Türkiye çok ağır, karmaşık problemler içinde bir dönem geçiriyor. Böyle dönemlerde öncelikle çok sakin ve soğukkanlı olmak gerekir. Karşılıklı ithamları bir kenara bırakmak elzemdir. Dağlar gibi birikmiş yanlışları hatırlatmak da bir fayda sağlamaz.
Türkiye çok ağır, karmaşık problemler içinde bir dönem geçiriyor. Böyle dönemlerde öncelikle çok sakin ve soğukkanlı olmak gerekir. Karşılıklı ithamları bir kenara bırakmak elzemdir. Dağlar gibi birikmiş yanlışları hatırlatmak da bir fayda sağlamaz.
Bu dönemi atlatabilmek için yapılması gerekenleri, uyulması gereken öncelik sırasına göre şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Kürt ile Kürtçü ve PKK’lı dikkatle ayırt edilmelidir.
Kürt bu ülkenin vatandaşıdır. Etnik kökeninin Kürt olması bir suç unsuru değildir. Aslında böyle bir şey hukuk kurallarımız çerçevesinde hiçbir dönemde söz konusu olmamıştır.
Anayasamızda ya da diğer kanunlarda Kürt kökenlilere veya başka etnik kökenlilere yönelik bir ayırım söz konusu değildir. Vatandaşlığın bütün haklarından ayrımsız olarak Kürt yurttaşlarımız da faydalanır. Bunun böyle olduğunu ve Cumhuriyetin temellerinde Türk-Kürt kardeşliğinin harçları bulunduğunu hepimiz biliyoruz.
Bu ülkede yaşayan insanların büyük çoğunluğu bu inanç içindedir. Her türlü bölünmeye karşıdır. Türkiye’deki Kürtler ekonomi ve kültür düzeyleri açısından, İran, Irak ve Suriye’dekilere göre en iyi durumda olanlardır. Bu üç ülkedeki kardeşleri Türkiye’ye bakarak uygulanan sosyal ve ekonomik politikalara özlem duymaktadır.
2- Kürtçü olanlar ise Kürt milliyetçileridir.
Onlara göre tespit ettikleri Kürt coğrafyasında Türkiye Devleti işgalcidir. Bu fikri yazan, propagandasını yapanlar fikir planında kalmaları halinde eğer kanunları ihlal etmişlerse, bu kapsamdaki kanunlara göre yargılanırlar.
Kürtçü olanların silaha sarılmış militanları PKK’lılardır. PKK’nın aslında Türkiye’yi zayıflatarak bölmek isteyen emperyalist dış güçlerin desteğiyle kurulduğu ve bu güne kadar getirildiği artık alenen bilinen bir gerçektir. Örgütün vurucu timlerini Yunanistan başta olmak üzere pek çok devletin silahlı kuvvetleri ve gizli servis mensupları eğitmiş, silah ve malzeme temin etmiştir. Tabii Suriye ve İran’ın gerek devlet görevlileri gerekse kontrollerindeki terör örgütleri vasıtasıyla sağladıkları destek unutulmamalıdır. NATO bünyesinde müttefikimiz olan, ABD başta olmak üzere ortaklarımız bu ihaneti desteklemektedir.
Çatışmalarda ölen PKK’lı teröristlerin bazıları Ermeni, bazıları da Yunanistan, Suriye vatandaşıdır. Bu tablonun arka plandaki destekçilerinin sahte dostluk mesajlarına Türkiye hep tebessümle karşılık vermiştir.
On üç yiğidimiz vuruldu ve aynı gün özerklik ilan ettiler. TC sınırları içinde federasyonu düşünmek bölünmenin ilk adımıdır. Düşünülemez. Bütünlüğümüzü koruyarak, ipin ucunu kaçırmadan BDP meşru zeminde kalmak ve teröre destek vermemek şartıyla muhatap kabul edilmelidir.
Bu tesbitlerin ışığında bir acı gerçeği daha görelim; 2003’de 31, 2004’de 75, 2005’de 105, 2006’da 111, 2007’de 146, 2008’de 177, 2009’da 80 ve 2010’da 106 asker ve polisimiz şehit edildi. Son on günde iki astsubay, 13 uzman çavuş ve er ile bir komiserimiz şehit oldu.
Acaba büyük devlet adamlarımız teröre taviz vererek bu örtülü savaşın önlenmesinin, tüketilmesinin mümkün olmadığını ne zaman görecekler?
Sivil ve üniformalı sorumlular devlet gibi hareket etmeyi ne zaman idrak edecek? Kan dökerek, yürekleri dağlayan acılar yaşatarak hedefe varacaklarını zannedenler nasıl bir gaflete düştüklerini göreceklerdir.
Türk Devletinin, Türk Milletinin varlığını ve geleceğini koruma iradesi granit bir kayadır. Devletin yumruğu hainleri mutlaka yere serecektir. Bu böyle biline...
Temmuz 2011