Abdi İpekçi, 1979 yılı Ocak ayının son günlerinde Ankara’ya gider, bir yıl öncesinin efsanevi Gümrük ve Tekel Bakanı MHP’li Gün Sazak’la görüşür. Sazak ona Gümrüklerde dönen dolaplara, mafya-siyaset ve terör örgütleri ile ilgili çok özel belgeler verir.
İpekçi İstanbul’a döner ve 1 Şubat’ta evinin önünde M.Ali Ağca gibi karanlık kişilikli, ideolojik olarak ne idüğü belirsiz birisi tarafından öldürülür. Bu kişi daha sonra Papa’yı da İtalya’da kurşunlayacak ve arkasında mafyanın ve Bulgar Gizli Servisinin olduğu yolunda güçlü kanıtlar elde edilecektir.
Ya Gün Sazak? O da ertesi yıl 27 Mayıs 1980 günü evinin önünde öldürüldü, sonradan ortaya çıktı ki, bu cinayeti mafya, sol bir örgüte işletmiştir.
Alın size bir soğuk savaş ve Türkiye klasiği…
Ben Gün Sazak’ı tanımıştım, sevmiştim, ölümüne de hâlâ yanarım.
Nerden tanırdım? MHP’li günlerimden, nerden olacak…
1971 MHP Büyük Kurultayı’nda, 23 yaşında genç bir delegeydim. İl Başkanı Av. Bahattin Ceylan, “Gün Sazak diye biri varmış. Dündar Bey (Taşer) genel idare kurulu listesine mutlaka yazmamızı istiyor; yazalım” demişti biz Erzurum delegelerine. Sazak o kurultayda yönetime girmişti ve kısa zamanda yıldızı parlamıştı MHP’de.
Aradan 6 yıl geçiyor. İkinci MC Hükümeti kurulmuş, Gün Bey, Gümrük ve Tekel Bakanı.
Erzurum MHP Teşkilatı, beni Erzurum Tekel Başmüdürü ettirmek için seferber oluyor. Gün Bey’le de o zaman tanışıyorum.
Tanışıyorum ya, bizim tayin bir türlü olmuyor.
Ve o gün... Makam odasına giriyorum. Oturtuyor, “Benim hem sana hem de Erzurum’daki arkadaşlara sözüm var. Kaldı ki, senden iyisini bulup oraya oturtacak da değilim. Fakat kadro yok işte, bu yüzden olmuyor ataman” diyor. “Sayın Bakanım, birçok il’e atama yaparken kadro vardı da bana gelince mi kalmadı?” diyorum, sinirleniyor, masasının gözünden bir dosya çıkarıp bana uzatıyor,
“Al bak!”
Almıyorum, bakmıyorum, ısrar ediyor ve şunları söylüyor: “Erbakan diye bir p.zevenk var, bilmiyor musun? Bu kadro kararnamesini Başbakan dahil herkese imzalattım, o imzalamıyor, pazarlık ediyor benimle...”
Giderayak yaptılar tayinimi. İşte bu da Gün Sazak’ın oluruna sunulan tayin emrim.
Sonra Ecevit+11’ler Hükümeti kuruldu, hırsızlığı yolsuzluğu Anayasa Mahkemesi kararıyla tescillenen Tuncay Mataracı, bakan oldu. İlk sürgün ettiği Başmüdür ben oldum (Diyarbakır’a muhasebe memuru olarak).
Gün Sazak’ın bu kısa (5,5 ay) Bakanlık döneminde, yalnız gümrüklerde yolsuzluk ve rüşvet önlenmedi, Tekel’de de olağanüstü işler oldu. Bu ülke, öyle bir Bakan ve öyle kadrolar görmemiştir. Gün Bey’in katledilmesinin asıl sebebi, mafyanın çıkarlarına vurulan darbe ve perde arkasındakiler hakkında Abdi İpekçi’ye verilen belgelerdir.
O yıllarda Gün Sazak’ın, Birinci Mecliste ve sonraki yıllarda Eskişehir milletvekilliği yapan Emin Sazak’ın oğlu olduğunu duymuştum. Ve hep merak etmiştim, ne bulursam okumuştum onun hakkında.
