Parmak ısırtan bir düşlem ve imgelem gücü var Ceylan Koryürek’in… Masal, düş, hatta düşleri aşan kurgular yapıyor, simgeleri imgelere dönüştürüyor ilginç betimlemelerle sunuyor bunları. Üstünde şiir yazılı elbiseler gösteriyor yazar bize, bu elbise ile bütün aşklar ve bütün düşler dokunuyor yüreklere. Elinde bir kalem var, ateşi besleyen bir aşk gibi. Sevgilinin her gittiği yeri ve her terk ettiği yeri seviyor. Gerçekliklerle dolu gerçeküstülükler de var, evet inanılmaz ama var, “Dokunulmamış” adlı öykü kitabında (Kora Yayınları).
Örnekleyeyim bu dediklerimi kitaptan alıntılarla:
“Göçmen kuşlar değildik, uçup gidecek bir başka diyara, korkarak koşan zamandan, ölümsüzlüğü arayan doru atlar gibi koşuyorduk. Sonsuzluk cennetinde kaybolup gidecekmiş gibi bembeyaz kâğıda düşen, yüreğindeki karanlığı aydınlatan ışıltılı sözcükler, senin çizgilerin, hep siyah ve kırmızı vardı, sanki dudak izlerim imzalıyordu kar dolu bahçenin donup kalmış güllerini. Sen karanlık dantellerle süslüyordun imkansızlığın içindeki var oluşun mutluluğunu ve bitimsiz bir sevinçle çiziyordun ki sanki kâğıt sonsuz bir alandı. Donmuş gözyaşlarıyla süslüyordun âşıkların son istekleri gibi çiziyordun ben anlatırken ve yaratım hazzını ölümsüz kılan bu anlarda, aramızdaki dostluğun verdiği ve gökyüzünde şahit olduğu bir kış bahçesinde ortak noktada birleşen doyumsuz sevincin hazzını yaşıyorduk.”
Şiirler de var bu kitapta, birisinden dizeler sunarsam, yazarın gücünü daha iyi anlatabileceğim.
“Seninle öyle kalabalığım ki şimdi/Acılarımı affettim yaşadığım bu anda/Ödülüm oldu, ne çok sevinç var/Paylaşılan yaratım hazzında/Altın parıltıları saçıldı/Ruhumuzu aydınlatan/Asla dokunulmayacak arzularımızdı/Dünyanın heykel olmuş/İyilik dolu arzularını taşıdık/O beni çoktan kollarına almış gibi/Yalnız bir tutkunun dansında/Her anı mutluluktu/Zincirleri kalın bir geçmişin/Kendini tekrarlayan sevinç çığlıklarında.”
Bu kitapta bu kitaba yakışmayacak ifade yanlışları var, onları da yazmam gerek. 8’inci sayfada “Geri iade ederim” deniyor. İade zaten geri vermek demektir, “geri iade” deyince “geri geri verme” olmaktadır. 9’uncu sayfada ise “ret ederim” deniyor, doğrusu “reddederim”dir.
Mülk-ü Al Osman’da hükmü olmak, Dar Ayak ve Dursun Ali Akınet
Eline saz alıp azıcık tıngırtadan, yüzyıllar içinde denile denile yalama olmuş ayak ve uyaklarla eski söylemleri yineleyebilenler, âşık yani halk ozanı sanılıyor günümüzde.
Bunlar topluma bir şey veremiyorlar, kentli ve kültürlü genç nesilden ise yıldızlar kadar uzaktalar…
Koşma tarzı dışında diğer nazım biçimlerinden bihaberler, koşmanın da yalnızca düz olanını becerebiliyorlar.
Fakat buna karşın, yerel ve ulusal ölçekte yayın yapan bazı televizyonlar bunlara program yaptırıp, köyünden kopup kentlere doluşmuş gelgelelim daha kentli olamamış kitleleri avundurma ve bu yolla reyting sağlamaya çalışıyorlar.
