Türkçe olmadan Türklük olmaz, Türk ulusu olmaz hatta yurt bile olmaz, “Anayurt dediğin dil’dir aslında” diyordu Polonyalı yazar Czeslaw Milosa. Atatürk dil’in bu büyük ve önemli işlevinin bilincinde idi. Bundan dolayı da üstüne titremiştir Türkçe’nin… Dil Kurumu’nu kurmuştur dil’i korumak ve geliştirmek için.
Atatürk’ün Türkçe konusunda ne denli ödünsüz ve titiz olduğuna değgin çarpıcı iki anıyı sunarak anlatalım bu gerçeği:
Atatürk’ün sofrasında bir gece konu tarikatlara gelir, onların aslında birer Türk kurumu olduğu fakat zaman içinde yozlaştığı Atatürk tarafından ifade edilir. Sonra söz Mevleviliğe, Mevlana’ya gelir ve Atatürk tarafından bir tartışma açılır: “Mevlana mı büyüktür, Sultan Veled mi?”
Olayın gerisini Münir Hayri Egeli’nin anılarından okuyalım:
“-Sultan Veled’in cenazesi geldiği zaman, Mevlana’nın tabutu ayağa kalmıştır, denilir. Bu ne demektir?
Bu mevzu yarım saat kadar devam etti. Hazır bulunanlardan birçokları terler döktüler. Fakat kimse Atatürk’ün istediği cevabı veremedi. Nihayet Atatürk şu soruları sordu:
-Mevlana mı büyük reformcudur, Sultan Veled mi?
Herkes Mevlana üzerinde ittifak etti.
-Pekala Mevlana mı daha büyük bir edebi dehadır, Veled mi?
Bu sefer de oylar Mevlana üzerinde toplandı. Mesneviden parçalar okundu, Mevlana’nın edebi dehası övüldü.
Atatürk:
-Mevlana babadır, neden oğluna ayağa kalksın… Ve kendisinden daha büyük olduğunu ifade etsin?
Cevap verilemedi.
Atatürk o zaman şunları söyledi.
-Çok basit düşünüyorsunuz. Mevlana’nın tabutunu Sultan Veled’e ayağa kaldıran Türk dehasıdır. Mevlana Mesnevisini Farsça yazmış… Türk dilinin bir edebi eser meydana getirmeye yetmediğini anlatmıştır. Oysa ki Sultan Veled eserlerinde Türkçe’yi en güzel ifade tarzlarıyla kullanmıştır. Daha az sanatkâr olmasına rağmen, Türk, onu babasından üstün saymıştır. Efendiler, bu lejant sadece Türk dehasının Mevlana’nın Mesnevisini Farsça yazmasına karşı tepkisidir. Mevlana dehasının Türk dilinden özür dilemesidir.”
İşte Atatürk… İşte onun Türkçe aşkı… Mevlana’dan bile özür dilettiriyor Türkçe’ye.
Ve ikinci anı: Prof.Dr.İlhan Başgöz, Sivas Lisesinde okurken, Atatürk sınıflarına geliyor bir gün. Saadet adlı kıza üçgeni soruyor, kız üçgeninin iç açılarına alfa, beta, gamma deyince kaşları çatılıyor, öğretmene soruyor, o da Bakanlığın yolladığı kitabı gösteriyor. Sınıfa dönüyor Atatürk, "Çocuklar Türk Alfabesi matematik terimlerini de ifadeye yeterlidir. A, B, C diyeceksiniz" diyor ve emir veriyor o kitap değişecek. Kısa zamanda değişiyor ve gönderiliyor da.