Emin Bey, sola göre Köy Enstitülerine karşı çıkmış bir toprak ağası idi. Sağa göre ise, iyi adamdı ama Atatürk ve İnönü’ye toz kondurmayan İttihatçının tekiydi.
Bu kadar mıydı, Emin Sazak bu iki tümcede özetlenebilir miydi? Bu sorumun yanıtının kocaman bir “hayır!” olduğunu Bilgeoğuz tarafından yayımlanan 408 sayfalık “Emin Bey’in Defteri” adlı yapıtı okuyunca bir kez daha anladım.
Şimdi bu yapıt hakkında size bilgiler vereceğim, Osmanlının son dönemi, Kurtuluş Savaşı, Birinci Meclis ve 1950 yılına kadarki yasama meclisleri ve Cumhuriyet yıllarına ilişkin özel bilgileri aktaracağım.
Başlayalım:
Emin Sazak, yaşadıklarının bir deftere not etmiş. İyi ki etmiş. Bu deftere eski yazıyla alınan notları, Emin Bey’in torunları, uzman ve dost akademisyenlere rica edip yeni yazıya çevirtmişler ve ortaya bu değerli kitap çıkmış.
Bu defterdeki ilk yazının tarihi 20 Ocak 1918, son tarihi ise 22 Şubat 1948.
Emin Bey, İttihat Terakki’ye girişini ve giriş nedenlerini anlatıyor. Aslında Emin Bey’in seçimi, İttihat ve Terakki’nin kadro kurmada ve adam seçmedeki ustalığını da ortaya koyuyor. Emin Bey, geniş toprakları olan bir çiftçi ailesinin çocuğu ve iyi bir çiftçi. Ve okumuş bir insan, İstanbul’da okutmuş onu babası. İstanbul onun ufkunu açmış. Son dönem padişahlar hakkında da doğru yargılara varmış. “Abdülaziz’in savurganca, Abdülhamit’in ise cahilce” bir yönetim anlayışı olduğunu yazmış defterine. Başka bir şey daha yazmış Abdülhamit bağlamında: “Dinsizliğin sebebi Abdülhamit’tir!”
Ermenilerin terör girişimlerine de ilk İstanbul’da tanık oluyor. Osmanlı Bankası Baskını ile hamallarla Ermeniler arasında çıkan silahlı çatışmalarda orada Emin Bey.
Sonra II. Meşrutiyet, Emin Bey, Eskişehir’de ve ilçesi Mihalıççık’ta önemli görevler yapıyor, rüşvetçi yetkililerle amansız bir mücadeleye girişiyor. Mahkeme üyeliği ve il genel meclisi üyeliği yapıyor. Donanma Cemiyeti ve Türk Ocağı’nı açıyor Eskişehir’de.
Ve Ermeni tehciri… Eskişehir Ermenileri de tehcir edilecek ve Emin Bey’e de görevler düşüyor. Emin Bey bakıyor ki, Ermeniler giderse memlekette hiç esnaf kalmayacak, çünkü Türklerden neredeyse hiç esnaf yok. Ermenilerden bu dükkânları devralmak gerek ama kimsede para yok. Emin Bey de var ama. Pazarlık ederek ve paralarını ödeyerek Türklere bu dükkânları alıyor. Amacını da şöyle açıklıyor: “Üç beş esnaf yetiştirirsek, memleket büsbütün sönük bir halden kurtulacak.” Emin Bey daha sonra bu yaptıklarından bin pişman oluyor, çünkü şikâyet ediliyor, tutuklanıyor, sıkı yönetim mahkemesinde (Divan-ı Harbi Örfi’de) yargılanıyor.
Ve Millî Mücadele… Atatürk Ankara’ya geldiğinde karşılayanlar arasında Emin Bey de var. Eskişehir’de kurucu meclis seçimi ve seçilme. Kurucu Meclis’in sonra TBMM oluşu ve oraya varış.
Emin Bey, ne yazık ki bu sıralarda kafayı Bolşeviklere takıyor ve onları ülke için büyük tehlike olarak görmeye başlıyor. Defterine bunları açık açık yazmış. Komünizmi dinsizler ve zengin olmayanlar istiyormuş. Mülkiyet hakkı olmazsa evlilik kavramı bile bozulurmuş, dinde bağnaz birisi değilmiş ama din duygusu ve inancın kalktığı gün dünyanın dengesi bozulurmuş.
