Bu kavramı her yüz kişi, yüzbir şekilde anlamakta ve ifade etmektedir. Tartışmayı sürdürenler de mûsikîden hiç anlamayan, kulaktan dolma yarım bilgilerle kalen oynatan kişilerdir. Aklı başında olan bir müzisyen, eserlerin değerini tartışmaz. Müzik Sanatı açısından değerlendirir.
Tanzimattan sonra MALUM MÛSİKÎMİZ, en fazla hücuma uğrayan sanatımızdır. Bir de kutsal Türkçemiz. Mûsikîmizin en fazla hücuma uğrayan özelliği de insan sesine ağırlık veren bir sanat olması idi. Milletimiz bu konuda son derece haklıydı. İnsan hançeresinin tabiî yapısı, ses tellerinin özellikleri, akciğerlerden gelen nefesle gırtlağımızın özel durumu, ağız boşluğu ve dudak-dil sisteminin, insan beyni, görme, işitme ve dokunma duyuları arasındaki inanılmaz müşterek çalışmanın sonucu olan teganni sanatı, hiçbir icadın başaramayacağı bir sistemdir. İnsan sesini bir de mükemmel şekilde kullanma kabiliyetiyle doğanların icrasını, hiçbir usta, hiçbir çalgı beceremez. Sadece yaklaşık başarılar söz konusudur.
Ayrıca Tanpınar’ın işaret ettiği gibi, mûsikîmizin yan elemanlara ihtiyacı yoktur. Resim sanatına ait fon veya tablolara, renklere ihtiyacı yoktur. Renkli ışık sistemlerinin, spotların, çeşitli ışık oyunları yayan âletlerin de mûsikîmize yakışmadığı kesindir.
Bu konuda yazılar kaleme alanların, hiçbiri hakikî manada batı müziğini de bilmeden hareket etmişlerdir. Bir örnekle meramımızı anlatalım. Herhangi bir şahıs, Operadan bahsediyorsa, en az bendeniz kadar müzik bilmesi şarttır. En az otuz porteye yazılan enstrümanların ses sınırlarını, notaya yazılırken portelerin başına konan anahtarları, piccolo flütten başlayarak, Kontrabas’a kadar müzik âletlerinin titreşimlerini, saniyede 36 saykıldan, Elli bin saykıl’a kadar ses titreşimlerini işitebilme bilgi ve yeteneğine sahip olması gerekir. Opera korosunu teşkil eden soprano-alto-tenor-bas partisi okuyan ses sanatkârlarını duyabilme, ayırt edebilme yeteneği gereklidir. Soloları icra eden sopranoların, tenorların, baritonların, Basoların, bas baritonların, rollerini ve dramatik icralarını anlayabilmek gereklidir. Bu saydığımız olgulardan haberi bile olmayan ham hayalin, opera veya senfoniyi ağzına alması bile abestir.
Evvelâ şunu söyleyelim. Tabiatta hiçbir ses, yalın ve tek değildir. Yalın ve tek zannettiğimiz sesler BİR SES SALKIMI topluluğudur. Katı maddeleri veya havayı titreştirerek oluşan insanoğlunun keşfettiği sesler, SES SALKIMLARIDIR. Bir telden elde edilen SOL sesi, hem pest tarafa doğru, hem de tiz tarafa doğru SES SALKIMI OLUŞTURUR (SELEN) . Hemen bu izahın arkasından şu kanaati belirtelim. Her ses, yalın değil, ses salkımından oluşuyorsa, Türk Mûsikîsi eserlerini oluşturan sesler de yalın ve tek değildir. Dilimizin ucuna gelen düşünceyi çekinmeden beyan edelim. TÜRK MÛSİKÎSİ TEK SESLİ DEĞİLDİR. ÇOK SESLİDİR. Vatandaş bunu bilmiyor veya bilmek istemiyorsa kendi bileceği iş. Cehaleti mübarek ola devam etsin ham hayaline.
Bir neyzen sazına üflerken, parmaklarıyla, ney üstünde açılan perde deliklerini açar veya kapatır. Bu hareket, neyin içindeki havanın boyunu uzatıp kısaltmak içindir. Aldığı boyuta göre, titreşir makamı oluşturan sesler elde eldir. Neyden gelen sesler dikkatli dinlendiğinde yalın seslerin içindeki selenler duyulur. Selenleri çok iyi analiz eden âletler de bu gün mevcuttur.
