Samet Ağaoğlu'na aittir “Diktatör” deyimi. “Kuvayı Milliye Ruhu” adlı kitabında kullanır. Samet Bey, o günleri çocuk yaşlarında görmüştür. Babası Türkçülüğün önemli isimlerinden Ahmet Ağaoğlu, kurtuluşun merkezi Ankara'da, Basın Yayın Genel Müdürü'dür o yıllarda. O yıl Ankara'ya gelen bir İngiliz yazar, gazetesine çekilmek üzere bir telgraf metnini postaneye yollar, telgraf metni doğal olarak Ağaoğlu'nun önüne de getirtilir, inceleyecek, "Çekilsin" derse çekilecek. Telgraf metni şöyledir:

"Ankara dağlar arasında bir bataklıktır. Bu bataklığın içinde bir yığın kurbağa başlarını havaya kaldırmış, durmadan ötüp durmakta ve dünyaya meydan okumaktadırlar."

Ahmet Ağaoğlu telgraf metnini değiştirerek çektirir. Şöyledir o metin:

"Ankara, Anadolu'nun ortasında çorak, bakımsız ve kerpiç evli küçük bir şehirdir. Bu şehirde bir avuç kahraman, medeni Avrupa'nın zulüm ve istibdadına karşı isyan ederek millî istiklallerini korumaya çalışmaktadırlar."

Ahmet Ağaoğlu, oğlu Samet'i bir gün Mustafa Kemal Paşa ile de tanıştırır, daha doğrusu Paşa, görür Samet'i sorar:

"Merhaba Ahmet Bey, bu çocuk oğlun mu?"

Ankara Taşhan'ın önündedirler, Ahmet Bey yanıt verir:

"İşte Mustafa Kemal Paşa budur, elini öp!"

Samet Bey diyor ki "Küçük kafamın içinde derin bir hayret doğdu. Bütün dünyanın kendisinden bahsettiği adam demek buydu. En demokratik memlekette bile bir devlet başkanını bu kadar sade bir vatandaş halinde görmek mümkün müydü? Ne kurşun işlemez otomobiller, ne arkasında koşan muhafızlar, ne kimseyi yanına yaklaştırmamaya çalışanlar var. Halbuki içte ve dışta, bütün bir düşman âlemi o zamanlar bu adamın ölümünü ne kadar istiyorlardı."

Ah Samet Bey ah, mezarından kalksan da, bugünleri görsen... Ve milletvekilliği yaptığın meclisin bugünkü halini de... Hani kitabında diyorsun ya o ilk meclise "Diktatör Meclis", yeri geldi, onu da bir anlatalım artık. O meclis gücünü yalnızca, o günün anayasasından almıyor, Kuvayı Milliye ruhundan alıyor. Millet adına tüm yetkiler onun. Öyle lafta değil ha... Hükümet üyelerini kendi içinden seçiyor, büyük kumandanlar, elçiler, bir kısım büyük memurlar aynı zamanda hükümet üyesi de. Yargı yetkisini o meclis adına İstiklal Mahkemeleri kullanıyor ama o meclis bu kararları bozup, yeniden hüküm vermek yetkisine bile sahip. Bu meclis bir yandan cepheleri yönetirken, bir yandan da bağımsız bir devletin temelini atıyor. Mustafa Kemal Paşa'ya zaman zaman yetkilerinin bir kısmını devredebiliyor ama o ulu önderden hesap soruyor yeri geldiğinde, yapmıyor onun her dediğini. Diktatör Meclis, bunun için diyor Ağaoğlu... 

Ya şimdi? İşlevsiz meclis, bakan denetleyemeyen, icranın başına soru soramayan meclis…

Evet neyse biz gene o günlere dönelim, 23 Nisan’da bugünkülerin tahta sıralarına oturduğu o meclise gidip bakalım…Fala, rüyaya, mucizeye, inanan üyelerinin de olduğu bu diktatör meclisteki fikir akımlarını da yazmış Ağaoğlu, onları da aktararak bitirelim. Üç akım varmış: 1-Tesanütçüler, 2-Milliyetçiler, 3-Komünistler. Milliyetçiler de kendi içlerinde üçe ayrılıyorlarmış: 1-Islahatçılar, 2-Muhafazakârlar, 3-Liberaller...