Bizim son büyük imparatorluğumuzun, yaklaşık altı yüz yıllık tarihi dikkate alındığında, devletler için yüzyılın çok uzun olduğu söylenemez. Hele uygarlıklar için yüzyıl çok çok kısa bir süredir. Biz Türkler, şimdi bu topraklarda büyük bir hesaplaşmanın içinde yaşıyoruz.
Bugün Türkiye’nin önünde üç mesele durmaktadır: Bu meselelerden biri, çökmekte olan Batı uygarlığının bu topraklar üzerine yaptığı hesapların, yapmak istediği düzenlemelerin uygulamaya sokulmasıyla ilgilidir. İkinci mesele; Batı’yla işbirliği içerisinde, kendileri için sadece bir iktidar değil, ekonomik toplumsal bir hayat tarzı da kurmuş olan Türkiye’nin geleneksel iktidar elitlerinin halkla karşı karşıya kalarak “geldiği yol ayrımıyla” ilgilidir. Üçüncü mesele ise; bölge halklarının yeniden kendi tarihsel kimlikleri ve inanç eksenlerinde, iradeleriyle birlik içinde kaderlerini tayin edip- etmeme meselesidir.
Tarih değişimdir
Kim ne derse desin, Batılıların sömürgecilik ve emperyalizm döneminden sonra Ortadoğu coğrafyasında yeni bir durumla karşı karşıya kaldıkları inkâr edilemez bir gerçektir. Batı merkezlerinin bütün şaşkınlığı, Suriye ve Irak’ta karşılarına çıkan IŞİD değildir. Bu tür terör yapıları, onların “işine gelen”, bölgesel çıkarlarını ve pozisyonlarını, bir müddet daha uzatmak için kullanabilecekleri araçlar olarak ayakta durmaktadır. Onları esas korkutan, bölgede toplumsal yapılarında yaşanan değişimin içinden yükselen demokrasi talepleri ve halkların bugüne kadar Batı kontrolünde, “Batı vesayetinde ayakta durmaya çalışan yönetim biçimlerini” reddetmeleridir.
19 yy.’da başlayıp 20.yy boyunca devam etmiş olan “Batı hegemonyasının” yerel ittifak unsurlarını oluşturan işbirlikçi iktidarlar, Batı hegemonyasının gönüllü fikri taşıyıcılığını yapan “Batıcı aydınlar” ve ekonomik çıkar ilişkileriyle bu yapıya bağlı “komprador kapitalistler” yeni bir durumla karşı karşıyadırlar. Bu durum bir siyasal uyanışın, bir ideolojik tepkinin sonucu değildir. Bütünüyle bu coğrafyadaki toplumların yaşadığı “toplumsal değişmeler ve küresel sürecin” bu ülkeleri küresel dinamikler üzerinden, başka dünyalara, başka ilişkilere açmasının sonucudur.
Sanayi devrimi nasıl Batı hâkimiyetini yeryüzüne yaymışsa, küresel devrimin de bu hâkimiyete karşı yeni unsurları, yeni anlayışları ve yeni talepleri yükselttiğini görmek gerekir. Başta Türkiye olmak üzere bütün Ortadoğu toplumlarında “geleneksel iktidar elitlerinin” dayandığı dünya görüşü, Batı’nın biricik model olması temelinde oluşan “pozitivist anlayış ve aydınlanma düşüncesiyle” şekillenmiştir.
Yeni bir durum
Bugün Batı medeniyetinin “küreselleşme ve post-modernizm” tartışmalarıyla dayandığı yer burasıdır. Batı’nın klasik temellerin sarsılması en fazla bu geleneksel iktidar elitlerinin “mekanik dünya kavrayışlarını” etkilemiş, onların her şeyi izah eden, her şeye hâkim olan dünya görüşlerini geçersiz kılarak, hiçbir şeyi açıklayamayacak hale düşmesine sebebiyet vermiştir.
Geleneksel iktidar elitlerinin dünya görüşünün çöküşü, içerde sahipleri oldukları “iki yüz yıllık iktidarında” halktan gelen demokratikleşme talepleriyle birlikte bir deprem sarsıntısı yapmıştır. Bir yanda yeni fikirlerin, yeni bakış açılarının yükselişi, öte yanda halkın kendi yerli değerlerine yönelişi “değişimin dinamizmini artırırken” geleneksel iktidar elitlerinin “eski devlet yapılarını” dönüşüme zorlamaktadır.
Bugün Batı merkezlerinin, başka bir yönde şekillendirmeye çalıştıkları bu coğrafyada “bahar devrimlerinin” bütünüyle bittiğini söylemek mümkün değildir. Çünkü halk, demokrasi sayesinde kendi varlığını, kendi kimliğini ve kendi kaderini tayin etme talebinden vazgeçmeyecek bu konjonktür değiştiği zaman tekrar harekete geçecektir. Bugün yüzyıllık hesaplaşma yeni bir durumda milletin önünde durmaktadır.