Buna çok üzülüyorum. Halk ozanlığı daha nitelikli hâle getirilebilir ve işte o zaman gerçek işlevine ve tarihi misyonuna ulaşabilir.
Nasıl mı? Öncelikle, geçmiş kültürü öğrenip içselleştirerek.
Somutlaştırayım bu dediğimi. Bakınız bir “Dar Ayak” uygulaması vardır âşıklık geleneğimizde. Âşıklar, deyişme ve karşılaşmalarında birbirlerini zora sokmak için “dar ayağa” dökerlerdi işi. Bugün bunu yapacak doğru dürüst âşığımız yok. Oysa çok değil 60-70 yıl önce Posoflu Müdâmî ile Yusufelli Huzûrî, bunun en güzel örneğini veriyorlardı.
Evet, “Tekellüm” adı verilen o karşılaşmayı sunarsak ne demek istediğimiz daha net anlaşılacak. Hadi buyurunuz:
Huzûrî
Hâtırıma düştü eski bir sanat
Örnekleyeyim bu dediklerimi kitaptan alıntılarla:
“Göçmen kuşlar değildik, uçup gidecek bir başka diyara, korkarak koşan zamandan, ölümsüzlüğü arayan doru atlar gibi koşuyorduk. Sonsuzluk cennetinde kaybolup gidecekmiş gibi bembeyaz kâğıda düşen, yüreğindeki karanlığı aydınlatan ışıltılı sözcükler, senin çizgilerin, hep siyah ve kırmızı vardı, sanki dudak izlerim imzalıyordu kar dolu bahçenin donup kalmış güllerini. Sen karanlık dantellerle süslüyordun imkansızlığın içindeki var oluşun mutluluğunu ve bitimsiz bir sevinçle çiziyordun ki sanki kâğıt sonsuz bir alandı. Donmuş gözyaşlarıyla süslüyordun âşıkların son istekleri gibi çiziyordun ben anlatırken ve yaratım hazzını ölümsüz kılan bu anlarda, aramızdaki dostluğun verdiği ve gökyüzünde şahit olduğu bir kış bahçesinde ortak noktada birleşen doyumsuz sevincin hazzını yaşıyorduk.”
Şiirler de var bu kitapta, birisinden dizeler sunarsam, yazarın gücünü daha iyi anlatabileceğim.
“Seninle öyle kalabalığım ki şimdi/Acılarımı affettim yaşadığım bu anda/Ödülüm oldu, ne çok sevinç var/Paylaşılan yaratım hazzında/Altın parıltıları saçıldı/Ruhumuzu aydınlatan/Asla dokunulmayacak arzularımızdı/Dünyanın heykel olmuş/İyilik dolu arzularını taşıdık/O beni çoktan kollarına almış gibi/Yalnız bir tutkunun dansında/Her anı mutluluktu/Zincirleri kalın bir geçmişin/Kendini tekrarlayan sevinç çığlıklarında.”
Bu kitapta bu kitaba yakışmayacak ifade yanlışları var, onları da yazmam gerek. 8’inci sayfada “Geri iade ederim” deniyor. İade zaten geri vermek demektir, “geri iade” deyince “geri geri verme” olmaktadır. 9’uncu sayfada ise “ret ederim” deniyor, doğrusu “reddederim”dir.
Mülk-ü Al Osman’da hükmü olmak, Dar Ayak ve Dursun Ali Akınet
Eline saz alıp azıcık tıngırtadan, yüzyıllar içinde denile denile yalama olmuş ayak ve uyaklarla eski söylemleri yineleyebilenler, âşık yani halk ozanı sanılıyor günümüzde.
Bunlar topluma bir şey veremiyorlar, kentli ve kültürlü genç nesilden ise yıldızlar kadar uzaktalar…
Koşma tarzı dışında diğer nazım biçimlerinden bihaberler, koşmanın da yalnızca düz olanını becerebiliyorlar.
Fakat buna karşın, yerel ve ulusal ölçekte yayın yapan bazı televizyonlar bunlara program yaptırıp, köyünden kopup kentlere doluşmuş gelgelelim daha kentli olamamış kitleleri avundurma ve bu yolla reyting sağlamaya çalışıyorlar.
