Yıllarca 1 Mayıs’ın işçi bayramı olması, emeğin dayanışma günü olması arzu edildi, talep edildi ve bu konuda birçok çaba gösterildi. Türkiye’nin demokratikleşme yürüyüşüne paralel bir biçimde, bu istekler gerçeğe dönüştü. Nihayet resmi olarak, “bahar bayramı” türünden aldatmacalardan, yasaklamalardan sonra, 1 Mayıs emeğin bayramı olarak kabul edildi.
Sorun çözüldü mü? Hayır. Şimdi mesele, işçi sınıfı 1 Mayıs’ı ne zaman özgürce, bayram gibi kutlayacak halini almıştır. Konunun gelip Taksim’e dayanması, “bir yer meselesine dönüştürülmesi”, mekana odaklanılması, talihsiz bir durum. İşçilerin 1 Mayıs’ı özgürce kutlamaları, kendi sorun ve taleplerini ortaya koyacakları bir gösteri veya toplantıya dönüştürmeleri daha önemli değil midir?
Emeğin önündeki duvar
Türkiye işçi hareketinin tarihsel sorunlarının yanı sıra, son otuz yılda uygulanan “neo-liberal politikaların ürettiği” sorunlara bağlı olarak yaşadığı aktüel sorunlardan da bahsetmek gerekir. Tarihsel olarak sanayileşmede geri kalmış bir ülkede, işçi sınıfı hem nicelik olarak, hem de niteliksel bakımdan “zayıf bir komuma” sahiptir. Emek hareketinin nicelik sorunu her şeyden önce ekonominin istihdam yaratma kabiliyetiyle de ilgilidir.
Yaklaşık 20 milyondan fazla insanın son 30 yılda kentlere göç ettiği bir ülkede, 76 milyonluk nüfusun ancak 25 milyonunun istihdam edilmesi ve bunun da halen 20 milyonunun tarım dışı alanlarda çalışıyor olması, “problemin çapını ortaya koyan” bir göstergedir. İşin daha önemli tarafı ise, bu 20 milyon çalışanın ancak 20’de birinin sendikalı olmasıdır.
Emek hareketinin nitelik problemi, “örgütlü, katılımcı bir sendikal yapıya” sahip olma sorunu ve sivil zihniyetin sendikal hareketi içinde yerleşmesiyle ilgilidir. Uzun yıllar demokrasiye duyarsız, sivil toplum karşıtı arayışların, resmi ideolojiden, totaliter sol yaklaşımlara kadar, çeşitli “anti-demokratik hareketlerin” sendikal yapı üzerindeki baskısı, sendikaların özgürlükler ve demokratikleşme sürecine yeterli ilgiyi gösterememesine yol açmıştır. Sözsel olarak en fazla ‘demokrasi’ kelimesinin kullanıldığı bu çevrelerde, çeşitli “militan-militer örgütlerin” vesayetinden kurtulmada yaşanan sorun, emeğin niteliksel olarak kendi “organik yapılarında” mücadelesinin önünü kesmiştir.
Son yıllarda, kökü “Tek Parti Dönemi”ne kadar uzanan resmi söylemin sendikalardaki hakimiyetinin kırılmasına rağmen, bu kurumların işleyiş mekanizmalarında eski zihniyetin tortularının hala yaşanıldığı örnekler söz konusudur.
Emeğe saygı
Bugün, bütün sendikaların, konfederasyonların bu sorunlara karşı duyarlı olması gerekmektedir. Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın “sendikasızlaştırma”, “taşeronlaşma”, “örgütlenme özgürlüğü”, “işsizlik” sorunları etrafında yeni bir mücadele çizgisini gündeme taşıması bu açıdan anlamlıdır. Ayrıca bu meseleyi bugün 1 Mayıs kutlamalarında temel talep olarak yükseltmesi bu konuda atılan önemli bir adımdır.
1 Mayıs’ların, “emeğin kendi örgütleri tarafından, kendi belirledikleri gündemleriyle" özgürce kutlanabilmesi, emek üzerinde vesayet kurmaya çalışan, marjinal örgütlerin etki alanından kurtarması ile mümkün olacaktır.
Ne zaman ki Türkiye’de 1 Mayıslar, işçinin ve emeğin iradesiyle, kendi talep ve görüşlerini dile getirdikleri, tartıştıkları bir gün olur, şiddetin ve karanlık örgütlerin provokasyonlarının gölgesinden kurtulur, işte o zaman gerçekten emeğin bayramı kutlanmaya başlanmıştır denilebilir. Bu sebeple bugün, başta İstanbul Kadıköy’deki Türk-İş mitingi olmak üzere, memleketin bütün meydanlarındaki kutlamaların barış içinde gerçekleşeceğini ümit ederek, 1 Mayıs’ın işçi hareketinin emeğin sorunlarının çözümüne katkı yapacak bir bayram olmasını diliyorum.