TRT çarkı işliyordu. Aleyhimde yürütülen kampanya sonuç vermişti. Radyo Dairesi yeni bir kararla, tiyatro oyunları seçme yetkisini müdürlüğümden alıyor, sadece prodüksiyon hizmetlerini bize bırakıyordu. Davul benim boynumda tokmak başkasının elinde olacaktı. Bunun arka planındaki sebeplerden birisi de o zamana kadar istisnasız hep sol tandanslı yazarlara açılan mikrofonları, farklı seslere de açmaya başlamış olmamdı. Genel Müdür Tunca Toskay’a bunun yanlışlığını anlatmaya çalıştımsa da sonucu etkilemiyordu.
Oturup bu kararın yanlışlığını dile getiren, Radyo Dairesi Başkanlığını da itham eden istifa yazımı kaleme alıp, teslim ettim. Genel Müdür istifamı işleme koymadan bir araştırma daha yaptırıp haklılığımı kabul ediyor, Radyo Dairesinin kararını bozuyor, bana da istifamı geri almam mesajını gönderirken şu ilaveyi de yapıyordu: “Söyleyin bu arkadaşa ben böyle dik başlılıklara da gelemem…” diyordu. Ben sadece bir haksızlığa direnmiştim. Tunca Toskay benim TRT’deki göreve geliş kararnamemi onaylayan Genel Müdürdü ama, tavrımın onun şahsına karşı olmadığını da bilmesi gerekiyordu. Tunca Toskay’ın dört yıllık görev süresi dolmuş, yeniden Genel Müdür atama vakti gelmişti. Başbakan Turgut Özal o sıralarda konuyla ilgili bir açıklamasında “Ben Tunca Toskay’ı severim” demiş, Toskay’ın yeniden Genel Müdür olacağına kesin gözüyle bakılır olmuştu. Fakat sonuç öyle olmuyor, Büyükelçi Cem Duna, TRT’nin Genel Müdürü oluyordu.
Cem Duna hızlı bir kadro değişikliğine başlayınca, benim de hedefte olduğum anlaşılıyordu. Hisar Dergisi kurucularından Gültekin Samanoğlu da TRT Yönetim Kurulu üyeliğine getirilmişti. Günün birinde Gültekin Bey bana, “Cem Duna seni görevden almayı düşünmüyor ama biraz ılımlı olmanı bekliyor…” deyince hangi aşırılığım oldu diye yaptıklarımı bir daha gözden geçirdim. Hayır hiçbir aşırılık yapmamıştım, farklı görüş sahibi yazarlar dengesini kurup, birimimi tek yanlılıktan kurtarmaya çalışmıştım.
Öyleyse, bildiğim yolda devam etmeliydim, bir müdürlük koltuğu uğruna doğru bildiklerimden ödün vermeye değmezdi. Çarklar dönmeye devam ediyor ve çok geçmeden görevden alınıyorum. Şimdi Televizyon Dairesi uzmanıydım, gerçekte ise kızaktaydım. İdare Mahkemesine dava açmıştım. Cem Duna, TRT’nin eski tüfeklerinden oluşturduğu kadro dolayısıyla kısa zamanda yıprandı ve görevden alındı. O arada gücüme giden olaylardan biri de, Şaika Günsel’in yerine kendi araştırma ve olumlu kanaatlerim sonucu dramaturgluğa getirdiğimiz Selma Fındıkılı’nın aleyhimdeki kampanyaya katılmış olmasıydı.
Kerim Aydım Erdem’in TRT Genel Müdürlüğüne getirildiği sıralarda ben de İdari Mahkemesine açtığım davayı kazanmıştım. Kerim Aydın Erdem’in o makama getirilmesi konusunda benim de epeyce çabam vardı.
Zamanın iktidarının ikinci adamı Oltan Sungurlu ve Devlet Bakanı Ercüment Konukman ile aramızdaki yakınlığa dayanarak, Kerim Aydın lehine görüşmelerde bulunmuştum. Kendisi Hisar Dergisinden kalemdaşımızdı. Öyle cesur, inisiyatif sahibi bir genel Müdür olabileceğini düşünmüyordum ama, aramızda yılların tanışıklığı ve dostluğu vardı. Hiç olmazsa oturur konuşabilir, tartışabilirdik. Bilemezdim ki Kerim Aydın Erdem göreve başladıktan sonra bir yıl geçmeden aramızdaki köprüler atılacaktı.
