“Hiçbir şey yapmayan, hiçbir şey elde edemez”

Rus yazarı Maksim Gorki’nin insanın yüreğini yakan, belleğine ve içine işleyen, ders dolu, müthiş bir öyküsü vardır, adı: Danko’nun Yüreği’dir. Gelin önce bu öyküyü bir okuyalım ya da okumuşsanız, hatırlayalım:

“Dünyanın uzak bir ucunda, çok eski zamanlarda bir halk yaşardı. Bu halkın yaşadığı toprakların bir yanı büyük bir bozkırlık diğer yanı ise geçit vermez ormanlarla kuşatılmıştı. Bu insanlar neşeli, güçlü, yürekli kişilerdi. Fakat günlerden bir gün her şey değişti, zor günler başladı. Nereden geldikleri belli olmayan yabancı insanlar, yerli halkı ormanlara sürüp çıkardılar.

Asırlık orman oldukça yaşlı ve eskiydi, içi bataklıklarla doluydu, çok karanlıktı. Gökyüzünden bakıldığında orman, ağaç dallarının birbirlerine dolanmaları yüzünden görülemezdi. Güneş ışınları ağaç dalları ve yaprakları arasından geçemezdi, geçip bataklıklara ulaştığında ise çok pis kokular oluşurdu. Ormana gelmek zorunda kalan yerli halk bu kokuya dayanamaz, birbiri ardına ölürlerdi. Kadınlar, çocuklar kan ağlar, babalar kederden sürekli düşünürlerdi.

Halkın kurtulmak için iki yolu vardı. Birinci yol arkalarındaydı, orada kötü ve güçlü düşmanlar vardı. İkinci yol ise önlerinde bulunan her tarafı bataklık ve kökleri çamura saplanmış dev ağaçları olan ormandan geçip gitmekti. Gece gündüz karanlığın, sessizliğin yayıldığı, rüzgâr estiğinde boğuk uğultuların yankılandığı orman, geniş ve aydınlık bozkırlara alışmış olan yerli halkı bunaltıyor, bezdiriyor ve ümitsizliğe düşürüyordu her geçen gün.

Her şeye rağmen güçlü insanlardı bunlar. Bir zamanlar topraklarına zorla girerek kendilerini yenmiş olanlara karşı ölüm kalım savaşına girebilirlerdi. Fakat savaşta ölmek istemiyorlardı. Kendilerine bir şeyler vasiyet edilmişti. Ölürlerse vasiyetleri de kendileriyle birlikte yok olup gidecekti. Sabırla beklerlerdi. Sürekli düşünürler, düşünmekten yorulurlar, içlerindeki ümitsizlik korkularını büyütür ve ruhlarını ele geçirirdi. Pis kokulara dayanamayıp ölenlerin ardından yakılan korku dolu ağıtlar yükselirdi. Kimse gidip özgürlüklerini düşmana teslim etmek, köle olmak istemiyordu.

Bu sırada Danko adında biri çıktı ortaya ve herkesi tek başına kurtardı. İnsanlara şöyle dedi:

‘Arkadaşlar. Düşünüp durmakla yoldaki kayalar yerinden oynatılamaz. Hiçbir şey yapmayan, hiçbir şey elde edemez, hiçbir yere ulaşamaz. Ne diye bütün gücümüzü, düşünmekle, üzülmekle boşu boşuna harcıyoruz. Haydi, kalkın ayağa. Gidelim. Şu aşılmaz ormanı yarıp geçelim. Dünyada her şeyin bir sonu vardır. Gidelim arkadaşlar. Haydi!’

Danko’ya baktılar. Danko’nun iyi ve yürekli birisi olduğu gördüler. Danko’yu kendilerine yol gösterici seçtiler. Danko’nun ardından yürüdüler, çünkü ona inanmışlardı.

Yolları zordu, karanlıktı. Bataklıklar insanların bir kısmını yutuyordu. Ağaçlar, ağaç dalları her yeri sarmıştı, ağaç kökleri toprağın üzerinde uzanıyordu. Atılan her adım daha fazla ter, kan ve yorgunluk sebebiydi. Yürüyüş çok uzun sürmüştü. Orman sıklaşıyor, insanlar azalıyordu. Yakınmaya başladılar, deneyimsiz bir gencin ardına düşmelerinden, nereye gittiklerini bilmediklerinden dolayı. Danko ise güçlü ve tükenmez bir inançla önde yürüyordu.

Gök gürültülerinin ortalığı kapladığı, yıldırımların çaktığı bir anda yorgun insanlar umutsuzca yürüyorlar, Danko’ya karşı öfkeyle söyleniyorlardı. Danko’yu suçlamaya başladılar. Kendilerine zarar veren bir hiç olduğunu, kendisini öldüreceklerini söylediler Danko’ya.