O’nun Türkçe’ye ilişkin görüş ve özdeyişlerinden bir demeti paylaşırsak konu daha da açıklığa kavuşacak, berkiyecek, belirginleşecektir:
“Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin, kalbidir, zihnidir.” (1929)
“Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.” (1931)
“Güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim ahenkli, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir.” (1928)
“Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır.” (1930)
“Gaye, bugünkü ve yarınki Türk’ün medeniyetini kucaklayacak en güzel ve en ahenkli Türkçe’dir.” (1932)
“Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Milli bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz. Ülkesini yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” (1930)
Atatürk’ün Türkçe konusunda ne denli ödünsüz ve titiz olduğuna değgin çarpıcı iki anıyı sunarak anlatalım bu gerçeği:
Atatürk’ün sofrasında bir gece konu tarikatlara gelir, onların aslında birer Türk kurumu olduğu fakat zaman içinde yozlaştığı Atatürk tarafından ifade edilir. Sonra söz Mevleviliğe, Mevlana’ya gelir ve Atatürk tarafından bir tartışma açılır: “Mevlana mı büyüktür, Sultan Veled mi?”
Olayın gerisini Münir Hayri Egeli’nin anılarından okuyalım:
“-Sultan Veled’in cenazesi geldiği zaman, Mevlana’nın tabutu ayağa kalmıştır, denilir. Bu ne demektir?
Bu mevzu yarım saat kadar devam etti. Hazır bulunanlardan birçokları terler döktüler. Fakat kimse Atatürk’ün istediği cevabı veremedi. Nihayet Atatürk şu soruları sordu:
-Mevlana mı büyük reformcudur, Sultan Veled mi?
Herkes Mevlana üzerinde ittifak etti.
-Pekala Mevlana mı daha büyük bir edebi dehadır, Veled mi?
Bu sefer de oylar Mevlana üzerinde toplandı. Mesneviden parçalar okundu, Mevlana’nın edebi dehası övüldü.
Atatürk:
-Mevlana babadır, neden oğluna ayağa kalksın… Ve kendisinden daha büyük olduğunu ifade etsin?
Cevap verilemedi.
Atatürk o zaman şunları söyledi.
-Çok basit düşünüyorsunuz. Mevlana’nın tabutunu Sultan Veled’e ayağa kaldıran Türk dehasıdır. Mevlana Mesnevisini Farsça yazmış… Türk dilinin bir edebi eser meydana getirmeye yetmediğini anlatmıştır. Oysa ki Sultan Veled eserlerinde Türkçe’yi en güzel ifade tarzlarıyla kullanmıştır. Daha az sanatkâr olmasına rağmen, Türk, onu babasından üstün saymıştır. Efendiler, bu lejant sadece Türk dehasının Mevlana’nın Mesnevisini Farsça yazmasına karşı tepkisidir. Mevlana dehasının Türk dilinden özür dilemesidir.”
İşte Atatürk… İşte onun Türkçe aşkı… Mevlana’dan bile özür dilettiriyor Türkçe’ye.
Ve ikinci anı: Prof.Dr.İlhan Başgöz, Sivas Lisesinde okurken, Atatürk sınıflarına geliyor bir gün. Saadet adlı kıza üçgeni soruyor, kız üçgeninin iç açılarına alfa, beta, gamma deyince kaşları çatılıyor, öğretmene soruyor, o da Bakanlığın yolladığı kitabı gösteriyor. Sınıfa dönüyor Atatürk, "Çocuklar Türk Alfabesi matematik terimlerini de ifadeye yeterlidir. A, B, C diyeceksiniz" diyor ve emir veriyor o kitap değişecek. Kısa zamanda değişiyor ve gönderiliyor da.
O’nun Türkçe’ye ilişkin görüş ve özdeyişlerinden bir demeti paylaşırsak konu daha da açıklığa kavuşacak, berkiyecek, belirginleşecektir:
“Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin, kalbidir, zihnidir.” (1929)
“Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.” (1931)
“Güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim ahenkli, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir.” (1928)
“Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır.” (1930)
“Gaye, bugünkü ve yarınki Türk’ün medeniyetini kucaklayacak en güzel ve en ahenkli Türkçe’dir.” (1932)
“Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Milli bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz. Ülkesini yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” (1930)