“Birikimdir şehir. İnsanlığın birikimi. Zaman, şehrin hâkimlerini ve sâkinlerini değiştirir. Her gelen bir şeyler alır ondan ve bir şeyler katar ona. Bu haliyle şehir, inşası yüzyıllara, bin yıllara uzanan bina gibidir.” Hasan Ali Demircan

“Kenti yaratanlar, bir kenti yarattıklarının farkında bile değillerdir genellikle; fakat kenti yaşayanlar o kentin bilgisine sahip olanlardır.” Faruk Kurtbaş

“Cinayetleri, cehaletleri, şehrimin yüzüne tükürenleri, parklarımı kül tablası gibi kullananları yadırgıyorum.” Üstün Dökmen

Bu özdeyişlerle başladım yazıma, istedim ki, bunlar yol açsın, meramımı daha net anlaşılabilsin.

Geldiği yerden değil ama buralı da olamamış, olamıyor; korkuyor, dili yetmiyor, algısı, kültürü yetmiyor. Tepki koyuyor köylü kurnazlığıyla, alay ediyor şehrin kurallarıyla, cehaletiyle övünüyor, cehaleti maharetten ve bilgiden üstün tutmaya kalkışıyor. Ve sonra tecrit ediyor kendini şehirden, hemşeri derneğine sığınıyor, oranın köy kahvesinden farksız lokaline sığınıyor. Orada rahat: Aynı şakalar, aynı sohbetler, aynı yakınmalar ve günü kurtaracak dayanışmalar…

Bu derneklere baş olanlarsa statü sağlama gayretindeler. Baş olarak belediyelere, devlete, partilere pazarlamaya çalışmaktadırlar kendilerini. Bu derneklerin hepsinin unvanında “Kültür, Dayanışma ve Yardımlaşma” ifadeleri vardır ya, işin kültür kısmı adet yerini bulsun kabilindendir, bunların kültürle ilgileri, kültürel bilgileri, popüler kültür düzeyinde bile değildir.

Sivil toplum örgütü olarak bunlar, tarikatı, cemaati ve cami yaptırma ve yaşatma derneğini biliyorlar. 

Okumuşları da bundan pek farklı değiller; araçları başka… Hemşeri derneği lokalinde değil, sosyal medyada buluşurlar. Basmakalıp, slogansal memleket fetişizmi ve şovenizmidir yaptıkları: “Bir sevdadır, bir ayrıcalıktır bizim köy…” vb… Sorsanız neden öyledir, iki cümle edemezler… Gittiklerinde üç günden fazla duramazlar ama senede bir iki gün bir araya gelir, memleket dolduruşuna getirirler birbirlerini.

Tamam her insan doğduğu topraktan kopamaz, bedenen kopmuş olsa da, özler orasını… Ancak kopmuşsunuz işte, gelmişsiniz, entegre olmanız, buraya renklerinizden, tatlarınızdan katmanız ve büyükşehir kimliğini içselleştirmiş olmanız gerekmektedir. Geldiğiniz yer bile sizi bu halinizle takdir eder; eğer oradaki halinizin kötü bir kopyası buradaki haliniz olursa, vay halinizedir…

Bu çarpıklıklar tabii ki siyasi tercihlere de yansıyor.

Aslında varoşlara biriken bu halk, gereken yapılırsa, milletleşme için iyi bir hamur malzemesi olabilir. Mesele bu unu hamur kıvamına getirip yoğurmakta… Bunun yolu hemşeri dernekleri kurmak değildir elbette. Hemşeri dernekleri kuran, yöneten, Köy Enstitülü bir öğretmen olan Enver Avcı, “Teşekkürler Başardın Çocuk” adlı anı kitabında şu saptamayı yapıyor: “Yöresel dernekler, kentle çatışmak ve kolayca kendimizi gizlemekten öteye gidemedi”.

Bugün şehirler varoşları değiştirip dönüştürecekken, varoşlar şehirlerin dengesini altüst etmektedir. Bu insanlar geldikleri yerin kültürünü yitirdiler (zaten o kültürle burada yol alamazlardı), şehrin hâkim kültürünü ve milli kültürü de alamıyorlar. Çünkü şehirlerimizde bu değişim ve dönüşümü yapacak kurumlar, kişiler ve politikalar ya yok ya da yetersiz. Eğer siz tiyatroya cami kadar önem vermezseniz (Londra ve Paris’te her gün 100’e yakın tiyatro perde açar), şiiri ve edebiyatı hayatın dışına iterseniz, resim ve heykeli günah, baleyi fuhuş diye nitelerseniz, insanların okuduğu kitap sayısı yaşları kadar bile değilse, eğitiminiz güzel insan yetiştirmeye, yurt ve insan sevgisi aşılamaya, ulusal birliği pekiştirmeye değil de, gereksiz bilgilerin sorulduğu test sınavlarını kazanma üstüne kurgulanmışsa, ortaya çıkan görüntü bu olacaktır.
 
Varoşlara eskiden “Şehreküstü” derlermiş… Aslında şimdi denmeli, tam anlamıyla şehreküstüdür bunlar bugün… Ve bu gidişle barışacakları, şehre karışacakları da yok…