Türkiye’nin 
başarılarından rahatsız olanlar, her şeyin kötüye gittiğini düşünüp, kendi korku ve vehimleriyle oluşturdukları senaryolar üzerinden, ülkeyi dışarıya şikâyet edenler bilhassa“dışarıda işbirliği içinde bulundukları çevreler”tarafından Türkiye karşıtı bir ses yükseltilince çok mutlu olup“biz dememiş miydik” haklılığı duygusuyla, kendi ruh hallerini yeniden üreten psikolojiyi yaşamaya devam ediyorlar. Böylece, bir nevi kısır döngü sürmüş oluyor. 


Geçtiğimiz günlerde, Amerika’da Soros ve Yahudi finans lobisinin desteğinde faaliyetlerini sürdürdüğü bilinen Freedom House adlı kuruluşun yayımladığı raporda “Türkiye’de basın özgür değil” nitelendirmesinin yapılması da benzeri bir etki bıraktı. Türkiye’nin “yarı resmi aydınlar” korosu, Türkiye hakkında oluşturmaya çalıştıkları imajın dışarıda da “teyit edilmesinden” müthiş bir sevinç duydular, mutlu oldular. 

Eski kafa yeni dünya çelişkisi 

Kısaca mekanizma şöyle işlemektedir. Yıllardır Türkiye’yi yöneten bütün devlet kurumlarına hâkim olan, “devlet iktidarının” politik-ideolojik kadroları, Meclis’te seçim yoluyla “kim hükümet olursa olsun” hep iktidarda kalmışlardır. Bu egemen “iktidar bloku” konumunu Batı’yla kurduğu ilişkilerle tahkim etmiştir. Bunun tersini söylemekte hiç yanlış olmaz. Batı sistemi Türkiye’de yakın işbirliği yaptığı Batıcı-Batı yanlısı bu kadroyu iktidarda tutmak için elinden geleni yapmıştır. Seçim yoluyla, işleyebildiği kadarıyla “demokrasi vasıtasıyla” halkın tercihleri bu kadroyu tehdit ettiği zaman da “NATO’ya- CENTO’ya yani Batı’ya bağlı”müdahale ve darbelerle onlara destek vermiş, bu “iktidar blokunu” sürekli ayakta tutmaya çalışmıştır. 

Peki, şimdi ne oldu? Olan şudur: Türkiye’de halka rağmen oluşmuş bu “iktidar blokunun dayandığı zeminlerde” zelzeleler yaşanmıştır. Hem içeride, üstüne iktidarlarını kurdukları toplumun yapısı değişmiş, hem de dışarıdaki dünyada, “dünya sisteminde” büyük bir dönüşüm ortaya çıkmıştır. 

Nedir bu değişim? Üstünde çok sık durduğum bu meselenin aslında Türkiye’nin yaşadığı“sosyal değişmeler” yatmaktadır. Son 30 yılda Türkiye nüfusunun 25 milyondan fazlasının köylerden şehirlere taşınmıştır. İdari taksimata göre yapılan hesap hatalarını göz önünde bulundurarak, şehirsel fonksiyonların ortaya çıktığı ölçeği kabul ederek, bir tahminde bulunursak bugün yine yaklaşık nüfusun %75’i şehirlerde yaşamaktadır ve üç büyük şehirde yaşayanların oranı toplam nüfusun üçte biri civarındadır. 

Topluma karşı durmak 

Şehirleşme, sadece demografik bir olay değildir. İnsanların hayat tarzlarının değişmesi, vasıfsız emeğin vasıflı hale gelmesi, meslek sahibi olmaları, yeni nitelikler kazanmaları, cemaat ilişkilerinden sınıfsal ilişkilere intikal etmeleri, bireyleşmeleri, kısaca toplumsal ve kültürel farklılaşmalar yaşamaları gibi kapsamlı büyük bir değişim sürecidir. Açıkçası mesleksiz, eğitimsiz, örgütsüz toplumsal ve siyasal bakımdan güçsüz köylü kitleleri üzerinde kurulan“bürokratik baskı düzeninin” toplumsal temelleri ortadan kalkmış bulunmaktadır. 

Eski Türkiye’nin “egemen kadroları” açısından, dışarıdaki durum daha iç açıcı değildir.“Dünya sisteminin” soğuk savaş şartlarında onlara kayıtsız şartsız verdiği destek, artık eskisi gibi devam edemez. Çünkü küreselleşme denilen süreç Batı sisteminin üstünlüğünü ve konumunu değişime zorlamaktadır. 

Netice, Türkiye’de kaybettikleri iktidarın arkasından kıyamet koparanlar için ufukta “yas tutmaktan” başka bir şey görülmemektedir. Oturup dünyayı ve toplumu yaşanan değişmeleri anlamaya çalışsalar belki kendileri için daha sağlıklı bir çıkış yolu bulabilirler.