Bu deyim özellikle avcılara yakıştırılmışsa da, palavra atmanın yeri ve mekânı olmadığı, bir kişiye veya temsil ettiği topluma mal edilmesinin yanlış olduğu günlük yaşamda dahi örnekleri ile her zaman görülmektedir.

Yakup OkutmuşBu deyim özellikle avcılara yakıştırılmışsa da, palavra atmanın yeri ve mekânı olmadığı, bir kişiye veya temsil ettiği topluma mal edilmesinin yanlış olduğu günlük yaşamda dahi örnekleri ile her zaman görülmektedir.

Bir avcı, "Ben ormanda yürürken yanlışlıkla bir ayının ayağına basmışım, o da sinirlendi" diye anlatıyorsa, bu bir palavradır... Askerde acemi erlere hitaben komutan, "aranızda aşçı var mı?" diye seslendiğinde bir er çıkar da, "ben 100 gram etten 200 çeşit yemek yaparım" derse, bu da palavradır.

"Ben gençliğimde..." diye söze başlayan ihtiyar, hayal gücünü alabildiğine zorlayıp susmuyorsa, bu da bir başka palavra örneğidir...

Peki ya politikacılar!
Onların palavralarını es geçmek durumundayız.
Çünkü buna sayfalarımız yetmez... 

Genç-yaşlı, kadın-erkek-çocuk ayırım yapılmadan palavranın atılış şekli ve ortamları değişik olsa da palavra palavradır ve çoğu zaman atıldığında, aradan uzun yıllar geçse de bazen hafızalardan silinmeyecek tatlı birer hatıra olarak anımsanır.

Bayburt’ta, rahmetli Mehmet Çatalbaş’ın, “Eğer seçilirsem Şehit Osman Dağı'nı ortadan kaldıracağım” demiş olması hâlâ anlatılır da, acaba o günlerde Bayburt şehir merkezinin ufkunu açmak için böyle düşünmüş olan rahmetli Çatalbaş bunu başarabilmiş olsaydı, Bayburt bugünkü şekli ile iki dağ arasında sıkışık mı kalırdı?

Bir başka deyimle, yine gazetemiz aracılığı ile, Şehit Osman dağı altından bir tünel açılmasını teklif ettiğimizde, bizler de mi palavra atmış olurduk? Demek ki palavraların da, icraatlarla uygulamaya konulmasında yararları bulunmaktadır. Günümüz teknolojisinin taşıdığı imkânlarla gemileri şuradan şuraya karadan yürütelim diye bir teklif ortaya atılsa, bin bir kafadan sesler yükselir de, Fatih Sultan Mehmed 1453 yılında bunu yapmamış mıdır?

Demek ki palavranın da kendine has şekil ve özellikleri var. Bir amaç uğruna, imkânsızmış gibi atılan palavranın düşünülmesi, benlikler için atılan palavralara da gülünüp geçilmesi gerekmektedir.
 
Söz bu konudan açılmışken yine bir değerli Ağabeyimizden söz etmeden geçmek olmaz: Bu konunun âdeta bir uzmanı olarak Bayburt’ta herkesçe tanınan rahmetli Topal Aşur, Erzurum’da seyrettiği bir Cirit müsabakasını anlatırken, atların sahada dizilişlerini, “Erzurum Başbarını” oynamak olarak tefsir etmiş, at sevgisinin bir ifadesi olan bu anlatış şekli de, tavukların kümesten çıkarlarken “Sarıkız” oyunu ile dizilişleri şeklinde cevap bulmuştur. Her iki anlatış şekli de sadece hayvan sevgisinin birer ifadesi olarak yorumlanabilirse, buradaki palavra sözcüğünün anlamsızlığı kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Atan da, dinleyen de karşılıklı anlayış ortamında bulundukları müddetçe palavra, zaman zaman yapıcı neticeler doğurabileceği gibi, hafızalardan uzun zaman silinmeyecek hatıraları da içermesi bakımından hayatımızın renklerinden biri olabilmektedir. Eminim ki, bugün her Bayburtlunun hafızasında yer etmiş bir veya bir çok enteresan hikâyeler vardır.   

Ocak 2006 – Bayburt Postası