Mevsim kış, bulutlar gri, insanların yüzleri asık! Görünmeyen güneş batıyor…
Mavi gök yitik! Şehirde mutlak gri yerini siyaha bırakıyor, ah dostum! Şehir siyaha boyanıyor. Siyah bütün şehri acımasızca boyuyor. Sokak lambaları yanıyor, insanlar evlerine çekiliyor. İnsanlar evlerine çekilince; birkaç köpek, bir şarapçı, bir de ben kalıyorum dar sokaklarda. Tedirgin küçük adımlar…
Sokağa yaşanmışlık veren, merdiven kenarına oturan bir kadın! Usul adımlarla yanaşıyorum yanına titreyen sesimle:
“- Merhaba” diyorum, ses yok!
Tam önünden geçip biraz uzaklaşınca, ardımdan bir ses:
“- Ah bayım! Bu saatte dolaşmayın buralarda, başınıza bir iş gelir!”
Başımı arkaya çevirip “olur” diyerek uzaklaştım.
İskelede beşik misali sallanan birkaç kayık, birkaç balıkçı, birkaç kedi, kenarda şarapçı ve bir çift gözüme ilişti. Martılar ağlaşarak izliyor olanları. Galata aşkına bakıyor, Kız Kulesi utancından denizi seyre dalmış gidiyor…
İskeleden çıktım, Avrupa mimarisinin klasik örneklerinin olduğu dar sokakta sırasıyla dizilmiş evler, Osmanlı dönemine ait sokak lambaları, minaresi dökülen bir Cami! Sokağa gerilmiş ip üzerinde çamaşırlar… Ve hepsinin rengi beyaz! Tekleyen sokak lambası sönüyor, kararan sokakta evlerin lambalarından sızan ışık, loş bir ortam. Adımlarım hızlandı, izbe bir çay ocağı…
Şehir acılarını dinliyor, ben bize çay söylemek için kolundan çıkıyorum, sen ağır adımlarla oturuyorsun masaya.
Kapı önünde üç beş küçük masa, kapıyı açıp içeriye yüksek bir sesle selam vererek:
“- İki çay getir ustam!”
Oturdum, sokak karanlık, açılan kapıdan elinde iki çayla gelen çaycı:
“- İki çay söylediniz ama…”
“- Evet, evet ustam iki çay!”
Hayretle açılan koca gözlerini üzerimde gezdirip, mırıldanarak içeri giriyor. Sen yanımdaydın dostum! Seni hissettim, gözlerine baktım, yokluğu paylaştığımız günleri hatırladım! Ne güzeldi. Bir sigarayı paylaşır, ucuz diye hep patates yerdik…
Bu geceye bir şiir yazılmaz mı dostum?
“Ah dostum,
Saat kaç, neredeyiz?
İnsanlar üstüme yürüyor,
Adımları yüreğimi eziyor!
Kalabalık uğultuyla, hararetle
Yürüyor!
Durup dinlemiyor kimse kimseyi,
Bazen başım dönüyor,
Bazen korkuyorum insanlardan!”
Hani demiştim bir kere:
“Sen geldin ya,
Varsın kar ’da gelsin!
Üşümüyorum, ellerim sıcak.
Üşüdüğümde bedenimi sarıyorsun,
Düşerken ellerimi tuttuğun gibi…”
Şimdi korkmuyorum, senin koluna girdim, yürüyoruz beraber, kalabalığı umursamadan!
Hep hatırımdasın dostum! Hep yanımda, çayı bile iki tane söylüyorum yokluğunda, sen hep vardın, güzel insanlar hep var!
***
Hulasa; günler geçiyor, kuşlar da uçuyor, güneş doğup batıyor! Martılar hala ağlaşıyor ve insanlar her geçen gün birbirinden uzaklaşıyor…
Makam, para, gelecek derken hayatı kaçırıyoruz!
Yaşamağa kulak verip, kalp ritmine ayak uydurmak için neyi bekliyoruz? Kaç kalp kırılıp, kaç insan ölünce kıymete binecek? Ne zaman anlayacağız paranın yenmeyecek bir şey olduğunu? Dostluklar kurun, sanal olmayan! Sığınak, liman olan…
Ah bayım! Ah güzel bayan…
Geriye sadece yaşanmışlıklar, geriye sadece anılar kalıyor!
Sanaldan sıyrılıp, hakiki dostluklara…
Şimdi korkmuyorum, senin koluna girdim, yürüyoruz beraber, kalabalığı umursamadan!
Hep hatırımdasın dostum! Hep yanımda, çayı bile iki tane söylüyorum yokluğunda, sen hep vardın, güzel insanlar hep var!
***
Hulasa; günler geçiyor, kuşlar da uçuyor, güneş doğup batıyor! Martılar hala ağlaşıyor ve insanlar her geçen gün birbirinden uzaklaşıyor…
Makam, para, gelecek derken hayatı kaçırıyoruz!
Yaşamağa kulak verip, kalp ritmine ayak uydurmak için neyi bekliyoruz? Kaç kalp kırılıp, kaç insan ölünce kıymete binecek? Ne zaman anlayacağız paranın yenmeyecek bir şey olduğunu? Dostluklar kurun, sanal olmayan! Sığınak, liman olan…
Ah bayım! Ah güzel bayan…
Geriye sadece yaşanmışlıklar, geriye sadece anılar kalıyor!
Sanaldan sıyrılıp, hakiki dostluklara…