Yenilenecek yenileyeceğim
kendimden asla mutlu ve hoşnut olmayarak.
Özgüvenimi sorgulayıp başarılarımı yargılayarak
bilgi, ilgi, arayış ve diyalektiklere doymayarak
ve onlara takılıp kalmayarak.

Yetmek olmaz, yetinmek yasak
yalnızlık yeğlediğim yardımcım
tutuşma kaynağımdır özümün tözü.

Sözümü esirgemeyeceğim
eleştiriler uzun dilimle
yapıcılık da yıkıcılık da yerli yerince
yeter ki yol açsınlar yeniliklere.

Yalana dayanma, dayanca yasak
ödünlere horgörü.
Beş şeyi biliyorum yenilenmeme yeten
düşünmek, çalışmak, yazmak, çizmek, üretmek
onlara özgülü olanaklarım.

Yeni öykülere atılmaktan korkanlar ki 
eski öyküleriyle avunur, övünür ve dövünürler.
Benim öykülerimse yeni doğdukları anları ansırlar 
nasıl ve neden eskidiklerini de
ve bu bilişin olgunluğuyla 
yeniliklerime onlardan en büyük destek gelir.

Yıllar mı, yaş mı, yazgı mı?
aşınma yok bunlardan
aşma kesinliği var, direşkenliğim. 
Eskiyle eskimek utanç
aynı durumda kalmak ayıptan öte ayıp
sürem savurganlığı en büyük kayıp.

Yenilikler yaşatıyor beni
yenilikler yuyuyor beni
yenilikler duyuyor, duyuruyor beni
yenilikler kurguluyor beni
ben de onları.
 
ANILAR KALIYOR ÖLENDEN GERİYE

Yeni bir şiirle yenilikleri, yenileşmeleri vurguladık. “Yenilikler yuyuyor beni” dedim yukarıdaki şiirimde ve bir “yuyma” anısı düştü yadıma.

25 Ekim 2020 günü kaybettiğim Zilfi Halam'la ilgili... 

Yıl 1982, aylardan Ocak. 12 Eylül rejimi sokağa bırakmış beni, "devlet hizmetinde kesinlikle çalıştırılamaz" diye, devletin fermanı var hakkımızda. Erzurum'dan ayrılıyorum, eşyamızı Sarıkamış'a götürüp rahmetli bacanağımın pasajında bir boş yere depoluyoruz. Ver elini İstanbul diyorum, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Muhasebe Enstitüsünde lisans üstü öğrenim göreceğim parasını ödeyerek. O arada özel sektörde iş bulacağım ve eşimin tayinini de İstanbul'a yaptırıp oraya yerleşeceğim. Ve bu sürede de o zaman Tarabya üstünde Hacı Osman Mahallesinde oturan halamlarda kalacağım. Başladık derslere her gün Beyazıt -Tarabya gidip geliyorum. Gelirken bavulum temiz çamaşır ve gömlek dolu gelmişim. Onları değişiyor, kirlileri tepiyorum bavulun içine. Bir gün bavuldan bir şey alacaktım, baktım kirliler yok, şaşırdım. O arada halam yanımda bitiverdi. Bana, neden kirli çamaşırlarımı ona vermeyip bavulda sakladığımı sordu. "Hala bir de çamaşırımı mı yıkayacaksın, ben nasıl olsa ayda bir gideceğim, Şükran yıkar onları" deyince, ters ters baktı yüzüme, Bayburt şivesiyle "Eee demek ele he?! O hanımın demez mi, bunun ne biçim halası var, iki parça çamaşuri yuyamadı da yolladı teey Erzurum'lara. Ben senin neyinem ki, utanir da çamaşurlariiin benden sahlirsan..."

Evet işte böyle...