"Şiir gönül ve yürek işidir. Ozanı tanıyacaksan yaşantısını ötelemeden, şiirlerindeki dizelerle cebelleşeceksin. Ozanın gönül varsıllığını ve yürek gücünü dizelerde arayacaksın. Arayıp buldukların da özneldir. Görüp sezemediklerin, üstelik görüp anlayamadıkların olabilir. Öyleyse bir ozanın ne kadar okuyanı varsa, o kadar da tanımı vardır.
En iyisi, ozanı şiirleri, şiirlerinin dizelerinde saklı gizemleriyle tanımaya çalışmak. Ben de öyle yapacağım: Okuduğum şiirlerden –kendimce- tanıtmaya çalışacağım Beşiroğlu’nu.
***
Şiir anlayışını şöyle vurgulamış:
Şiir yazmak istiyorum sadece,
Ne vakittir haber olmaz o yerden,
Belki düşer dersimize üç hece,
Hoş bir dua niyazımız gönülden,
Dar vakitli gecelerde bir güle,
Urfalı Nabi, Bayburtlu Beşir’den.
Ne ekleyebiliriz buna? Ozan, şiir anlayışını belirtmiş: Nabi’nin şiir anlayışı ile, kendi şiir anlayışını bir kaba koymuş. Şiirleri irdelendiğinde bu “kaptan çıkan”ı görürsünüz. İşte, Ozanımızın şiirlerinde “kullandığı dil”deki karmaşıklık da bundan kaynaklanıyor.
Sen miydin bu gece kapımı çalan
Sen miydin dizimde gözyaşı döken
Elleri koynunda boynumu büken
Sen miydin kalbimin berduşu yalan!..
***
Tiri müjgân değer sineme eman
Dide-i giryanım feryâdı figan
Dillerden düşmesün düm tekâ dümtek
Bilâ nümûne-i nevâ aşiran
Ozan bu, yadsınmamalı: Ozan, önce kendisinin ozanı olmalı, şiirlerini kendisi için yazmalı. Özbeğenisiyle ürettiklerini, okuyucusuna sunmalı. Okuyucularından kendisine ulaşan geri dönüşleri, şiirlerini mayalarken kullanmalı.
Beşiroğlu hem ozan hem de şair.
Bu, “ozan Beşiroğlu”:
Al yeşilli beyaz yenli turnalar,
Seher yeli bizim ordan geçerken,
Yerde gökte kanat vuran sunalar,
Ele güne selâm söyle küsmesin.
Bu dörtlükte kimler, neler yok ki! Karacaoğlan’ın “turna”ları; Yunus’un
yanık yüreği ve saz şiirinin tınısı… İşte bu, Halk Ozanı Beşiroğlu…
Bu da “şair Beşiroğlu”:
Kimesneymiş menim dün-ü bugünden,
Men örgenmişem hakikat-ü pirimden,
Hem Enverîyem hemi de mehteblî,
Cehennem dolacah şekl-ü şebekten.
Beşiroğlu, aşağıdaki beyitte şair’liğini gösterirken bir yandan da ozan ile şair harmanlaması yapıyor sanki..
Arz etmezem derunumda saklı hicranımı ben,
Elemler içredir sıhhatime devâ mı gerek..
Ozanımızın yalın dil ve serbest ölçü kullanmasındaki beceriyi; anlatımdaki içtenlik’i de örneklemeliyim:
gözlerinin derinliğinde,
hasret yangınının
bıraktığı külleri görüyorum…
demişsin, bir yerde ahretlik...
Doğru demişsin!
ben de baktığımda fotoğrafıma;
‘hasret’ izdüşümünde çoğu hayatın,
ziyana mahkûm edilen düşlerini görüyorum...
O mahkûmiyetin içinde;
Ben de varım elbet…
Kimi zaman şiirlerinde derin ve tasavvuf ustalarını anımsatan izler görülür.
Ölmeden ölmeler maşukun işi,
Sırrını bilmeyen bilmez her kişi,
Gaipten haberler veren dervişi,
Gönünü yüzerler inceden ince.
