Herkes kendi inancını ilaç, başkalarınınkini mikrop ya da virüs sanır ya, aslında bütün inançlar bulaşıcıdır. Bağışıklık sisteminiz güçlü olmalıdır; inancınızı; farklı ve ilginç öykülerle, değerlerle, sözcük ve kavramlarla zenginleştirmelisiniz. Prof.Dr.Mehmet Kaplan ne güzel demiş: “Ortak ve sürekli inançlar dilin içine sinerler. Milyonlarca insanın binlerce yıl denediği hakikatlerin deposu olan dil, bizi aldatmaz.”
İnancınızı, başka inançlarla da karşılaştırmalı, ölçüp biçmelisiniz.
Bağışıklık sistemi bütün bunlarla güçlendirilmezse, ya başka inançların avı ya da kendi inancınızın yobazı olursunuz.
Bertrand Russell, “İnsan kolay inanan bir canlıdır. Bir şeylere inanmak zorundadır. İnanmak için iyi bir sebep bulamadığında, elindeki kötü sebeplerle yetinir.” Bu kötü sebepler de canına okur insanın ve insanlığın.
Kötü sebepleri ortadan kaldırmanın yolu; sürekli yenilenme, budanma, bilgilenme, kuşkulanma ve sorgulanmadır. Kendi kapısını, ruh ve gönül kapısını dinlemektir. Şiirle dersek şöyle:
Kurnaz ipuçları sonsuz bileşkelerde
Yargılarım tümden ayrışık oylu
Sorgularımda çırpınan ivme
Seferber etmişim altı duyumu
Kapımı dinliyorum
Yıllar önceki bir yazımda demiştim ki: “Bir inanç ki, yoldan çıkanlarını taşlar, haşlar; yola girenlerini alkışlar, işte o zaman yeni değerler üretilmez olur, eski değerler yıpranır hızla, içleri boşalır, birer zarar aygıtı olurlar”. Bu, müzmin ve yinelek bir haldir doğu toplumlarında. Doğmalara saplanır doğu dünyasının insanı, sorgulamaktan korkar, hâlini bozmak istemez, “Gördüğümden beni ayırma” diye yakarıp durur. Öğrenme ve araştırma özürlüdür. Bir Anadolu deyimiyle dersek: “Körü körüne Allah yoluna” gitmeye kalkışır. Oysa arınmalı, çağcıl olmalı, güncellenmeli, reforme edilmeli, bilimle tahkim edilmeli inançlar. İbn Rüşt, teey ne zamanlarda şöyle diyordu: “İnanç ve inanca dayalı bilgi, bilimin süzgecinden geçmeli, inanç ve akıl kendi alanlarında bağımsız olmalı.” İbrahim Ülger, daha da zenginleştiriyor Rüşt’ün bakışını: “İnanç bilginin dinamiği, bilgi inancın kaynağı olduğu sürece, yaşam kendi rotasında sağlıklı ilerler. İnançsız bilgi sömürü; bilgisiz inanç zulüm getirir.”
“İnandığın gibi yaşa, yaşadığın gibi inanma” diye yaygın ve beyinlere çakılmış, kakılmış bir söz var, sakın inanma bu söze. Bu, müntesip, mensup, mürid ve militanların sözüdür, bu 4M’ye kuşkuyla bak. İnançları kutsayıp, tabulaştırıp, sonra da ondan çıkar sağlayanlar beslerler bu yaklaşımın altını.
“Eğer insanları, düşündüklerine inandırırsanız, sizi severler. Gerçekten düşündürürseniz ise, sizden nefret ederler” diyor Don Marquis ve ne güzel diyor. Düşündürmek gerek elbette. Düşündürmek içinse; özgür olmak ve özgür kılmak gerek insanları.
Sürü adamları özgür değillerdir, düşünmeleri de zordur. İnançlarını paylaştıklarının zikir, vird ve sloganlarına kapılıp giderler. Sorgulamazlar, yargılar, damgalar, hep karşısındakini suçlarlar, kendilerini geliştirmez, körletirler.
Oysa; inanç, ben varsam vardır, ben ona değer veriyorsam değerlidir. İnanç karşısında öncecilik ve öndelik hep bende olmalı. İnanç beni yönetiyor, tutsak ediyor, bağlıyor, güdükleştiriyorsa, hayrı yoktur o inancın bana. Kurtulmalıyım o inançtan ki, kurtulayım…
Yıllar önceki bir yazımda demiştim ki: “Bir inanç ki, yoldan çıkanlarını taşlar, haşlar; yola girenlerini alkışlar, işte o zaman yeni değerler üretilmez olur, eski değerler yıpranır hızla, içleri boşalır, birer zarar aygıtı olurlar”. Bu, müzmin ve yinelek bir haldir doğu toplumlarında. Doğmalara saplanır doğu dünyasının insanı, sorgulamaktan korkar, hâlini bozmak istemez, “Gördüğümden beni ayırma” diye yakarıp durur. Öğrenme ve araştırma özürlüdür. Bir Anadolu deyimiyle dersek: “Körü körüne Allah yoluna” gitmeye kalkışır. Oysa arınmalı, çağcıl olmalı, güncellenmeli, reforme edilmeli, bilimle tahkim edilmeli inançlar. İbn Rüşt, teey ne zamanlarda şöyle diyordu: “İnanç ve inanca dayalı bilgi, bilimin süzgecinden geçmeli, inanç ve akıl kendi alanlarında bağımsız olmalı.” İbrahim Ülger, daha da zenginleştiriyor Rüşt’ün bakışını: “İnanç bilginin dinamiği, bilgi inancın kaynağı olduğu sürece, yaşam kendi rotasında sağlıklı ilerler. İnançsız bilgi sömürü; bilgisiz inanç zulüm getirir.”
“İnandığın gibi yaşa, yaşadığın gibi inanma” diye yaygın ve beyinlere çakılmış, kakılmış bir söz var, sakın inanma bu söze. Bu, müntesip, mensup, mürid ve militanların sözüdür, bu 4M’ye kuşkuyla bak. İnançları kutsayıp, tabulaştırıp, sonra da ondan çıkar sağlayanlar beslerler bu yaklaşımın altını.
“Eğer insanları, düşündüklerine inandırırsanız, sizi severler. Gerçekten düşündürürseniz ise, sizden nefret ederler” diyor Don Marquis ve ne güzel diyor. Düşündürmek gerek elbette. Düşündürmek içinse; özgür olmak ve özgür kılmak gerek insanları.
Sürü adamları özgür değillerdir, düşünmeleri de zordur. İnançlarını paylaştıklarının zikir, vird ve sloganlarına kapılıp giderler. Sorgulamazlar, yargılar, damgalar, hep karşısındakini suçlarlar, kendilerini geliştirmez, körletirler.
Oysa; inanç, ben varsam vardır, ben ona değer veriyorsam değerlidir. İnanç karşısında öncecilik ve öndelik hep bende olmalı. İnanç beni yönetiyor, tutsak ediyor, bağlıyor, güdükleştiriyorsa, hayrı yoktur o inancın bana. Kurtulmalıyım o inançtan ki, kurtulayım…