Kullandığımız Latin kökenli harflerde bazı eksikler olduğunu ve Türkçemizin seslerini tam olarak karşılamadığını yazmıştım. Bu arada (Q, q) harfinin alınması gerektiğini belirtmiştim. Bir kardeşimiz karşı çıkmış ,”gerek yok” demiş. İyi etmiş… “İyi etmiş” diyorum, demek ki ben düşündüğümü anlatamamışım…
Kullandığımız Latin kökenli harflerde bazı eksikler olduğunu ve Türkçemizin seslerini tam olarak karşılamadığını yazmıştım. Bu arada (Q, q) harfinin alınması gerektiğini belirtmiştim. Bir kardeşimiz karşı çıkmış ,”gerek yok” demiş. İyi etmiş… “İyi etmiş” diyorum, demek ki ben düşündüğümü anlatamamışım…
Diyorum ki, Türkçede bir “K” bir de “Q” sesi vardır. Eğer bu iki ses için aynı “K”harfini kullanırsanız, insanlar sözgelimi ‘ekonomi’ demek yerine ‘eqonomi’ diyebilirler. Hakkari’yi nasıl söyleyeceklerini bilemezler. Hatta ‘değişim’ demek olan ‘inkılap’ sözünü ‘inqilap’ haline getirerek çok başka bir anlam ortaya çıkmasına yol açarlar.Televizyonlardaki sunucuların devlet erqanı demek isterken devlet erkanı dediklerini duyuyoruz.Kimi siyasetçilerin bile bütün ‘k’ seslerini ‘q’ ve bütün ‘q’ seslerini de ‘k’ diye seslendirmelerinin önüne nasıl geçeceğiz ?
‘Kar’ ile ‘qar’ ı ayırmak için inceltme işareti olabilirdi ama o da kaldırıldı.İnceltme işaretinin de ayrımı yapamadığı o kadar çok kelime var ki?
Peki şu “açık e” “kapalı e” ayrımının olmayışına ne demeli …”El’ başka “él” başka ‘bel’ başka “bél ” başka değil mi? “ yel “ deki “e” ile ‘gel’ deki “e” aynı ses mi? Ya bellemek ile be’llemek ?..
Ya “geri”deki “g”ile “gri” deki “g” …
Bu yanlışları kim mi yaptı? Ata değil; Ata’nın oluşturduğu “Harf Kurulu” elbette…
“Q.q” sesimizin katili ise Falih Rıfkı Atay… Çankaya adlı kitabında işlediği cinayeti , marifetmiş gibi böbürlenerek anlatır. Türkçede “Q,q” sesinin olmadığı sanısına dayalı bu yanlış yüzünden Türkçeyi doğru konuşamayan Türklere yazık değil mi?
Öte yandan, Latin harflerine yeni geçen Yeni Türk cumhuriyetlerinin “abc” lerinde var olan “Q, q” ve “e, é ” almak onlarla yakınlaşmak bakımından da yararlı değil mi?
Ne demişti Atatürk 1933 ‘ün 29 Ekim’inin akşamında “Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Biz onlara yaklaşmalıyız
***
Karlı dağların başında
Salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim için
Yaşın yaşın ağlar mısın
Esridi Yunus´un canı
Yoldayım illerim kanı
Yunus düşte gördü seni
Sayrı mısın sağlar mısın
Yunus Emre Türkçe´nin, bence, gelmiş geçmiş en büyük şairidir. Ve Yunus Emre Türkçe´si gelmiş geçmiş Türkçelerin en güzelidir. Yunus Emre o arı duru Türkçesiyle en ince anlamları söylemesini bilmiştir. Bize de bildirmiştir.
Yukarıdaki iki dörtlüğü bir daha okur musunuz! Sözlerle çizilen resme bir bakınız. Bu dörtlüklerde kökü Türkçe olmayan bir tek söz var mı? Ama nerede "Yaşın yaşın ağlamak" nerede "Esrimek" nerede "Düş" nerede "Sayrı"?..
