Bu seçimlerin en başarısız partisi şüphesiz ki CHP’dir. Seçimlere, İstanbul ve Ankara gibi metropollerde kendi siyasi kimliğiyle ilişkileri problemli olan veya tam karşıt yerde bulunan adaylarla, salt oy endişesi gibi pragmatik nedenlerle, girdiği halde aldığı sonuç tam bir başarısızlık örneğidir. CHP’nin ana muhalefet partisi olduğu düşünülürse “oylarında artış var” gerekçesiyle başarılı gösterilmeye çalışılması, üstünde durulmayacak kadar önemsiz bir gayrettir. CHP açısından esas tehlike ise bu tür gerekçeler yüzünden “probleminin ideolojik ve politik boyutlarının” görülememesi ve meselenin tartışılamamasıdır.
CHP’nin meselesi her şeyden önce ideolojiktir. Bu parti cumhuriyetin ilk partisidir ve erken cumhuriyet politikalarının bu partinin siyasi tarihinin bir parçasıdır.
CHP’yi bir nevi “devletin partisi“ haline getiren bu tarihsel gelenek kaçınılmaz bir biçimde onu, devletçi siyasal elitlerin parti içinde hâkim konuma geldiği örgütlendiği bir organizasyona dönüştürmüştür.
Temeldeki sorun
CHP’nin politik kimliğini şekillendiren ikinci olay, ”devlet eliyle yürütülen Batılılaşma projesinin” sahiplenmesi ve yerli kültüre açılan savaştır. Devletin resmi eğitim kurumları içinde, Türk Müziği’ni yasaklaması radyoya Türk Halk Müziği ve Sanat Müziği’nin sokulmaması, cami ve mescitlerin satılması, başka maksatlarla kiraya verilmesi, kullandırılmasının arkasında “bu resmi tarih vardır”.
Ezanın değiştirilmesi, Dersim’ de veya başka yerlerde yaşanan çok sayıda olay, sivil toplumun susturulması gibi birçok sorun, yerli kültüre karşı yürütülen bu savaşla siyasal olarak özdeşleşmiş CHP’nin, 1950 sonrası demokratikleşme sürecine taşıdığı ağır yüklerdir.
Kısaca vurgulamak gerekirse, CHP kurulduğu günden bu tarafa ”devlet elitlerinin bir partisi” olarak devletin , topluma karşı giriştiği mücadelenin örgütü durumundadır. Sorun da bu noktada düğümlenmektedir. Bu mesele zaman içinde unutulabilecek bir olay olmadığı gibi, partinin ideolojik yapısını sürekli üreten bir zihniyet ve siyasal bir kadro yaratmıştır. Bu yeniden üretim sürecinde 1960 darbesinin militarizminin daha geri, daha kalıcı izler bıraktığını ise unutmamak gerekir.
Şimdi soru şudur: CHP kendi tarihi ile hesaplaşıp bu “ideolojik kimliğini değiştirip”, yeniden inşa ederek “çağdaş Türkiye’ye” dönük bir siyaset yapabilir mi?
Üç eğilim
Rahmetli Turan Güneş 1965 seçimlerinden sonra partisinin bu haliyle hiçbir gelecek vaat etmediğini belirterek, CHP’nin sola açık “sosyal-demokrat bir parti olarak” siyasi hayatına devam etmesi halinde, farklı bir konuma yükselebileceğini ileri sürmüştü. Bu meseleyi ele alan “CHP halktan nasıl uzaklaştı” başlıklı yazı dizisi dönemin Yön dergisinde yayımlandığında bunun geniş bir yankı yarattığını, daha sonra yazılanlardan da görmek mümkündür.
CHP’nin o zamanlar yaşadığı değişim süreci, sola açılması 1969 seçimlerinde belli ölçüde bir oy kaybı ve başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen , 1970’li yıllarda Ecevit’le beraber yerini ciddi bir yükselişe bırakmıştır. Burada şunun vurgulanması gerekmektedir: Bugün dünyada 1970’li yıllara benzer bir konjonktürden bahsetmek mümkün değildir. Günümüz konjonktürü CHP’de üç eğilimin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Bunlardan ilki “ulusalcılık” denen siyasal yaklaşımı; ikincisi “sol veya sosyal demokrasi de dahil muhtelif sosyalizan anlayışlar”, üçüncüsü ise sıradan bir kitle partisi olma eğilimini, pragmatik davranıp yerine göre “devletçi” yerine göre “liberal” bir politika benimsemeyi tercih eden bir anlayışı ortaya çıkarmıştır. Peki, bu şartlarda CHP nereye gidebilir? Bu eğilimler,bu anlayışlar CHP için hangi geleceği öngörmektedir?