“Bizi Türklükten nasıl uzak tuttuklarını anlamak için bizi İslam'dan nasıl uzak tuttuklarını anlayabilmemiz lazım. Bugün Ramazan ayındayız. Bize Ramazan ayı denince ne anlaşılması gerektiğini gayr-i Müslimler telkin etti. Biz Müslüman olarak Ramazan ayının ne manaya geldiğini ve tuttuğumuz orucun neye tekabül ettiğini bilmeden yaşıyoruz. Billboardlarda falan görüyoruz: ‘Ramazan keyfi...’ bilmem ne. Bu kâfirlerin işidir. Çünkü dünya kâfirlerin cenneti, Mü'minlerin zindanıdır. Ramazan keyfinden bahseden insan kâfirdir. Ramazan keyifli bir şey değildir. Ramazan'ın keyfi çıkarılmaz. Bizim kültürümüzde Ramazan eğlenceleri doğrudan doğruya kâfirlerin icat ettikleri şeylerdir. Ramazan eğlencesi olmaz. Çelimli Çalım(1) okuyanlar Müslüman'ın üç türlü eğlencesi olduğunu öğrenmişlerdir. Hadis-i Şerif bildiriyor bunu bize. Bir, atını eğitirken aldığı zevk; iki, ok talimi yaparken aldığı zevk; üç, helaliyle oynaşırken aldığı zevk. Müslümanın bu üçünden başka eğlencesi olmaz.” (2)

İsmet Özel’inki zevk değil, zevk sapıklığıdır. Yani atını eğit, okunu at, cinsel ilişki kur, zevk dediğin bu kadar. Bugünün dünyasında at eğitmek ve ok atmak da özel zevkler olmuştur, geniş kitlelerin bunlarla ilgisi kalmamıştır. Eh o zaman kalıyor geriye, cinsel ilişki. Evet evet, zaten dinbazların tek zevki de odur… Bunlarda okuma zevki yok, yaşama zevki yok, sanat zevki yok, yok oğlu yok…

SEZAİ KARAKOÇ’UN ORUÇ PALAVRALARI

İnsan, hele de genç ise sevdiği kızı yüceltir, olmayan özellikleri varmış gibi anlatır, hatta öpmeye ve sevmeye bile kıyamaz.

Bu doğal bir durumdur, kara sevda ya da aşk böyle eyler adamı.

Bu doğal bir durumdur da şu dinbaz takımının dinsel ögelere olmayan anlamlar vermeleri, yüklemeleri; gerçeği değil, kendi düşlemlerinde yarattıklarını yazıp anons etmeleri ve herkesin de buna inanmasını beklemeleri yok mu, işte o insanı çileden çıkarıyor.

Sözü İslamcı şair Sezai Karakoç’a ve onun oruç yazılarının toplandığı “Samanyolunda Ziyafet” adlı kitabına (Diriliş Yayınları) getireceğim, bu girişim ondandır.

8.sayfadan başlayalım, “Ramazan şuuraltını dinamitliyormuş, külü deşiyormuş, betonları kırıyormuş, eskiyen dünyayı tazeliyormuş, içgüdüleri pırıl pırıl yapıyormuş.” 47 sene oruç tuttum, 11 yaşından 58 yaşıma dek, böyle bir şey ne gördüm ne duyumsadım ne de aklı başında insanların duyumsadıklarını gördüm. Şuuraltının dinamitlendiğine, betonların kırıldığına kim inanır Sezai’yi kayıtsız koşulsuz ermiş sınıfına sokanlar dışında.

21 sayfada diyor ki Sezai, “Oruç materyalist çerçeveye mahkûm olmaktan kurtarır.” Her olaya fayda açısından bakmayı yasaklarmış çünkü oruç, hükümlerinde başkacı yaparmış insanı. Materyalist çerçeve mahkûmiyet değildir a Efendi, gerçeği görmeyi, bilimsel bakmayı ve fizikötesi gibi muhayyel kavramlara saplanmamayı öğretir insana. Her olaya fayda açısından bakanlar senin gibilerin hiçbir zaman tehlike olarak görmediği, mücadele etmediği kapitalistlerdir. 

31 ile 32’inci sayfalara geçelim ve bakalım ne palavralar atmış Sezai Karakoç Hazretleri: “Her yıl bir ay için oruç mimarı bize konuk gelir. Gelir gelmez de kollarını sıvar ve işe koyulur. Bir kahve içim bile beklemez, dinlenmez. Kutsallığın işçisidir o. İlkin vücut evini şöyle bir yoklar. Bir sarsar insanı. Öyle sarsar ki, bacalarda ne kadar birikmiş kurum varsa dökülür. Tabiat etkisiyle gevşemiş ve kopmaya yüz tutmuş sıvalar düşer. Yerinden oynamış kiremitler kayar. Organlar arasında, kasların eklem yerlerinde, hareketsizliğin ve ölümün sembolü olarak gerilmiş kaç örümcek ağı varsa yırtılır. Vücut konağı böylece konuğun, büyük konuğun gelmiş olduğunu bilmiş olur.

Sonra oruç onarmaya başlar. Her hücreye iner ve hücre içinde bir kaynaşma, yumurta sarısının oluşuma benzer bir tazeleniş başlar. Ölüm sularında gezen, dolaylarında, çevrelerinde dolaşan her hücre, bu kaynar su yeniliğinde hayata dönere. Her hücre, ölümün bir yumurta kabuğu gibi ördüğü kireç zarını kırar. Bir diriliştir başlar.

