“Öğretmenim”  derken; aziz varlıklarıyla hafızamda yer tutmuş hocalarımı kastediyorum.  “Benim en büyük iftiharım Türk yaratılmamdır”  diyen Atatürk, Başöğretmenimdir.

İlkokul hocam Hüsniye Gündüzalp; minnetle yâd ettiğim nice güzelliği kazandırmıştır. Millî gururu, millî hassasiyeti, milletimin dost ve düşmanlarını hep ondan öğrendim. Toplum önünde konuşma başarılarımın sahibi de odur. Ona çok şey borçluyum. Konya Ereğli ortaokulundaki Türkçe öğretmenim Sadi Cumbul beyefendiye uzun ömürler diliyorum. Hitabetine hayrandım. Babamdan aldığım okuma alışkanlığını geliştiren de odur. Fransızca hocamız Seza Hanım bize Sorbonne Üniversitesi’nin kapılarını açan Fransızcanın temelini verdi. Konya lisesindeki hocalarımın her birisi ayrı bir değerdi. Hukuk Fakültesi’ndeki profesörlerim Şakir Berkî’yi ve Hâmide Topçuoğlu’nu daima şükranla hatırlarım.

Paris’te öğrencilik yıllarımda ilim ve irfanlarına hayran olduğum şahsiyetler tanıdım. Muhammed Hamidullah, Raymond Aron, Eva Vitray(sonra Havva hanım oldu) ışıkları sönmeyen yıldızlar gibi ilmin bereketini verirlerdi. Yanında doktora tezi hazırladığım V.Rouquet Lagarrıgue ilim ve insanlık timsaliydi.

Vücuduna sen kumanda et

Hiç şüphesiz hakkını ödemekte aciz kaldığım hocalarımın başında rahmetli Nazik Erik hocahanım gelir. Onun insan yetiştirme metodunda öğrenci önce kâinattaki yeri, varlığı, değeri anlatılarak insan olmanın şuuruna erdirilirdi. Hocahanım;  “İnsan olmanın şuuruna ererek kendi vücudu memleketinde hükümdar ol! Vücuduna zaafların değil, sen kumanda et”  ikazıyla öğrencilerini yoğururdu. Kendi kendisinin esaretinden kurtulan genç, kendi nefsine karşı hürriyetin güzelliğini yaşamaya başlayınca Nazik hoca ona insan olarak yaratılmanın sorumluluğunu anlatır ve bu yolda gayret iklimine sokardı.

Atatürk döneminde öğretmenlik baş tâcı edilmiştir. Gazi Paşa Sakarya Meydan Muharebesi’nin en sıcak çatışma günlerinde cepheden Ankara’ya gelmiş, kendisinin talimatıyla toplanmış olan Maarif Şurası’nda, maarifin millet hayatında ne olduğunu, eğitimi nasıl planlayacaklarını, öğretmenden beklediklerini çok değer verdiği öğretmenlerle görüşmüştür. Onun gününde öğretmenler sırtlarına kara tahtayı bağlıyor, köylere gidiyor ve okuma yazma öğretiyorlardı. Atatürk bu fedakârlığa hiçbir zaman ilgisiz kalmadı. Ne yazık ki onun başlattığı Türk’e dönüş, Türk tarihine dönüş sonraki yıllarda çok ihmal edildi. Türk maarif sistemi milli anlayış ve ruhtan alındı, Greko-Latin kültürüne bağlandı. Böylece millî insan tipini düşünen ve yetiştiren eğitim sisteminden vazgeçildi. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında öğretmen fevkalâde saygı duyulan itibarlı bir mesleğin sahibi idi. Ne yazık ki Atatürk’ten sonra öğretmenlik mesleği layık olduğu itibarı görememiştir. İtibar kaybı yanında; öğretmenlerin zaman içinde ağırlaşan sorunlarını özetlersek:

Meslek haysiyeti yara alıyor

1- OECD ülkeleri içinde en çok çalışan, en düşük maaş alan bizim öğretmenlerimizdir. Çoğu açlık sınırındadır.

2- Öğretmenlerin %80’i maaşlarıyla geçinemiyor. Ek iş yapmak zorunda kalıyor. Diğerleri ise borçlanarak hayatlarını sürdürüyor.

3- Öğretmenler devamlı değiştirilen eğitim politikaları sebebiyle, siyasi iktidarın ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın elinde oyuncak haline getirilmiştir.

4- Türkiye planlı kalkınma kavramından uzaklaştığı, insan gücü planlaması yapılmadığı için devamlı bir biçimde eğitim ve fen fakültelerine öğrenci alıyor. Sanayi yatırımlarının durması sebebiyle, bu gençler için tek ufuk öğretmenlik oluyor. Ne yazık ki öğretmen açıkları sorununa da kalıcı çözümler üretilmiyor. Bugün 300 bini aşkın öğretmen işsizdir. Bu işsiz öğretmenlerin tayini yapılmamıştır. İçimizi yakan bir diğer acı gerçek işsizlik sebebiyle 40 öğretmenin intihar etmiş olmasıdır.

5- Demokratik haklarını kullanarak sendika çalışmalarına katılan öğretmenler, çeşitli soruşturmalara muhatap kılınıyor. Sürgüne gönderiliyor veya başka cezalar alıyor. Yaratılan korku ortamıyla öğretmenlerin teslimiyetçi bir kimliğe girmeleri isteniyor.

Aldığı maaşla evinin ihtiyaçlarını gideremeyen öğretmen nasıl kitap alacak, konsere gidecek, tiyatro takip edecektir? Kültürünün gelişmesi yolunda elinden her türlü imkân alınmış olan öğretmen tam bir çaresizliğe sürüklenmiştir. Bu olumsuz şartlara rağmen, ülkemizin bu azîz ve vakûr öğretmenleri, okul sobalarının yakılabilmesi, maaşları devlet tarafından gönderilemeyen hizmetlilerinin maaşlarının karşılanabilmesi, sularının kesilmemesi için öğrencilerden devamlı para talep ederek yıpranmakta, velilerin gözünde meslek haysiyetleri yara almaktadır. Cumhuriyetimizin temel kurumu olan Milli Eğitim Bakanlığı Türk’e has bir diriliş ruhuna, doğru tarihimize, doğru dilimize ve doğru dinimize dayanan bir kültür hamlesine muhtaçtır.  “Bizim insanımızı yetiştirecek” eğitim sistemi için ciddi planlama yapmak zorundayız.

Benim aziz öğretmenlerim; vefat edenlerinize rahmet, yaşayanlarınıza sağlıklar niyâz ediyorum. Haklarınızı ödemek mümkün değildir. İnanıyorum ki bu kara günler geçecek, başta siz olmak üzere büyük Türk Milleti idrâkine, izânına, iradesine vurulmak istenen emperyalizmin prangalarını parçalayacak, ilim ve irfan yolunda yine harikalar yaratacaktır.