Bu ve buna benzer sloganları yıllarca kimler seslendirdi, kimler ağzından düşürmedi? Sormaya bile hacet yok. Daha düne kadar çeşitli mitinglerde bütün “Ulusalcılar” hatta kendine ‘solcu’ diyenler, bu tür sloganlar söyleyerek Ak Parti ve lideri Erdoğan’a her türlü eleştiriyi yöneltmekte tereddüt göstermediler. Hatta bazıları, bırakınız Amerikan Emperyalizmini, Avrupa sömürgeciliğini bağımsızlığın bile, ne olduğuna dair üç-beş slogandan öteye geçmeyen ezberlerle bağırıp- çağırıp konuşmaya devam ettiler.

Bu insanlara, Batılılaşma’nın düpedüz emperyalizmin ürünü ve ona bizzat teslimiyet olduğunu, “Batılılaşma ideolojisiyle” hesaplaşmadan, yerli olmadan, bu toprakların sahip olduğu kültürden ve o kültün ürettiği “kimliği taşıyan insanlardan” güç almadan bağımsız olunamayacağını anlatmanın zor olduğu ortadadır. Neden mi?

Teslimiyetten bağımsızlığa

Türkiye, bugün “bağımsızlıkçı bir siyaset” izlediği için dün yine çeşitli mitinglerde “Ne ABD, ne AB, tam bağımsız Türkiye” diye kıyameti koparanlar, bugün “AKP Türkiye’yi batıdan uzaklaştırıyor” diye nerdeyse ağlayacak haldedirler. “Türkiye’nin ABD’den uzaklaşıp Rusya’ya yaklaşması, demokrasiden ayrılıp, otoriterleşmeye kaymasıdır” şeklinde konuşanlara ne dersiniz?

Özelikle AB’cilerin “Türkiye AB hedefinden uzaklaşırsa kesinlikle kaybeder, hem de Putin’le birlikte kaybeder” diyenler, sevinmekte midirler, üzülmekte midirler? Türkiye’nin AB’ye üye olmasını mı yoksa olmamasını mı istemektedirler!

Şunu hemen hatırlatmakta yarar var: Türkiye’nin dün Avrupa, ABD kontrolüne girmesi sebepsiz değildir ve umumi arzu üzerine olmamıştır. Meselenin birinci tarafı, doğrudan doğruya ideolojiktir. Batılılaşma ideolojisi, Batı sistemine, onun dünkü patronu Avrupa’ya, bugünkü patronu ABD’ye bağımlılığın temellerini atmıştır. Batılılaşma hareketleri, “tarihinde sömürge olmamış bir milleti” ideoloji üzerinden, sömürge aydınlar-bürokratlar vasıtasıyla batıya bağımlı kılmış, bir nevi gönüllü sömürgeci, misyonerler üzerinden halkın kültürü ve yaşam tarzını zorla değiştirmeye girişen “kolonyalist bir uygulama” yaratmıştır.

Batıcı elitler, halkın kültürüne ve kimliğine karşı savaş açtıkça Batı’ya yaklaşmaya çalışmışlardır. Tanzimat’la başlayan bu geleneğin neredeyse zamanımıza kadar uzanan bir hikayesi bulunmaktadır. Bu hikaye “Cuma’nın kendisini Robinson Crusoe’a şirin gösterme çabası”nın hikayesidir..

Yalnızlık mı?

Bugün Türkiye, bu şartları ortadan kaldıracak kadar güçlenmiş, bağımlılık ilişkilerini söküp atacak kadar yükselme sürecine girmiştir. Ortadoğu’da “ABD’nin Ortadoğu siyaseti” yerine Türkiye-merkezli bir yaklaşımı benimsediği için ABD tarafından eleştirilmesinin; 80 milyona doğru giden nüfusuyla artan meslekleşmiş ve yetişmiş insan gücüyle Avrupa karşısında, birçok konuda sahip olduğu “dinamik üstünlüğüyle” AB’nin dışında tutulmasını doğru analiz etmek gerekir.

Türkiye tam da bugün, şu an, “ne ABD, ne AB, tam bağımsız bir ülke” olarak kendi ekseninde güçlenen siyaseti benimsediği için bölgesel bir güç merkezi olma konusunda küresel mücadele vermektedir. Dün “tam bağımsız Türkiye” diyen solcular, “ne ABD, ne AB” diyen ulusalcılar, “ne ABD, ne Rusya, milliyetçi Türkiye” diyenler neredesiniz?

Türkiye 200 yıl sonra, hapsedilmeye çalışıldığı sınırların dışına çıkıyor, kendisine biçilen sıradan bir “Üçüncü Dünya ülkesi rolünü” yırtıp atıyor, kendi senaryosunu kendi yazıyor. Dış politikada “yalnızlık”tan kimse korkmasın, “bağımsızlık yalnızlık değildir”, yatay ilişkileri, karşılıklı çıkar dengelerini, yeni ittifakları ve itibarı getirir.

Geçmişte, o mitinglerde ütopik bir Türkiye’ye atıfla, gelecek hayaliyle tekrarlanan o “tam bağımsızlık” sloganları bugün artık biz Türkler için bir hayal değil gerçekliktir.