Ses salkımları, aynı zamanda müziğin armonik yapısını da ortaya çıkarırlar. Hüseyin Sadettin Arel, armoni terimini, ÂHENK kelimesiyle karşılamıştır. Klâasik müzik eserlerindeki harika geçkilerin sebebi de bu armoni hareketleri dolayısıyla ortaya çıkan estetik olaylardır. Bu konuda geniş bir yazı kaleme almayı düşünmekteyim.
Özellikle tanbûrî ve Neyzen bestskârlar geçki konusunda çok güzel ve sanatlı örnekler elde etmişlerdir. Bunun sebebi, Tanbur sazının ve ney sazının fizik yapısında kaynaklanmaktadır. Her iki enstrüman da armonik yapıya sahiptir. Tanburda bahsi geçen ENİNLER yani inlemeler, sazın armonik yapısı ile ilgilidir. Armonikler, tel boyunun belli mesafelerinde, matematik kesirlerle mevcuttur. Ney sazı daha alâka çekicidir. Parmaklarla elde edilen herhangi bir ses mevkiine üflenirken, nefeslerin kuvvetli veya zayıf şekillerine göre sesler ortaya çıkar. Bu sesler, neyin içindeki havanın armonik katlarıdır. Her perdede en az altı tane ses mevcuttur. Hatta bazı usta neyzenler bu armoniklerin en az ikisini bazen üçünü bir arda üfleyebilmektedirler.
Türk Mûsikîsi mensupları uzun zaman çok sesliliği, paralel üçlülerin uygulaması zannettiler. Tabiî olarak çok kötü uygulamalar ve sonuçlar ortaya çıktı. Bazı denemelerde de yeni armoni kuralları icadedildi. Kısaca (BİR-DÖRT-BEŞ) sesleriyle oluşturulan, armoni sistemi, Türk Mûsikîsine uygulanmağa çalışıldı. Sonuç hazin bir fiyasko ile neticelendi. Halbuki hareket hattı gayet basitti. Çünkü seslerin tabiî sıralanışı gibi, Armoni hareketi içindeki akorların hareketi de tabiîdir. Yani armoni yürüyüşü, akorların belli derecelere gidişi şeklinde tabiî bir harekettir. Şimdi soru şu: TÜRK MÛSİKÎSİ ÇOK SESLİ OLDUĞUNA GÖRE ARMONİSİ VAR MI? Hemen cevap verelim. VAR. İkinci soru; TÜRK MÛSİKÎSİNİN KLÂSİK ESERLERİNDE BU ÇOK SESLİLİK KULLANILMIŞ MIDIR?
Bu soruyu açmamız gereklidir. Bİizim bestekârlarımız, (soprano-alto-tenor-bas) partilerinden oluşan bir besteyi düzenlerken, partilerin en uygun ve güzel bölümlerini, birbirine ekleyerek eserlerini tanzim etmişlerdir. Batı müziği uygulamasında, bestelerin bölümleri, uygun seslere dağıtılır. Çok tiz bölümler sopranolara, daha kalın sesler, altolara, oktav farkına göre tenorlara ve Bas seslere dağıtılarak icra edilir. İşte temel uygulama farkı bu noktada ortaya çıkar.
Bizim mûsikîmiz yatay bir seyir takibeder. Batı müziği ise dikey hareket eder ve aynı zamanda birden çok sesi bir arada kullanır. Batı dünyasında en mükemmel uygulamaları BACH yapmıştır. Bu üstad henüz aşılamamıştır. Türk Mûsikîsinde ise MERAGALI ABDÜLKADİR HÂCE aşılamamıştır. Her iki sanatın da çok mükemmel örnekleri vardır. Unutulmamalı ki, müzik sanatı, BİR DEHÂ MESELESİDİR. DÂHİLER DE İKİ ÜÇ ASIRDA BİR ZUHUR EDERLER.
Mûsikî seslerle yapılan bir ifade sanatı olduğuna göre, Türk Mûsikîsinin, batı ripi uygulamalara ihtiyacı var mıdır? Sanatımızın tabiatta ifade edemiyeceği hiçbir duygu, düşünce, olay yoktur. İster dinî, ister lâdinî olsun bütün heyecanlara cevap verecek güçtedir. Eğlence mûsikîmiz sayısız örnek barındırmaktadır. Askerî mûsikîmiz, özellikle Mehter, asırlarca cihanı titretmiştir. Dünyanın çok büyük Kompozitörleri, Türk mûsşkîne özenerek eserler yazmışlardır.
