Yıllardan beri yazıyorum ve konuşuyorum.

En çok gündeme getirdiğim konulardan biri de “bilim zihniyeti” meselesi.

Üretilen bilimleri alıp yaymakla ilgili çok yol aldık, doğru. Ama nerede bilim zihniyeti? Bilim zihniyetinden uzaklaşmamızın tarihi, geri kalmamızın gerçek başlangıç vaktidir.

Bakar mısınız Katip Çelebi’nin Mizân’ında yazdıklarına: “Sultan Mehmet Han (Fatih) “Sekiz Medreseler”i yaptırıp kanuna göre iş görülüp okutulsun diye vakfiyesinde yazmış. Hasiye-i Tecrid ve Şerh-i Mevâkıf derslerinin okutulmasını bildirmişti. Sonra gelenler ‘bu dersler felsefiyetten’ diye kaldırıp Hidaye ve Ekmel derslerini okutmayı akıla uygun gördüler. Yalnız bunlarla yetinmek akla uygun olmadığı için ne Hidaye kaldı, ne Ekmel.”

“Nice boş kafalılar, İslamlığın başlangıcında bir maslahat için ortaya konan rivayetleri görüp cansız taş gibi-akıllarını kullanmada-salt taklit ile donup kaldılar. Aslını sorup düşünmeden red ve inkar eylediler. Felsefe ilimleri diye kötüleyip, geçindiler.”

“Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah’ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yoklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? (Araf Suresi 185)” tehdidi kulaklarına girmedi. Yere ve göklere bakmayı öküz gibi göz ile bakmak sandılar.”

Ne mi oldu? Olan şu ki Sultan Selim Mısırı alınca Eş’ari-Sünni bilginler getirip Fatih’in çizgisinden Osmanlı’yı uzaklaştırdı. “Nakil” temel alındı, "Akıl" bırakıldı, ortada “Nakil” de kalmadı. Sonunda da Kadızadeli kafası Osmanlı’da akıl-bilimlerini “bid’at” diyerek yasaklattı. Nakillere saplanıp kalan ve akıl yürütmeyi başkalarına bırakan zihniyet sanır mısınız ki ortadan kalktı? Hayır, ne gezer! “Benim yolum akıl ve bilim yoludur” diyen Atatürk “İlke ve İnkılap bekçisi” nakilcilere kurban edildi. Sonunda öyle oldu ki “bilim”in kendisi de “bilim zihniyeti” önüne engel olarak konulur oldu. “Kanseri yenmek için çiçekten öz elde eden doktorumuza ne oldu?” Ne olacak? Canını zor kurtardı ve kendisinin kıymetini bilenlerin yanına gitti...

ALMANYA’DAKİ SÜLÜKLER

Bugünlerde Ankara-İncek’de Dr. Suat Arusan’ın Doğal Hayat Polikliniği’nde sağaltılıyorum. “Ne yapıyorlar?” diye sorana “Sülükler...” diye başlayınca bazen dudaklarda doğan ince ve alaycı gülümseme işte o “bilim bilime karşı” saplantısının kalıntılarıdır.

Dr. Suat Arusan benim kadim dostlarımdan... Klasik tıp doktoru ve elbette ki batı tıbbına saygılı. Ama, seçenek olarak doğu tıbbının imkanlarını ve tabii sağaltma yöntemlerini sunuyor. Kimi hastaları “Bu bizim işimiz değil” diyerek geri çeviriyor. Ama, klasik tıbbın yetersiz kaldığı kimi hastaları da iyileştiriyor. Neyle mi? Sülüklerle, kana ozon vererek, otlarla ve otlardan yapılmış ilaçlarla... Avrupa’da olsa ödüller ve destekler olacaktır Dr. Arusan’a.

Nerden mi biliyorum? Geliniz, 2 Kasım 2010 tarihli Hürriyet Gazetesi'nden bir haberi okuyalım: “Almanya’nın Essen Mitte Kliniği’nde görevli Dr. Özgür Cesur’a “Hufeland 2010 yılı büyük ödülü verildi. Dr. Cesur sülük tedavisinin ağrı kesici olarak eklem ağrıları, artroz gibi rahatsızlıklara karşı kullanıldığını ve sülüklerin pek bilinmeyen faydalı antibiyotik özellikler taşıyan salgılar ürettiğini belirtti.”