Buna çok üzülüyorum. Halk ozanlığı daha nitelikli hâle getirilebilir ve işte o zaman gerçek işlevine ve tarihi misyonuna ulaşabilir.
Nasıl mı? Öncelikle, geçmiş kültürü öğrenip içselleştirerek.
Somutlaştırayım bu dediğimi. Bakınız bir “Dar Ayak” uygulaması vardır âşıklık geleneğimizde. Âşıklar, deyişme ve karşılaşmalarında birbirlerini zora sokmak için “dar ayağa” dökerlerdi işi. Bugün bunu yapacak doğru dürüst âşığımız yok. Oysa çok değil 60-70 yıl önce Posoflu Müdâmî ile Yusufelli Huzûrî, bunun en güzel örneğini veriyorlardı.
Evet, “Tekellüm” adı verilen o karşılaşmayı sunarsak ne demek istediğimiz daha net anlaşılacak. Hadi buyurunuz:
Huzûrî
Hâtırıma düştü eski bir sanat
Bâr’da, ber’de, bir’de, bor’da ma’nâ var
İşitmeyenler der, bu nasıl hikmet
Târ’da, ter’de, tîr’de, tor’da ma’nâ var
Müdâmî
Müdâmî
Eski tekellümü eylediniz yâd
Çâr’da, çer’de, çîr’de, çur’da ma’nâ var
Çer derttir, çîr sudur, çur da sermaye
Zâr’da, zer’de, zîr’dezûr’da ma’nâ var
Huzûrî
Huzûrî
Sözlerimi bir idem netice
Yığıldı meclise çok kadri yüce
Dâr yapıdır, der kapıdır, dir Türkçe
Dâr’da, der’de, dir’de, dûr’da ma’nâ var
Müdâmî
Müdâmî
Yeni bir tekellüm yâdıma geldi
Kâr’da, ker’de, kir’de, kür’de ma’nâ var
Nazar kıl aşk ile bak bünyadıma
Har’da, her’de, hır’da, hor’da ma’nâ var
Huzûrî
Huzûrî
Herkes kulak versin bu bir sanattır
Hiç işitilmeyen eski sohbettir
Zâr ağlamak, zûr yalandır, zir alttır
Zâr’da, zer’de, zîr’de, zûr’da ma’nâ var
Müdâmî
Müdâmî
Herkes kulak versin bu bir sanattır
Dinleyen ahbaba latife hoştur
Sar kuştur, sır gizli, ser dahi baştır
Sar’da, ser’de, sır’da, sûr’da ma’nâ var
Huzûrî
Huzûrî
Hakikat arşına başını değdir
Muhabbet lezzeti her şeyden yeğdir
Mâr yılandır, mûr karınca, mîrbeğdir
Mâr’da, mer’de, mîr’de, mûr’da ma’nâ var
Müdâmî
Müdâmî
Görmemişler mala sarılır kıvrak
Düşünmez sonumuz olacak toprak
Par ciladır, per kanattır, pur yaprak
Par’da, per’de, pir’de, pur’da ma’nâ var
Huzûrî
Huzûrî
Huzûrî söz söyle iktidarınca
Ehl-i kemal çoktur arşa varınca
Mâr yılandır, mîrbeğdir, mûr karınca
Mâr’da, mer’de, mîr’de, mûr’da ma’nâ var
Müdâmî
Müdâmî
Müdâm avn-i Hakla çekme hacâlet
Mürşidin, üstadın eyle ziyaret
Ker merkep, kir pislik, kâr da ticaret
Kâr’da, ker’de, kir’de, kür’de ma’nâ var
O ki girdik “dar ayağa” üç dörtlük de bizi diyelim bunların üstüne ve onunla söze yekûn vuralım:
Bu da bizden olsun tuz’u biberi
O ki girdik “dar ayağa” üç dörtlük de bizi diyelim bunların üstüne ve onunla söze yekûn vuralım:
