Türkiye’nin “geleneksel iktidar elitlerinin” en önemli unsurlarından biri şüphesiz “Batıcı aydınlar”dır. Bugün, yerleşik siyaset anlayışında yapılan ya da yapılmak istenen her değişimin karşısına, onlar çıkıyor. Bir taraftan “anti-emperyalizm edebiyatı” yapmak isterken Türkiye’nin emperyalist sistemin dışına çıkmasına yönelik çabalarının karşısında yer alırlar. Diğer taraftan sık sık “devrimden” bahsetmelerine rağmen, Türk toplumun yaşadığı yapısal değişime, yani devrimleri üreten toplumsal dinamiklere karşı tavır alırlar.
Bu çelişki, tesadüf değil tarihseldir. Çünkü geleneksel iktidar elitlerinin, onların bir parçası olan “Batıcı aydınlarının konumunun dayandığı zemin sarsılmaktadır.” Çelişkileri buradan geliyor.
Devlet ve aydınlar
Klasik İmparatorluk düzeninde aydınlar, daha çok “ulema” etrafında yer alan bir toplumsal zümredir. Bu klasik düzenin “hayırlı vakayla” bittiği söylenebilir.
Ulemaya, yani geleneksel aydın zümreye karşı ittifak içinde yer alan “Batıcı aydınların” yolu böylece açılır. Bir anlamda, devlet içinde nispi bir özerkliği bulunan “aydın-ulema zümresinden”, devletle bütünleşen, hatta devlet üzerinden yükselen yeni bir aydın zümre teşekkül eder. “Tanzimat aydını” denilen, Tanzimat paşalarının eli- ayağı olan “aydın tipinin” doğuşundan, Cumhuriyet paşalarının vesayetçi yönetiminin uzantısı olan “Batıcı-laisist” kendi halkına ve kültürüne düşman “komprador aydının” oluşumuna geçişin kaynağı burada bulunabilir.
İngiliz büyükelçisi Stratford anılarında Tanzimat’ın “büyük paşası diye bilinen Mustafa Reşit Paşa” ile kurduğu ilişkileri anlatır. Bu anlatı, sadece “bürokrat paşanın” nasıl bir komprador bürokrat olduğuna tanıklık etmekle kalmaz; aynı zamanda “Batılılaşma denilen çıkmaz sokağın” bizatihi Batılı merkezlerce üretilen bir ilişki biçiminin sonucu olduğunu da ortaya koyar.
Lord’un Tanzimat paşasıyla görüşmeleri onun Londra’ya Sultan’ın temsilcisi olarak gittiği zaman başlıyor.
Sonra Lord İstanbul’a elçi olunca, bu ilişki sıkı fıkı bir hâl alıyor. İkili arasındaki ilişkiler “Balta limanı görüşmelerinde” hani şu Osmanlı ekonomisinin “yarı sömürgeleşme sürecinin” en önemli halkalarından biri olan ticaret anlaşmasının hazırlandığı zamanda artık ciddi bir dostluğa dönüşüyor.
Tarihi olana karşı durmak
Bu olay, aslında Türk Batılılaşmasının “komplocu bir anlatımıyla” ilgili değildir. Doğrudan doğruya bürokrasinin tarihsel egemenliğini inşa etmesi için, “içeride bulamadığı iktidarı konjonktürün sunduğu şartlarla dışarıda arama çabasının” sonucudur. Malum, İmparatorluğun siyasi yapısında, bürokrasinin siyasi gücü yoktur, Sultan tarafından yok edilmiştir. Batılılaşma ideolojisi, bir yönüyle Tanzimat’la bu gücü elde etme imkânı sunmaktadır. Çünkü Batılılaşma yoluyla “Türkiye Avrupalılaşacaktır”!
Klasik sistemi savunan aydınların, bu değişim süreciyle “devletle yolları ayrılmıştır” diyebiliriz. Şu noktayı vurgulamak isterim: Batı’nın yükselişi karşısında, İmparatorluğun yaşadığı sorunların yol açtığı arayışların bir sonucu olarak görülen “Batılılaşma ideolojisi” sadece bir toparlanma, yeniden durumu kontrol altına alma, bozulan dengelerin kurulması olarak görülemez. “Batılılaşma politikaları” toplumsal ve siyasal iktidar yapısının değişmesine yol açmıştır. Bürokrasinin “siyasi bir zümre olarak” güçlenmesi ve Batıcı aydınların yükselişi bunun sonucudur.
Şimdi sorun şudur: Yaklaşık iki yüz yıllık bir “Batıcı – bürokratik tahakküm geleneği” Cumhuriyet’le bütünüyle resmileşmiştir. Resmi aydınlar zümresi, bu geleneğin ürettiği zihniyet dünyasıyla 21. yy’ın dünyasında sadece ayakta durmak istemekle kalmayıp, Türkiye’nin bütün değişim çabalarına engel olmak istemektedir.
Bugün bu topraklarda yaşananlar karşısında aldıkları tavrı da, Batı- Türkiye ilişkilerinde çıkan sorunlara karşı koydukları tepkiyi de, bu çerçevede değerlendirmek gerekir.