyle sorumluluk yüklenmiş erkeğe itaat eden kadın konumundan bir şey kaybetmediği gibi yükselir de.
Hatta kadın öyle itaat etmeli ki, farzın dışında nafile ibadetleri yapmak istediğinde bile erkeğinin izniyle amel etmelidir. İzin almak asla kölelik değildir, bilakis kendisini Allah’ın bir emaneti gördüğü erkeğine karşı itaat etmekle Allah’a itaat etmek olduğunun bir göstergesidir. Yeter ki, bu duygu düşüncelerle kocaya itaat edilsin en az nafile ibadet kadar ecir kazanır da. Nasıl mı? İşte bu hususta yeni Müslüman olmuş bir bedevi örneği meramımızı anlatmaya yeter artar da. Öyle ki anlatılan o bedevi kıssasında bedevi iman etmekle kalmamış Peygamberimizden imanını artırmak maksadıyla mucize göstermesini talep etmişte. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v);
- Ne mucizesi, nasıl yani?
Bedevi adam:
- Şu karşıda duran bir ağaç var ya, işte o ağacın köküyle birlikte yanıma gelmesini istiyorum.
Ve o mucize gerçekleşirde. Tabii bedevi Müslüman hızını alamaz, bu kez ağacın tekrar yerine gitmesini talep eder, bu talepte yerini bulur. En nihayet adam vuku bulan mucizeler karşısında:
- Ya Rasulullah! İzin ver de elinizi ayağınızı, başınızı öpüp secde edeyim, der.
Bunun üzerine Allah Resulü:
- Şayet secde ile emredici olsaydım kadının kocasına secde etmesini emrederdim, demek suretiyle ailevi sorumluluğun bilincinde olan bir erkeğe itaatin mucizeye eşdeğer bir amel olduğunu dile getirmiştir. Aksi takdirde huzursuzlukların baş göstermesi kaçınılmazdır. Hele bir itaatsizlik baş göstermeye dursun yuvayı bir daha toparlamak mümkün olmayabilir. Dolayısıyla böyle durumlarda yuvayı kurtarmak adına araya başkalarını da devreye sokmakta fayda var. Bilhassa aile içi huzursuzluklarda fıkıh konularına vakıf birilerin hâkim tayin edilirse daha iyi olur. Her ne kadar bu vasfa sahip olmayan birilerinin devreye girmesiyle maksat hâsıl olsa da, en azında böylelerinin erkek, reşit, adil, kişilerden olması lazım gelir. Bu da yetmez işini devamlı olarak âlimlere danışarak yürüten birileri olması icap eder.
Eşler arasında geçimsizlik oluştuğu zaman aralarını bulmak için hakem tayin edilmesi yuvanın kurtarılması adına önemli bir vazifedir. Nitekim Allah Teâlâ bu hususta şöyle buyurmaktadır; “Eşler arasında ayrılık ve geçimsizlikten korkarsanız erkek tarafından bir hakem gönderiniz. Eğer bunlar onların arasını düzeltmek isterlerse Allah'tan aralarını bulmalarını muvaffak kılar. Şüphesiz Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdardır” (Nisa/35). İşte bu ayetten hareketle hakemliğin gereğini yapmak gerekir.
Malum, kadınlar tabiatları gereği duygu yüklü hareket ederler. Bu yüzden ara buluculuk görevi onlar için pek uygun düşmez. Çünkü duygu aklın önüne geçtiğinde sağlıklı karar vermenin zor olacağı aşikâr. Fakat erkekler öyle değildir, tam aksine aklıyla tavır sergiler. Elbette ki erkeklerin bu tavrı onların büsbütün duygusuz oldukları anlamına gelmez, bilakis onların duyguları kalbin derinliklerinde gizlidir. Aslında, her iki cinsiyeti birbiriyle mukayese yaptığımızda bayanlar duygularını bastırmakta güçlük çektikleri o kadar net açık ki her an gözyaşlarına yenik düştüklerini, erkeklerinse sadece duygu fırtınasının zirvesine çıktıklarında ancak gözyaşı dökebildiklerini müşahede ederiz.
Velhasıl; aile arasında geçimsizliklere son vermek veya aile ocağının tütmesi adına hakem tayin etmeyi ihmal etmemek gerekir. Tabii, şayet aile olmak diye bir dert ve tasamız varsa.
Vesselam.