Bu da bizden olsun tuz’u biberi
Tuz’da, tez’de, toz’da, tiz’de ma’nâ var
Sözcükle oynarız öteden beri
Söz’de, saz’da, sez’de, siz’de ma’nâ var
Gaz maddenin üç hâlinden biridir
Göz insanın kaç hâlinden biridir
Giz içimin suç hâlinden biridir
Gez’de, göz’de, gaz’da, giz’de ma’nâ var
Uzun yorumların özetiyim ben
Aşkın acıların lezzetiyim ben
Düşünce yurdunun gurbetiyim ben
Yor’da, yer’da, yır’da, yâr’da ma’nâ var
3 Mart 2016’de bu köşede bunları yazmışım. Peki neden tekrarına gerek duydum bunların?
Şundan: Sümmanî, Çıldır’a gider Şenlik’le tanışıp atışacak. Şenlik der ki:
Mülk-ü Al-Osman’da var mıdır hükmün
3 Mart 2016’de bu köşede bunları yazmışım. Peki neden tekrarına gerek duydum bunların?
Şundan: Sümmanî, Çıldır’a gider Şenlik’le tanışıp atışacak. Şenlik der ki:
Mülk-ü Al-Osman’da var mıdır hükmün
Yoksa bir kaza-yı Narman’da mısan?
Sümmanî’nin Mülk-ü Al-Osman’da hükmü vardır, onu Kırım tanır, Halep, Şam tanır, Anadolu hepten tanır.
Mülk-ü Al-Osman’da hiç hükmü olmayan, kendi yöresinde, halk edebiyatı ve Türk Halk şiiri konusunda bilgisi bulunmayan kimseler tarafından, tarikatçılık dayanışması ve pohpohu yoluyla pazarlanıp şair diye yutturulan kimi garip mahlaslı ademler ve onların uzantıları bana hücum etmekteler.
E bizde yanıtlayacağız elbette bunları. Dersen derler. Ve ben “kral çıplak” demeyi de çok severim. Çok demişimdir, hep de haklı çıkmışımdır.
Önce şunu belirteyim, benim Mülk-ü Al-Osman’da birçok bakımdan hükmüm vardır, bunlardan biri de halk edebiyatıdır. Öyle vardır ki, 15 yıl önce Kocaeli Üniversitesi Şiir Okulunda Halk Edebiyatı konusunda sunum yapmış, ders vermişimdir. O sunum sırasında o günün Türk Dili ve Edebiyatı bölüm başkanı benim sunum yapmamı içine sindirememiş, beni zor durumda bırakmak için, “Türler dediniz, halk edebiyatında tür olmaz, nazım birimi olur, düzeltin” demiş, benden yanıtını almıştı:
“Halk edebiyatında tür olur, ben olur dedimse olur. Ben sana şimdi bir kitap adı vereyim, gitr al, oku sen düzelt. Hikmet Dizdaroğlu’nun Halk Edebiyatında Türler adlı bir kitabı var, 1968 yılında Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanmıştır.”
Evet Halk Edebiyatını biliriz, halk tarzı ve hece vezniyle şiir de yazarız, kitaplarımızda var, ancak tercihimiz serbest vezinden yanadır. Uyağa ve ölçüye sığınmadan ritim tutturabilmek önemlidir bizim için.
Sümmanî’nin Mülk-ü Al-Osman’da hükmü vardır, onu Kırım tanır, Halep, Şam tanır, Anadolu hepten tanır.
Mülk-ü Al-Osman’da hiç hükmü olmayan, kendi yöresinde, halk edebiyatı ve Türk Halk şiiri konusunda bilgisi bulunmayan kimseler tarafından, tarikatçılık dayanışması ve pohpohu yoluyla pazarlanıp şair diye yutturulan kimi garip mahlaslı ademler ve onların uzantıları bana hücum etmekteler.
E bizde yanıtlayacağız elbette bunları. Dersen derler. Ve ben “kral çıplak” demeyi de çok severim. Çok demişimdir, hep de haklı çıkmışımdır.