Çok kullandığım bir düşünce ile yazımı bağlıyorum. Türk Mûsikîsini olumsuz yönde tenkid eden bir tek millet vardır. TÜRKLER!
Tanzimattan sonra MALUM MÛSİKÎMİZ, en fazla hücuma uğrayan sanatımızdır. Bir de kutsal Türkçemiz. Mûsikîmizin en fazla hücuma uğrayan özelliği de insan sesine ağırlık veren bir sanat olması idi. Milletimiz bu konuda son derece haklıydı. İnsan hançeresinin tabiî yapısı, ses tellerinin özellikleri, akciğerlerden gelen nefesle gırtlağımızın özel durumu, ağız boşluğu ve dudak-dil sisteminin, insan beyni, görme, işitme ve dokunma duyuları arasındaki inanılmaz müşterek çalışmanın sonucu olan teganni sanatı, hiçbir icadın başaramayacağı bir sistemdir. İnsan sesini bir de mükemmel şekilde kullanma kabiliyetiyle doğanların icrasını, hiçbir usta, hiçbir çalgı beceremez. Sadece yaklaşık başarılar söz konusudur.
Ayrıca Tanpınar’ın işaret ettiği gibi, mûsikîmizin yan elemanlara ihtiyacı yoktur. Resim sanatına ait fon veya tablolara, renklere ihtiyacı yoktur. Renkli ışık sistemlerinin, spotların, çeşitli ışık oyunları yayan âletlerin de mûsikîmize yakışmadığı kesindir.
Bu konuda yazılar kaleme alanların, hiçbiri hakikî manada batı müziğini de bilmeden hareket etmişlerdir. Bir örnekle meramımızı anlatalım. Herhangi bir şahıs, Operadan bahsediyorsa, en az bendeniz kadar müzik bilmesi şarttır. En az otuz porteye yazılan enstrümanların ses sınırlarını, notaya yazılırken portelerin başına konan anahtarları, piccolo flütten başlayarak, Kontrabas’a kadar müzik âletlerinin titreşimlerini, saniyede 36 saykıldan, Elli bin saykıl’a kadar ses titreşimlerini işitebilme bilgi ve yeteneğine sahip olması gerekir. Opera korosunu teşkil eden soprano-alto-tenor-bas partisi okuyan ses sanatkârlarını duyabilme, ayırt edebilme yeteneği gereklidir. Soloları icra eden sopranoların, tenorların, baritonların, Basoların, bas baritonların, rollerini ve dramatik icralarını anlayabilmek gereklidir. Bu saydığımız olgulardan haberi bile olmayan ham hayalin, opera veya senfoniyi ağzına alması bile abestir.
Evvelâ şunu söyleyelim. Tabiatta hiçbir ses, yalın ve tek değildir. Yalın ve tek zannettiğimiz sesler BİR SES SALKIMI topluluğudur. Katı maddeleri veya havayı titreştirerek oluşan insanoğlunun keşfettiği sesler, SES SALKIMLARIDIR. Bir telden elde edilen SOL sesi, hem pest tarafa doğru, hem de tiz tarafa doğru SES SALKIMI OLUŞTURUR (SELEN) . Hemen bu izahın arkasından şu kanaati belirtelim. Her ses, yalın değil, ses salkımından oluşuyorsa, Türk Mûsikîsi eserlerini oluşturan sesler de yalın ve tek değildir. Dilimizin ucuna gelen düşünceyi çekinmeden beyan edelim. TÜRK MÛSİKÎSİ TEK SESLİ DEĞİLDİR. ÇOK SESLİDİR. Vatandaş bunu bilmiyor veya bilmek istemiyorsa kendi bileceği iş. Cehaleti mübarek ola devam etsin ham hayaline.
Bir neyzen sazına üflerken, parmaklarıyla, ney üstünde açılan perde deliklerini açar veya kapatır. Bu hareket, neyin içindeki havanın boyunu uzatıp kısaltmak içindir. Aldığı boyuta göre, titreşir makamı oluşturan sesler elde eldir. Neyden gelen sesler dikkatli dinlendiğinde yalın seslerin içindeki selenler duyulur. Selenleri çok iyi analiz eden âletler de bu gün mevcuttur.
Ses salkımları, aynı zamanda müziğin armonik yapısını da ortaya çıkarırlar. Hüseyin Sadettin Arel, armoni terimini, ÂHENK kelimesiyle karşılamıştır. Klâasik müzik eserlerindeki harika geçkilerin sebebi de bu armoni hareketleri dolayısıyla ortaya çıkan estetik olaylardır. Bu konuda geniş bir yazı kaleme almayı düşünmekteyim.
