Vakit ayırdım, bilgi ağı üzerinden hakkımda yazılanları okudum.

Gördüm ki: “Türklüğe düşman olanlar veya Türkün ne olduğunu anlayamayanlar” bana kızıyorlar.
Ne iyi.

“İslam düşmanları” beni karalıyorlar.
Çok iyi.

“Sünni İslam, Caferi İslam, Alevi İslam arasında kardeşlik değil; kavga olsun isteyenler” hakkımda demediklerini bırakmıyorlar. Ne kadar iyi.

“Türkiye ile İran arasında dostluktan hoşlanmayanlar”, savaştan yana olanlar bana diş gösteriyorlar. Harika.

Ebu Hanife’nin deyimiyle “Zalim, baği ve gasıp olan Emevileri” kutsallaştıranlar ve bunu Sünnilik sananlar bana saldırıyorlar. Çok çok iyi.

“Aleviliği, Alisizleştirip İslam’dan koparmaya çalışanlar” hakkımda düşmanca yazılar yayınlıyorlar. Yapsınlar... Yapsınlar...

“Atatürk düşmanları da Atatürk’ü çarpıtıp ideolojik yobazlık için kullananlar” da beni sevmiyorlar. Sakın sevmesinler.

“Particiliği putlaştırıp tek kimlik haline getirenleri”, partilerine giren herkesi yüceltip çıkanlara saldırmayı alışkanlık haline getirenleri tutmak ne mümkün? Yapsınlar ne yapalım.

“Hayatta hayırlı hiçbir iş yapamayanlar”, kitap okumamakla övünenler; okumadıkları kişilerle ilgili sövüp sayarak kendilerine kişilik oluşturmaya çalışanlar var ki onlara acımaktan başka ne diyebiliriz?

Diyeceksiniz ki “senin de ne çok düşmanın varmış”... Yok canım öyle değil. “Düşmanların sayısı az, sesleri çok”. Yüce milletim ve büyük halkım ile bir sıkıntım yok. Yüz binlerce okurum ve dinleyicimle de gönül bağım ve düşünce yakınlığım var. İşte düşmanlıkların bir kaynağı da bu. Üstelik onlar bana düşman ama “ben onlara düşmanlık duymuyorum”... Onlara sağlık ve iyilik diliyorum. Onlar bana gerekli.

Ne demişti şair: “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın”...

“Düşmanlıklara, karalamalara sabrederek hayat yolunda olgunlaşılır” diyorum.

"EVDEKİ KURDA SABRET, DAĞDAKİ ARSLANA HÜKMET"

Ebul Hasan Harakani, İslam maneviyatının yolunun yücelerinden... Türbesi Kars’da. Aslı Horasan’dan... Harakanlı.

Büyük bilgin İbn-i Sina, şöhretini duymuş ve batın bilimlerinden yararlanmak için arkadaşlarıyla birlikte Harakan’a gitmek üzere yola çıkmış. Yolda dağdan odun toplayan birini görüp yolu sormuşlar. Ebul Hasan’ın evinin önüne gelince içlerinden biri seslenmiş:

- Ebul Hasan Hazretleri içerde mi? Görüşmek istiyoruz...

İçerden karısının sesi gelmiş:

- Ne hazreti? Kendisini sırlara ermiş sanan kaçığın biridir o. İşiniz yok mu sizin? Çok istiyorsanız, dağdan odun toplamaya gönderdim. Gidin, orada bulursunuz...

Dağa gidince kendilerine yolu tarif eden zatı görmüşler. Topladığı odunları bir arslana yüklemiş, yelesinden yakalamış, köyün yolunu tutmuş... Heyecanla sormuşlar:

- Bu ne haldir, efendimiz?
- Ne olacak, evdeki kurda sabredince dağdaki arslana hakim olma gücü verildi...

Yıllar sonra İbn-i Sina tekrar gittiğinde içerden nazik bir kadın sesi:

- Buyursunlar efendim...

Ebul Hasan Hazretleri içerdedir.
Sohbet sırasında sorulmuş:

- Efendimiz, hanımınız önceki gelişimizde bizi azarlamıştı. Şimdi ise çok nazik. Hikmeti nedir?

Gülümsemiş Harakani:

- O benim eski hanımımdı, benim yumağımı büyütürdü... O öldü. Şimdiki hanımım kendi yumağını büyütüyor.

Anlayana...