Önce şunu belirteyim, benim Mülk-ü Al-Osman’da birçok bakımdan hükmüm vardır, bunlardan biri de halk edebiyatıdır. Öyle vardır ki, 15 yıl önce Kocaeli Üniversitesi Şiir Okulunda Halk Edebiyatı konusunda sunum yapmış, ders vermişimdir. O sunum sırasında o günün Türk Dili ve Edebiyatı bölüm başkanı benim sunum yapmamı içine sindirememiş, beni zor durumda bırakmak için, “Türler dediniz, halk edebiyatında tür olmaz, nazım birimi olur, düzeltin” demiş, benden yanıtını almıştı:
“Halk edebiyatında tür olur, ben olur dedimse olur. Ben sana şimdi bir kitap adı vereyim, gitr al, oku sen düzelt. Hikmet Dizdaroğlu’nun Halk Edebiyatında Türler adlı bir kitabı var, 1968 yılında Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanmıştır.”
Evet Halk Edebiyatını biliriz, halk tarzı ve hece vezniyle şiir de yazarız, kitaplarımızda var, ancak tercihimiz serbest vezinden yanadır. Uyağa ve ölçüye sığınmadan ritim tutturabilmek önemlidir bizim için.
Sözü Dursun Ali Akınet’e getirecektim, mecburen uzattık. Akınet, Fatsa’da yaşar, aşık tarzı şiirler yazar, Mül- Al Osman’da hükmü da vardır. “Yolun sonu görünüyor” ve “Uslan be Halil İbrahim” dersem, hemen hak vereceksiniz bana. Bestelenmiş bu şiirleri bir Türkiye’nin dilindedir. Gazeteci Kardeşim Macit Gürbüz, birkaç yıl önce Fatsa’ya kadar giderek onunla röportaj yapmış, Haber25 adlı gazetede yayımlamıştı, büyük ilgi görmüştü o röportaj.
Biz olumlu örnekleri takdir ederiz, gerekirse över ve destekleriz. “Tanış Ünlüler Anılar Giz Dökümleri” adlı kitabımın Erzurumlu Aşık Yaşar Reyhanî ile ilgili bölümü ile Yeniçağ Gazetesinde Kağızmanlı Sadık Miskinî (Miskinî’yi eğittiler/Dane dane öğüttüler/Dil bilmezdim öğrettiler/Dile çevirdiler beni) ile ilgili yazdıklarımı okunabilir bu bağlamda.
Eveeet, et görmedikleri için ciğeri et sanan kardaşlar, Akınet’in şiirlerinden bir örnek vereyim de anlayın, anlama arzunuz var ise:
Dört yönden es seher yeli
Biz olumlu örnekleri takdir ederiz, gerekirse över ve destekleriz. “Tanış Ünlüler Anılar Giz Dökümleri” adlı kitabımın Erzurumlu Aşık Yaşar Reyhanî ile ilgili bölümü ile Yeniçağ Gazetesinde Kağızmanlı Sadık Miskinî (Miskinî’yi eğittiler/Dane dane öğüttüler/Dil bilmezdim öğrettiler/Dile çevirdiler beni) ile ilgili yazdıklarımı okunabilir bu bağlamda.
Eveeet, et görmedikleri için ciğeri et sanan kardaşlar, Akınet’in şiirlerinden bir örnek vereyim de anlayın, anlama arzunuz var ise:
Dört yönden es seher yeli
Göz göz olsun nar çatlasın
Üşümesin hanım eli
Düşene de kar çatlasın
Söyler misin hazan nedir
Yaprak düşer yere bir bir
Usul usul koynuma gir
Yüreğimi sar çatlasın
Nazlı nazlı seslenip gel
Gül suyuyla ıslanıp gel
Karanfil tak süslenip gel
Kıskansın o yar çatlasın
Bugünün seyri dünden mi
Ayın şavkı kendinden mi
Güzelliğin mevsimden mi
Söyle yıldızlar çatlasın.