Özellikle tanbûrî ve Neyzen bestskârlar geçki konusunda çok güzel ve sanatlı örnekler elde etmişlerdir. Bunun sebebi, Tanbur sazının ve ney sazının fizik yapısında kaynaklanmaktadır. Her iki enstrüman da armonik yapıya sahiptir. Tanburda bahsi geçen ENİNLER yani inlemeler, sazın armonik yapısı ile ilgilidir. Armonikler, tel boyunun belli mesafelerinde, matematik kesirlerle mevcuttur. Ney sazı daha alâka çekicidir. Parmaklarla elde edilen herhangi bir ses mevkiine üflenirken, nefeslerin kuvvetli veya zayıf şekillerine göre sesler ortaya çıkar. Bu sesler, neyin içindeki havanın armonik katlarıdır. Her perdede en az altı tane ses mevcuttur. Hatta bazı usta neyzenler bu armoniklerin en az ikisini bazen üçünü bir arda üfleyebilmektedirler.
Türk Mûsikîsi mensupları uzun zaman çok sesliliği, paralel üçlülerin uygulaması zannettiler. Tabiî olarak çok kötü uygulamalar ve sonuçlar ortaya çıktı. Bazı denemelerde de yeni armoni kuralları icadedildi. Kısaca (BİR-DÖRT-BEŞ) sesleriyle oluşturulan, armoni sistemi, Türk Mûsikîsine uygulanmağa çalışıldı. Sonuç hazin bir fiyasko ile neticelendi. Halbuki hareket hattı gayet basitti. Çünkü seslerin tabiî sıralanışı gibi, Armoni hareketi içindeki akorların hareketi de tabiîdir. Yani armoni yürüyüşü, akorların belli derecelere gidişi şeklinde tabiî bir harekettir. Şimdi soru şu: TÜRK MÛSİKÎSİ ÇOK SESLİ OLDUĞUNA GÖRE ARMONİSİ VAR MI? Hemen cevap verelim. VAR. İkinci soru; TÜRK MÛSİKÎSİNİN KLÂSİK ESERLERİNDE BU ÇOK SESLİLİK KULLANILMIŞ MIDIR?
Bu soruyu açmamız gereklidir. Bİizim bestekârlarımız, (soprano-alto-tenor-bas) partilerinden oluşan bir besteyi düzenlerken, partilerin en uygun ve güzel bölümlerini, birbirine ekleyerek eserlerini tanzim etmişlerdir. Batı müziği uygulamasında, bestelerin bölümleri, uygun seslere dağıtılır. Çok tiz bölümler sopranolara, daha kalın sesler, altolara, oktav farkına göre tenorlara ve Bas seslere dağıtılarak icra edilir. İşte temel uygulama farkı bu noktada ortaya çıkar.
Bizim mûsikîmiz yatay bir seyir takibeder. Batı müziği ise dikey hareket eder ve aynı zamanda birden çok sesi bir arada kullanır. Batı dünyasında en mükemmel uygulamaları BACH yapmıştır. Bu üstad henüz aşılamamıştır. Türk Mûsikîsinde ise MERAGALI ABDÜLKADİR HÂCE aşılamamıştır. Her iki sanatın da çok mükemmel örnekleri vardır. Unutulmamalı ki, müzik sanatı, BİR DEHÂ MESELESİDİR. DÂHİLER DE İKİ ÜÇ ASIRDA BİR ZUHUR EDERLER.
Mûsikî seslerle yapılan bir ifade sanatı olduğuna göre, Türk Mûsikîsinin, batı ripi uygulamalara ihtiyacı var mıdır? Sanatımızın tabiatta ifade edemiyeceği hiçbir duygu, düşünce, olay yoktur. İster dinî, ister lâdinî olsun bütün heyecanlara cevap verecek güçtedir. Eğlence mûsikîmiz sayısız örnek barındırmaktadır. Askerî mûsikîmiz, özellikle Mehter, asırlarca cihanı titretmiştir. Dünyanın çok büyük Kompozitörleri, Türk mûsşkîne özenerek eserler yazmışlardır.
Çok kullandığım bir düşünce ile yazımı bağlıyorum. Türk Mûsikîsini olumsuz yönde tenkid eden bir tek millet vardır. TÜRKLER!