Zaman zaman internette Bayburt’a ilişkin son derece ilginç olay ve anlatımlar bulmaktayım. Önce bunlardan birini –imla hatalarına dokunmadan- paylaşayım.

Zaman zaman internette Bayburt’a ilişkin son derece ilginç olay ve anlatımlar bulmaktayım. Önce bunlardan birini –imla hatalarına dokunmadan- paylaşayım.

“Şimdi gelelim Bayburt meselesine. Öncelikle meselenin çıkış noktasına değinmek istiyorum. Ben kendilerim 10 yıldır memleketimden, evimden uzakta yaşayan biri olarak ‘Memleket nere?’ sorusuyla muattap olmuş bir kişiyim. Asıl sorun bu soruda değil bundan sonra gelecek olan karşıdaki kişinin ‘Benim orada falanca falancam var.’ muhabbetlerinde. Bir gün yine kendim gibi 10 yıldır memleket dışında yaşayan bir arkadaşımla konuşurken konu buraya geldi. İkimiz de aynı olaydan yakınmaya başladık. ‘Oğlum birisinin de bizim orada bi akrabası olmasın.’ cümlesinde birleştik. Yalnız baya bi sinirliyiz. Yetti lan yetti boyutunda. Muhabbet böyle ilerlerken arkadaşım ‘Bayburt diyelim lan memleketimize. Oğlum Bayburt'ta kimsenin akrabası yoktur. Tanıdığının olması bile çok zor ihtimal.’ dedi. Bu söylediği içimde öyle bir ferahlık yarattı ki ‘Ohahahaha harbi lan. Öyle diyelim’ deyiverdim. Muhabbet o gün burada kapandı. Biz de gayriresmî olarak memleketlerimizi Bayburt yaptık. Aradan 1-2 ay geçtikten sonra kurtarıcımız Bayburt benim ilgi alanım oldu. İnternette gezinirken zaman zaman kendimi Bayburt'un fotoğraflarına bakarken buldum. Tarihçesini araştırdım kimi zaman. Orada Baksı Müzesi adı altında muazzam bir yerin olduğunu öğrendim. 3. lige çıkma yolunda Bayburtspor taraftarlarıyla sevindim sosyal medyada. Kısaca kendimi iyice Bayburtlu gibi hissetmeye başladım. İlk olarak memleketim Bayburt'la ilgili ‘-Nereye gidiyorsun? +Bayburt'a gidiyorum. -Ooo. Gelirken bize (DÜŞÜNDÜ DÜŞÜNDÜ VE BAYBURT'UN NEYİ MEŞHUR BULAMADI) bi şeyler getir’ tweetini attım ve olay bundan sonra koptu gitti. Zaman zaman Bayburt haberleri paylaştım. İnsanlar Bayburt ile ilgili karşılarına çıkan Bayburt Pazarı'ndan tut, Bayburt'la ilgili test soruları gibi şeyleri benimle paylaştılar, ben onları takipçilerimle paylaştım ve bol paylaşımlı bir ortam oldu. İşte olay bundan ibaret. Ben Bayburt'ta doğmadım. Ailemden kimse Bayburtlu değil. Bayburtlu tanıdığım yok. Olay şu ki: Ben kendimi Bayburtlu hissediyorum. Aynı dünyadaki 1 milyon Bayburtlu gibi.”

İşte böyle… Bizler böylece bir “Fahri Bayburtlu” kazanmışız. Yani bırakın gerçeğini, “Yalandan Bayburtlu” olmanın bile böyle yararları var işte…

Atatürk Üniversitesi'nde öğrenci olduğum yıllarda Yaşar Kalafat da MİT’te görevliydi. Görevinin gereğinden olacak ki, biz ülkücülerle yakından ilgilenirdi, aşırı sol örgütlerle ilgili olarak bilgi alışverişinde bulunurdu, kimi zaman da bizi uyarır, yönlendirmeye çalışırdı. O günün lider kadrosu -başta Yılma Durak olmak üzere- ufak bir kuşku payı koymak kaydıyla, ona güvenirlerdi. Bendeniz ve birkaç arkadaşımsa, asla güvenmemek gerektiğini söyler dururduk.

Sonra kim haklı çıktı, oraya hiç girmeyeyim. Zaten konu o değil. Konu Yaşar Kalafat’ın daha sonra sanırım Türkoloji alanında doktora yapması ve son derece değerli eserlere imza atması.

Doktor Yaşar Kalafat’ın ailesi bir süre Bayburt’ta da kalmış, o günlere dair de bazı bilgiler derleyip araştırmalarına eklemiş. Bunlardan birine http://turkoloji.cu.edu.tr sitesinde rastladım. Sizlerle de paylaşayım:

“Anadolu’nun kimi yerlerinde mezara bayrak asıldığı, bez parçalarının bağlandığı tespit edilmiştir. Ankara’nın Haymana ilçesinde ölü genç ise mezarına bayrak asılır. Bayburt’ta genç yaşta ölen, gurbette vefat ederek ya da askerde şehit düşerek memleketlerine getirilenlerin mezarına değişik renkte tülbentler ve bezler bağlanır, beyaz bayrak asılır. Aydın’da yeni defnedilen cenazenin mezarına kendi elbisesinden ya da herhangi bir bezden bayrak yapılır. Bolu’da mezarın başına bir ağaç dikilir, ölen erkek ise bu ağaca şapka, kadın ise yazma bırakılır.”

Önce “Bir Hançer İstiyorum” adlı şiirini sunayım Ömer Bedrettin Uşaklı’nın, sonra irdeleriz.

Portakallar altında geçmiyor bu yıl güzüm
Gönlüm uzak bir köyün gelecek baharında.
Aylar var ki, ey Tanrım, görünmez oldu yüzüm
Dört atlı yaylıların süslü aynalarında.

Dağlar önümde boy boy, güneş gözümde tel tel
At üstünde söylenen şiirler kadar güzel
Türküler yakılacak ölümler istiyorum.

Bayburt'un kalesinden sakatlar geçmez elbet
Çoruh'un sularından hastalar içmez elbet
Yiğitçe saplanacak bir hançer istiyorum...

“Portakallar altında” geçecek günlere ve yaylı arabaların süslü aynalarında kendi yüzüne bakacağı yerlere ve günlere bir özlem var. Bu belli. Belli olan bir şey daha var ki, deniz özlemi ile ünlenen bu şairimiz, Bayburt’ta da aradıklarını bulamamış. Bayburt’ta kalmış mı? Hayır. Artvin’de görev yapmış, Bayburt’tan geçivermiş şöyle bir, Çoruh dolayısıyla da Bayburt’u merak etmiş. Bu kadarı ona yetmiş belli ki. Ve Bayburt’un ulu kalesi ve Çoruh’u ona, Bayburtlu’nun sağlam yapısını, yiğitliğini hatırlatmış. “Yiğitçe saplanacak bir hançer istiyorum” deyivermiş. Bayburtlu -yiğitçe de olsa- hançer saplar mı? Hayır. Uşaklı’nın bilmediği bu işte.

Evet, yazılış amacını ve öyküsünü bir Tanrı bilir, bir de şairi, (biz araştırdık bulamadık ve bilemedik), bildiğimiz, bu şiir, Bayburt’a hiç uymamış…

Aralık 2013