Neden Yunus´un Türkçe´sini koruyamadık? Koruyup geliştiremedik? Neden Türkçe´si varken başka dillerden sözler alıp dilimize doldurduk ve dilimizi tanınmaz hale getirdik?
Bu sorular artık eskidi. Ziya Gökalp "Leyl sizin şeb sizin gece bizimdir. Değildir bir mana üç ada muhtaç" derken ve "Türkçeleşmiş olan sözler artık Türkçe´dir" derken biz onun yolundan da saptık. Demiyorum ki Gökalp´in her düşüncesi bugünde geçerlidir… Diyorum ki O milliyetçiliği Toplumbilim ve Türklükbilim temellerinde yükselten önemli bir insandır. Kimi düşüncelerine itirazlarım vardır. Türkçe konusunda ise gösterdiği yol doğru olan yoldur.
Yunus Emre Türkçe´sinden, halkımızın kullandığı Türkçe sözlerden, Dünya Türklüğünün Türkçelerinden yararlanarak Türkçeleşmiş olanları da koruyarak; dilimizi baylaştırmamız olabilecekken ne yazık uydurmacılık batağına saplandık.
Olur olmaz "selli sallı" yapma sözlerle Türkçe´mizi öylesine bozduk ki sonunda birbirimizle el kol işaretinin desteğiyle anlaşabilir duruma geldik. Nedir o konuşmasının arasına ikide bir "tırnak içinde" diyerek iki elin parmaklarıyla yukarda tırnak işareti yaparak bir şeyler anlatmaya çalışmalar?.. Nedir o televizyon sunucularının sık sık tekrarladıkları "altını çizdi" anlamsızlığı…
Fiziksel, siyasal, parasal, matematiksel ve başka benzeri sözler nasıl öz Türkçe olabiliyorlar. Bu işleri bilen birileri varsa anlatsa da öğrensek "kumsal" da ki sal mı? Geçiniz… Ne ilgisi var?
Hayır her şey bitmiş değil… Türkçe sevgisini insanlarımızın bilinçlerine ve bilinç altlarına yerleştirerek Türkçe´mizi kurtarabiliriz. Dil kurumumuz yerleşmiş yanlışlara ses çıkarmamak yerine, bilimlik çalışmaların desteğindeki yiğitçe çıkışlarla dilimizi yerli yerine oturtacak çalışmalar başlatabilir. İşyeri adlarındaki yabancılaşmadan başlayarak Türkçe´yi korumak üzere yasalar çıkarabiliriz. "Yasayla koruma olamaz" diyor musunuz? Fransa da oldu, olup duruyor; bizde niye olmasın?..
Bir de Türkçe´mizin seslerini karşılamayan bu Latin kökenli abc´ye gerekli olan düzeltmeleri de artık yapmalıyız. Böylece Q sesi yerine K, K sesi yerine Q sesi çıkararak yapılan yanlışlardan, kapalı E açık E ayrımını yapamayanların eksikliklerinden de Türkçe´mizi korumuş oluruz. Korkmayın bu iş ilke ve inkılaplara aykırı olmaz. Hiç olmazsa inkılap sözünü düzgün söyleyebilirsiniz. Ayrıca şu yumuşak Ğ´nin sonradan eklendiğini de söylersem korkunuz iyice ortadan kalkar sanırım.
Bu yazıyı yine Yunus Emre ile bitirmeliyim… "Keleci" sözünün de söz anlamına geldiğini söyleyerek:
Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı yağ ile bal ede bir söz
Türkçe´mizi korumalıyız ki o da bizi korusun. Unutmayalım, bu ülkede yaşayanların ortak dili İstanbul Türkçe´sidir ana dilleri ne olursa olsun. Öyledir ve öyle kalmalıdır. Ve öylede kalacaktır.
Ekim / 2010