Kimi zamanda plâtonik, kimi zaman da tasavvufi aşkı dillendirir:
Gurbet yahşi hasret yahşi el güzel
Gamzeleri top top olmuş al güzel,
N’olur bir lahza da çıkıp bize gel,
Dudağında şir-ü şeker bal güzel..
Küllenen yaramı kim açar benim,
Tüllenir her demde inceden ince,
Mestane olmuşum tabip neylesin,
Değdirir ellerin inceden ince.
*
Ozanımız, ustalarına saygıya, onları içselleştirmeye de özen gösterir.
Ey Zihni sendendir Beşir’e ilham,
Okuyup şi’rini buldum bir gümân,
Arada olsa da bir hayli zaman,
Şu mahçup sinemi döğer dururum.
*
- Atilla İlhan’ın hatırasına saygı ile -
Şû’yu vukuundan beter
Korku, vesveseyle gelir
Kadere mebnidir ölüm
Bir anda destursuz gelir.
*
Şair dostumuz Hayrettin Yazıcı’ beyin "Dilim Yok Benim" şiirine
Nazire
Üfleyip irşad et yönlendir beni,
Irmak kıyısında dinlendir beni,
Dadaşın Başbarı oynattır beni,
Nideyim zurnayı zilim yok benim.
Celali’ye yakınıyor
Ey Celali hallarımız hal değil,
Bindiğimiz bir alamet sal değil,
Gittiğimiz yollarımız yol değil,
Toprağımın al rengi de kil olmuş.
Ve artık, Beşiroğlu’nun iç dünyasını dizeleriyle tanımaya çalışalım.
Yeri gelir sanatsal, derinlikli anlatım:
Ve bir mumluk ömrü bin yıla bedel,
Çile denlerini öğütüp geldim.
Yeri gelir alçak gönüllü
Okuyup allame olamadım ben,
Pir olup kâğıda yazamadım ben,
Yön sorup hizayı bulamadım ben,
Bilmedim anyayı ilim yok benim.
Yeri gelir keskin dilli
Beşir’im bu candan geçtim giderim
Nefsime hicrânı seçtim giderim
Uğruna mâtemler çektim giderim
Kimseye öykünmez tarzım içinde
Yeri gelir mihnet dolu
Kırmızı yen giysek olur mu acep,
Söyleşme habire kefen de yok cep,
Sevaba harama hangisi sebep,
Saldırma gürz ile öle gideriz.
Yeri gelir serzenişte
Döğüşürdük barışırdık
Kıskanırdık yarışırdık
Olmaz işler aşırırdık
Bilmedik mi kadir kıymet.
Yeri gelir umutsuz
Bir sürü boş hayâle karılıp uyuyoruz,
Karındaşımızla bile darılıp uyuyoruz.
Yeri gelir “talaşımaydı” dercesine
Bir dokunsam bin ah peşinden gelir,
Talepler arzular ardından gelir,
Kapıdan kovarım bacadan gelir,
Deliyi eylemek bana mı kaldı?
Yeri gelir boşverir
Beşir’im geldin de kahırla yine,
Bu kadar tasayla yaşadın nerde,
Sabırla katlandın dehri gurbete,
Birazda yan gelip yatıver gitsin.
Yeri gelir haykırır
İstemem iki metre boyunca yatmak.
Bana göre iş değil Bre..!
Ve de durmadan közlenen Bayburt Sevdası
Bar başıyım be hey içimde vakar
Ağam bu hırs benim yüreğim de var.
Bar da nakkaredir bardan ayaklar;
Çalsın da gırnatam bir Bayburt Başbar..!
İşte Beşiroğlu bu… Kendi çelişkileri içinde bile yüreğindekini anlatmaya, dizelerini mayalamaya; ivecenleği ile birlikte en iyisini vermeye,
okuyucusuyla buluşmaya çalışıyor. Bu zorlu yolda kendini kesinlikle aşacaktır. Çünkü O, Beşir’in oğlu; BEŞİROĞLU…"
Ali Kemal Temuçin
Emekli Türkçe Öğretmeni/Eğitimci