Kent meydanları ateşe verilmiş. Olaylar kâh büyüyor, kâh polis tarafından bastırılıyor. İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere birçok şehrimizde baş gösteren olaylara halkımız alışmış. Şehirlerimiz polis ve eylemcilerin mübareze alanı olmuştu. 

Gezi olayları...

Ateşlerin yanıp, sloganların atıldığı meydanlarda göstericiler halaylar çekiyor, şehri yaşanılmaz kılıyordu. Polis, önce ikazlarda bulunup sonra ikazlara uymayan eylemcileri tazyikli su ve biber gazıyla dağıtıyordu. Sokak aralarına doluşan gruplar taş, havai fişek ve molotoflarla polislere saldırıyor. Poliste tazyikli su, biber gazı ve coplarla eylemcilere karşılık veriyordu.  Şehir savaş alanına dönmüş. Yakılan duraklar, yıkılan trafik lambaları, mağdur edilen esnaf ve milyonlarca vatandaş.

Bulvarlar, caddeler trafiğe kapatılmış. 
Sokaklara kurulan barikatlar hayatı yaşanmaz bir hale sokmuştu.

Kentten ateşler yükseliyordu. Helikopter üzerimizden eksik olmuyordu.

Gece çökünce şehre; ateşler sönüyor, eylemciler dağılıyor, şehir acılarını dindiriyordu. 
 
Ankara... 

Asayiş gezen polis devriyeleri, belirli bölgelere "olası olay çıkmasına karşın" yerleştirilmiş çevik kuvvet ekipleri ve çöpçüler...  Çöpleri karıştıran kediler ve köpekler…

Gece harabeye dönen kenti gezen meraklı bir kaç kişi...

Evlerin lambaları birer ikişer sönüyor, şehir acılarını sarıyor, kendini dinliyordu...

Ankara'nın aşk kokulu politik sokakları harabeye dönmüş, insanların yüzündeki yalnızlığa birde korku ve endişe eklenmişti. Heykele kuşlar konmuyor, seyyar çay satan çocuklar görünmüyor, çığırtkanların sesleri duyulmuyordu! Harabeye dönen kentin sokak ve caddelerini temizlemekle meşgul olan temizlik işçilerinin sitem dolu haklı feryatları.

Şiirler okuyarak gezdiğimiz sokaklar artık savaş alanını andırıyordu!
 
Türk milleti, içine düştüğü sahte batıcılıktan kurtulamıyor! Zaman geçtikte idraklerimize yerleştirilen "düşünme!" ikaz lambası sıkça yanıyordu! Hal böyle olunca düşünceden, okumaktan yitik nesiller her on yılda bir isim değiştirip aynı oyunu oynamaya devam ediyordu.

Demokrasi sahte bir düzen. Özgürlük içi doldurulamayan bir ütopyaydı. 

Devlet ricali ve iktidar demokrasiyle yönetildiğimizi iddia ediyor, muhalefet ve eylemcilerse başımızda bir diktatör olduğunu özgürlüğün kısıtlandığını gerekçe göstererek sokağa dökülüyordu.

Geç kalınmış bir muhasebeye zümre ve zerrenin ihtiyaç duyduğu günlerdeyiz. Herkes ve her kesimi sağduyulu olmaya değil sağlıklı düşünmeye ihtiyacı var!
 
Oyun aynı, oyuncuların isimleri farklı sadece. Düne kadar istibdat-hürriyet, alevi-sünni, sağ-sol, ilerici-gerici... Bugünlerde oyun isim değiştirdi! Kürt-Türk savaşının eşiğindeyiz!

Bir el. Tılsımlı, lanet bir el. İstediğini başa getiriyor. İstediğini istediği vakit sokağa döküyordu. Kime ait bu tılsımlı el?
 
Yaradılışla birlikte kendilerini ayrı gören bir millet var ki, yaradılıştan günümüze, günümüzden kıyamete kadar insanlığın belası olmuş bir millet! 

Yahudi milleti...
 
***

Yahudiler ilk erkek insan olan Adem peygamberin soyundan geldiklerine inanmaz ve bunu asla kabul etmezler. Bu ayrımla başlar farklılıkları. Yahudilere göre Hz. Adem ve Hz. Havva'nın ilişkilerinden Adem oğulları yani sıradan insanlar meydana gelmiştir. Bu sıradan kişilere İbranice "ötekiler" anlamına gelen GOYİM derler... Kendilerinin ise şeytanın ve Havva'nın birleşmesiyle meydana geldiklerini söylerler.

Yahudiler şeytanı mel'un addedilmezler. Şeytan; nur ü ziya, olarak bilinir.

Bilenler ve İstanbul'da ikamet edenler gidip görebilirler Mason localarının olduğu sokağın adı Nur ü ziya sokağıdır.

Önümüzdeki bir kaç yazıda Yahudilik tarihi, dünya siyasetinde Yahudiler ve bizim üzerimizdeki etkilerini Osmanlı'dan günümüze ele alacağım.