“Divâni Lugât’it Türk” adlı görkemli eserin, 1074 de Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılması tamamlanmış ve Abbasi Hükümdarı Müktadi’ye takdim edilmiştir.

Bakınız, Kaşgarlı Mahmud Arap Hükümdarına ve kitabı okuyan herkese Türk’ü nasıl tanımlıyor. Önce eserinin önsözünde yazdıklarını sonra da sözlüğündeki Türk maddesinin anlamını verirken anlattıklarını okuyalım:

İmdi, kul Mahmud ibn el-Hüseyin ibn Muhammed (el-Kaşgari) der ki;

Talih Güneşinin Türklerin Burcunda doğduğunu ve Cenab-ı Hakk’ın Türk Hakanlığını Göğün felekleri arasına yerleştirdiğini, onlara “Türk” dediğini ve Egemenlik verdiğini, onları çağın hakanları yapıp, dünyaya hükmetmenin dizginlerini ellerine verdiğini, onları tüm beşeriyete memur ettiğini, Doğruluğa yönelttiğini, onlara katılanlar ve onlar adına çabalayanları güçlendirdiğini, böylece istedikleri her şeyi elde ettiklerini ve çapulcuların rezilliğinden kurtulduklarını idrak ettim-(ve anladım ki)-akıl sahibi her insan onlara katılmalıdır; aksi halde onların ok yağmuruna maruz kalır. En iyisi gönüllerini almak, kulaklarına eğilmek suretiyle onlara yanaşmak ve onlarla kendi dillerinde konuşmaktır. Hasımlarından birisi onların tarafına geçerse, onu diğerlerinin hışmından korurlar; başkaları da onunla birlikte iltica edebilir ve böylece kötülüğe maruz kalma konusundaki tüm korkular bertaraf olur.

Buharalı İmamlar arasındaki bir güvenilir kaynaktan ve Nişabur halkının bir imamından işittim: Her ikisi de aşağıdaki hadisi aktardı ve ikisinin de isnat zinciri Resulullah’a (Allah’ın salat ve selamı onun üzerine olsun) dayanıyor. Kıyamet alametlerinden, ahir zaman azaplarından ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkışından söz ediyordu. dedi ki:

“Türklerin lisanını öğrenin, çünkü onların saltanatı uzun sürecektir” Bu hadis sahih ise- vebali boyunlarına olsun- Türkçeyi öğrenmek dini bir vecibedir. Eğer sahih değilse, Ma’rifet bunu gerektirir.

Burada önsözdeki ifade tamam oldu. Şimdi de sözlükteki Türk kelimesine verilen anlamı okuyalım:

TÜRK

Türk, Allah’ın selamı üzerine olsun Nuh’un oğlunun adı. Hel etâ âle’l-insâni hinun mine’d-dehr (İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi. Kuran-ı Kerim 76/1) Ayetinde Adem’in adı nasıl “insan” olarak geçiyorsa, Allah, Nuh’un oğlu Türk’ün evlatlarına seslenirken de bu adı kullanır.

Bu ayette genel bir ad bir kişi için kullanılmıştır. Lekad halaknê’l-insâne fi ahseni takvimin. Sümme redadnâhu esfele sâfilin. İlle’llezîne âmenû ve âmilû’s-sâlihât (Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağılarının aşağısına çevirdik. Yalnız inanıp iyi işler yapanlar hariç…) Ayetindeki kullanım da bir topluluk adıdır. Zira kimse bu sözcüğün kapsamı dışında değildir. Aynı şekilde Türk, Nuh’un oğlunun adı olduğunda bir tek kişiyi bildirir. Oğullarının adı olduğunda “insan” sözcüğü gibi bir topluluğu ifade eder; Oğulları da bu adla anılmıştır.

Biz diyoruz ki, Türk, Allah’ın verdiği bir addır.