Eskişehir’de Ethem Bey (Çerkes Ethem) ve Ali Fuat Paşa da Bolşevik olmuşlar ve Emin Bey’e “Eskişehir’i terk et” demişler.
Elbette bu görüşlere katılmak olanaklı değil. Gelgelelim Emin Bey, yetişme tarzı, toprak ağalığı nedeniyle onca hizmetleri ve vatanseverliğine karşın hep bu düşüncede ve karşıtlıkta olmuş.
Neyse, dönelim Kurtuluş Savaşı’na, Emin Bey, yakından bildiği coğrafyada yapılan I.ve II. İnönü Savaşlarında İsmet Paşa’nın “askeri kudretini” övüyor. Eskişehir-Kütahya muharebeleri sonucu yapılan çekilmeden dolayı İsmet Paşa’yı suçlamıyor.
Ve Eskişehir düşüyor, Emin Bey, Mihalıççık’taki çiftliğine koşuyor, hayvanlarının bir kısmı kayıp, toplayabildiklerini Ankara’ya götürmeyi başarıyor ve bu hayvanların 2000 kadarını Ankara’da Millî Savunma Bakanlığına, küçük bir kısmını da Polatlı’da satıyor.
Meclis’te tartışmalar… Atatürk, “Başkumandanlığı alırım, orduların başına da geçerim ama meclisin yetkisini üç ay süre ile bana vereceksiniz” diyor. Hararetli tartışmalar çıkıyor. Emin Bey hakkını konuşuyor: “Verelim yahu verelim, bu adam düşmanı denize dökeceğim diyor, ülkeyi kurtarsın da koy padişah olsun!”
Büyük zafer böylece kazanılıyor. Emin Bey, çiftliğine varıyor, her yan yakılmış ve yıkılmış, talan edilmiş. Üzülüyor ama sonra şunları yazıyor defterine: “Ne zaman ki vardım ve düşman içinde kalan biçare komşularımızın halini gördüm, kendi derdimi unuttum.”
Cumhuriyet yılları… Hilafetin kaldırılmasını ve Atatürk’ün bazı devrimlerini Emin Bey içine sindiremiyor. Bu arada CHP’nin milletvekili listesine de konulmayınca başkaldırıyor ve bağımsız milletvekili oluyor. Fakat sonraki yıllarda hatalı düşündüğünü anlıyor Gâzi’ye dua ve minnet ediyor, İsmet Paşa’nın ona dargın olmamasına çok seviniyor. “İsmet Paşa’nın yerine konacak bir adam düşünemiyorum” diyor. Buzlar çözülüyor böylece, yeniden partisinin milletvekili listesine konuyor.
Emin Sazak’ın bir ilkliği de Türkiye’nin ilk müteahhidi olması.
Ve sona gidiş… İstiklal madalyası sahibi, özverili ve yurtsever ağa, namuslu iş insanı, dürüst siyasetçi Emin Sazak, Demokrat Parti kurucusu oluyor ülkede çok partili yaşam rüzgârları esmeye başlayınca. Sakarya Nehri kıyılarındaki Beylikköprü’de bulunan 25 bin dekar büyüklüğündeki çiftliğini köylülere bedelsiz olarak veren cömert Emin Sazak, ne yazık ki toprak kanununa karşı, tarım reformu istiyor. Köy Enstitüsü projesini iyi niyetli fakat yararsız buluyor. CHP’den kopuş bunlardan dolayı. Gelgelelim 1946 seçimlerinde DP’den milletvekili seçilmesine karşın, kafası DP’lilerle de bir türlü uyuşmuyor, Celal Bayar’ın vefasızlığı ve kalleşliğine uğruyor, kopuyor onlardan da ve 1950 seçimlerinde aday olmuyor, siyasal yaşamdan çekiliyor.
Emin Bey’in yaşamını ve anılarını, yakın tarihimizi merak eden tüm dostlara salık veririm, okuyunuz mutlaka.