Neyse, ilk zamanlarda süren diyaloglarımız sırasında Selma Fındıklı’yı Müdürlüğünden uzaklaştırdım. Birkaç ikiyüzlü yöneticiyi görevden aldırdım. Birkaç isabetsiz tayin girişimini de engelledim. Burası biraz ilgi çekicidir, anlatmalıyım
Bir gün Kerim Aydın’ın makamında otururken bazı isimler söz konusu oldu. Hazırlatıp imzaladığı üç kararnameyi gösterdi. Bir daire başkan yardımcısı, bir müdür ve bir müdür yardımcısını görevden alıyordu. Bunların yanlış olacağını, kendi başını da ağrıtacağını söyledim. “Ben, Hanımefendinin onayını da aldım:” demez mi? Şaşırmıştım. “Hanımefendi” dediği Semra Özal’dı. İnanmakta zorlanıyordum. Semra Hanım bu kadar ayrıntılara kadar TRT’nin içinde olabilir miydi? O üç kararnameyi gözümün önünde çizdi, iptal etti. Kendisine dedim ki, “Bir arkadaşımız olarak başarılı olmandan mutluluk duyarız. Siz TRT’nin onuncu Genel Müdürüsünüz. Dönüp geriye bakıldığında bunlardan ikisi hariç, bazılarının isimleri bile unutulmuştur. İsmail Cem ve Şaban Karataş, kendilerince bir çizgi sahibi oldular ve iz bıraktılar. Biz de sizin, dört yıl değil bir yıl kalmayı bile göze alarak bir çizgi sahibi olmanızı bekleriz…”
Kerim Aydın Erdem bu sözlerime bozulmuştu. Bir suskunluğun ardından tepkisini belirtti.” Sen ne diyorsun ben şimdiden ikinci dört yılı planlamaya başladım…”
Söyleyecek bir şey kalmamıştı. Daha sonra biraz mesafeli olmaya başlamıştı. Fakat ortak çevremizden kendisi üzerinde benimle ilgili baskılar geliyordu. Daha bir üst göreve getirilmem beklentisi içerisinde olanlara,” Cem Duna O’nu görevden aldı, bense o göreve iade ettim…” dediğini duyuyordum. Oysa ben aynı göreve mahkeme kararıyla dönmüştüm.
Günün birinde Kerim Aydın bana yeni bir görev teklifinde bulundu. Dış Yayınlar Program Müdürlüğü… Kabul etmedim. “Ben ön cephe adamıyım, cephe gerisi elemanı olamam…” dedim. Bir başka zaman “Sana yurtdışında bir görev verelim:” dedi. Bu da benden kurtulma formülüydü. Kabul etmedim.
Yine bir gün Genel Müdür dostum Kerim Aydın beni telefonla arayarak öğle yemeğine beklediğini söyledi. O gün öğle saatlerinde Özel Eğlence Programı ekibiyle Adana’ya gideceğimi söyledim. “Sen sonraki bir uçakla akşama gitsen de olur:” deyince herhalde önemli bir durum olsa gerek diye düşündüm.
Öğle üzeri makamına gittim. Sanıyordum ki odasında baş başa yemek sohbeti olacak…” Hadi gidelim” dedi, çıktık. Asansörleri katları dolaşarak yan yana yemekhaneye indik. Bütün dikkatler üzerimde toplanıyor, fısıldaşmalar oluyor. İkimiz bir masada yemeğimizi yedik. Havadan sudan konuşmalarla zaman akıp gitti. “İyi yolculuklar” dedi ayrıldık.
Akşam Adana’da ekiple yemekteyken haber ulaştı. Televizyon Daire Başkanı görevden alınmış…
Kulis haberi, “Genel Müdür öğle yemeğinde Yahya Akengin’le baş başa görüştükten sonra Televizyon Daire Başkanını görevden almış…” dolayısıyla dost (!) çemberim genişlemeye başlamıştı. Artık doğru yanlış bazı tasarrufların arka planında beni arayanlar olacaktı… Nelere kadirmişim de haberim yokmuş…
Tarihi Ankara Radyosu binasına daha önceden yapılan ek binalara bir ek daha yapılmıştı. Odamın oraya taşınacağı bildirildi. İş alanım olan tiyatro ve eğlence stüdyoları ana binadaydı. Tecrit edilmek istendiğim belliydi. Sebebini sorduğumda, “Genel Müdür radyomuza geldiğinde tuvalet ihtiyacı olduğunda mahcup kalıyoruz. Buraya özel bir tuvalet ihtiyacı olduğunda mahcup kalıyoruz. Buraya özel bir tuvalet yaptıracağız…” cevabı verildi. Burnuma pis kokular gelmeye başlamıştı. İdari bir görev olmaksızın herhangi bir göreve verilmek üzere Tiyatro ve Eğlence Yayınları Müdürlüğünden istifamı yazdım.
Kerim Aydın Erdem telefonla aradı, istifayı geri almamı istiyordu. “Sana söylenen durumdan benim haberim yok…” dedi, ikna oldum. “O halde işlem yapmayın…”dedim.
Aradan birkaç ay geçmişti, pat diye başka bir göreve, Yayın Değerlendirme Müdürlüğüne getirildiğime dair kararname önüme geldi. Dostum Kerim Aydın Ertem soranlara “Kendisi istedi” diyor sümen altında tutmuş olduğu istifa yazımı gösteriyor.
Or-An’daki TRT sitesinde yeni görev yerime doğru ağaçlar arasındaki yoldan yürürken bir karar alıyordum: Bundan sonra bürokrasi ile ilgili hiçbir çaba içinde olmayacaktım… Sosyal ve kültürel çalışmalara, eser yazmaya ağırlık verecektim… Cadı kazanlarından uzak duracaktım.
Yayın Değerlendirme Müdürlüğünün işlevleri kâğıt üzerinde önemli, uygulamada ise, rutinleşmiş bir durum arz ediyordu. Benim de bu rutini değiştirmeye ne niyetim ne de şevkim vardı.
(*) Yahya Akengin'in kırk yıllık hatıralarını içeren yazı dizisi devam edecek...