(…) Konuğumuz oruç mimarı, vücudu bir yandan yenilerken, öte yandan elini ruha atar. Her mümin kendi gücü çerçevesinde Cebrail’in bir kanadının ruhuna çarptığını duyar. Vücudun ördüğü kuleler içinde sıkışmış ruh, ilkin bir yandan içeriye bir sabah ışığının sızdığını görür. Cezbedilmiş gibi oraya döner. Sonra ışık artara ve kurtarıcı bir güneş halini alır. Ruh, yaralarını o ışığa tutar ve yaraları, bir cüzzamlının iyileşmesi gibi kurumaya ve sönmeye başlar. Sonra ışık kuleyi yıkmaya başlar. Ruh, dışarıya, petekten sızan bir bal gibi damlar.”

76’ıncı sayfada da buna benzer sözler var: “Göz parlar, kulak keskinleşir, nefese borusu sertleşir, iç vücut dinlenir dinlenir, sonar birden çalışır.”  

Vayy be! Neler oluyormuş neler… Ama biz palavrayı bir yana bırakalım da gerçekten neler oluyormuş ramazanda ona bakalım. İşte Erzurum’dan gülünç bir anekdot:

Erzurum'da cuma namazından çıktı adam, yanındakine sordu: 

"Bögün günlerden neyidi gardaş?" 

Sinirlendi yanındaki: "Ola beynine ossurduğum, Cuma namazından çıhmadıh mi?" 

Beriki bahaneyi hemen yapıştırdı: "Ramazan kafası gardaş işte..."

Yaa işte böyle… Ramazan kafası böyle… Gerçek de böyle… Sana gelince Bay Sezai, Kur’an’da (3) bile senin dediklerinin olmadığını, senin kitlen de bilir aslında, ama demez, o ki din’in altı beslenmektedir, atış serbesttir.

Vee bu oruç öyle yaman bir şeymiş ki, Adam Smith, Freud ve Marx birbirlerine yapışıp birbirlerine eriyorlarmış orucu görünce (52. Sayfa). Dahası da var: Oruç Marksistlerin dini, bir hayal, bir vehim, bir yansıma, bir lüks ve fantezi sayan teorilerinin en büyük tekzibiymiş (55.sayfa). 

At martini de Diyarbakırlı Sezai yer gök inlesin. Bu denilenlerin gerçekle zerre kadar ilgisi olmadığını aklı ve algısı olan herkes anlar.

Ve 106’ıncı sayfada Oruç’un Türkçe bir sözcük olduğunu iddia ediyor Sezai, değildir. Nihat Sami Banarlı, bu konunun gerçeğini yazmıştır. Farsça gün anlamına gelen “ruz” sözcüğünün başına Türkler, tüm r ile başlayan sözcüklerde olduğu gibi u eklemişler “uruz” demişlerdir. Sayılı günleri kastederek demişlerdir bunu. Daha sonra bu sözcük oruc’a dönüşmüştür.   

Evet 139 sayfalık bu kitapta daha pek çok palavra var. Meraklısına epeyce sermaye çıkar, alın bakın.

1) Derginin adı
2) http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IcerikDetay?Id=1046&IcerikId=1679&PageId=1
3) Kur’an’ın oruçla ilgili ayetleri işte bunlardır. Bunlarda Sezai’nin dedikleri var mı?

Bakara / 183. Ayet
Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Umulur ki böylece günah ve fenâlıklardan korunursunuz.

Bakara / 185. Ayet
Orucun farz kılındığı ramazan ayı, insanlara hidâyet rehberi olup onlara doğru yolu gösteren ve hakkı bâtıldan ayırıcı en açık delilleri ihtiva eden Kur’an’ın indirildiği aydır. İşte bu sebeple içinizden ramazan ayına erişen orucunu tutsun. Ancak hasta veya yolcu olup da oruç tutamayan kimse, tutamadığı oruçları başka günlerde tutsun. Allah sizin için kolaylık diler, fakat zorluk dilemez. Bütün bunlar sayıyı tamamlamanız, size doğru yolu gösterdiği için Allah’ın yüceliğini tanımanız ve O’na şükretmeniz içindir.

Bakara / 187. Ayet
Oruç gecelerinde eşlerinizle ilişkide bulunmanız size helâl kılındı. Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbise durumundasınız. Allah, nefislerinize karşı koyamayacağını bildiği için tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Bundan böyle eşlerinizle beraber olabilir ve Allah’ın sizin için takdir buyurduğu nesli arzu ve talep edebilirsiniz. Fecrin, beyaz ipliğe benzeyen aydınlığı siyah ipliğe benzeyen gece karanlığından ayrılıncaya kadar bütün gece yiyin için. Sonra güneş batıp akşam namazı vakti girinceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikâfa çekildiğinizde eşlerinizle geceleri bile ilişkide bulunmayın! Bunlar Allah’ın belirlediği sınırlardır; sakın bu sınırlara yaklaşmayın! İşte Allah insanlara âyetlerini böylece açıklamaktadır ki, günahları terkedip kendisine karşı gelmekten sakınabilsinler.