“Siz kendiniz istediniz, ben de sizi buralara getirdim. Sizlere yol göstereceğime söz verdim. Sözümde de durdum. Ya sizler? Kendi kurtuluşunuz için ne yaptınız? Yalnızca yürüdünüz. Uzun yollar için gücünüzü saklayamadınız. Yalnızca koyun sürüsü gibi yürüdünüz, yürüdünüz.”

Danko, kurtarmaya çalıştığı, kendisini öldürmek isteyen insanlara baktı, hepsinin birer canavar kesildiğini gördü. Çevresini saran bu insanların yüzlerinde hiçbir soylu görünüşe rastlayamadı. Yüreği öfkeyle kabardı. Fakat insanlara olan sonsuz sevgisi yüzünden öfkesi bir anda yatıştı. İnsanları seviyordu, onları kurtarmak istiyordu. Danko’yu öldürmek isteyen insanlar çevresini sarmaya başladılar. Danko’nun yüreği alevlendi, içini bir hüzün kapladı.

Ormanda gök gürültüsü her yeri sarmıştı, şimşekler çakıyor, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. İnsanlara bağırdı ve birden göğsünü elleri ile yırtarak yüreğini koparıp çıkardı, başının üstüne kaldırdı. Güneşten daha aydınlık bir yürek tutuyordu, göz kamaştıran bir ışık saçıldı ormana. İnsanlar şaşkınlıktan taş kesilmişlerdi. Danko ileriye atıldı, insanlara yürümelerini söyledi. Yürüdüler, yürüdüler

Ve birden, orman sona erdi. Güneş insanların yüzlerinde parladı, temiz hava doldu ciğerlerine. Büyük bir bozkıra gelmişlerdi. Akşamüstü, güneşin batan ışınları altında, Danko’nun yırtık yüreği göğsünden akan sıcak kan gibi kırmızı olmuştu.

Yiğit Danko, karşısındaki geniş bozkıra gururla baktı, özgür toprağa baktı ve gülümsedi. Sonra yere düşüp can verdi.

İnsanlar sevinç ve umut doluydular. Danko’nun ölümünü bile fark etmediler. Yanında duran yüreğini görmediler. Yalnızca, içlerinden sinsi biri bunu gördü. Bir şeyden korkarak, ayağıyla bastı bu onurlu yüreğin üstüne. Yürek kıvılcımlar saçarak söndü.”

Osman Pamukoğlu Paşa, günümüzün Danko’sudur bana göre, bu öyküyü bunu vurgulamak için paylaştım. Bilmeyenler için söyleyeyim, o benim hem dostum, hem de siyaset arkadaşımdır, liderimdir. Bu seçimde tam da Danko’nun yaptığı gibi öne düştü ve halkı esenliğe ve kurtuluşa götürmek için yüreğini ortaya koydu, İstanbul 3. Seçim bölgesinden bağımsız aday oldu barajlara takılmamak için.

O bölgede yaşayan Bayburtlu hemşerilerimin desteğini istiyorum ve “Osman Pamukoğlu Destanı”mı bu vesile ile paylaşıyorum: 

OSMAN PAMUKOĞLU DESTANI

Yılgınlık salgındı o yıllarda
Ulusal çılgınlıksa yaşam ve belleklerden silinmek üzre
Ülkenin toprakları emperyalist bir iştihanın dikkat merkezinde
Kaynaşmalar var kanamalı
Kara kara kollar boğmakta sınırda karakolları
Düşen asker
       Kuran şer
Pusular cüretkâr
       Tuzaklar sereserpe.
Erler bidolu ya
Onları kahraman edecek komutanlar 
Yana yana aranmaktalar.
Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş
Bir beden arıyordu: Tam sağlam.
Bir ruh arıyordu o bedene
İstenç, inanç, irtifa ve ilham olacak.
Aramaları taramalara dönüştürdü Doğan Paşa
Dörtnala çağrışımlar, ipuçları, belirtiler koşturdu
Durum ve oturum muhakemelerine.
Hayırlı ve milli bir iş için aranmak güzel
Aranan özel
Beklemek… Kurtuluş Savaşımızdaki gibi: “Dakika tehiri mucib-i idam” 
Osman Pamukoğlu çağrılmış, görev teklif edilmiştir bile
Kayıtsız koşulsuz kabul!
Yürümeliyim bahtıma âşık bir ışık gibi afacan
Duman işaretleri vermeliyim gizemli dönemeçlere
Hükmünü ve halini öğrenmeliyim güneydoğumun
Cenk iftarlarının oruçlusu olduğum görülmelidir
Gitti yüzeyi büklüm büklüm
         Doruk doruk dağlarla kaplı o sağ köşemize
Dağlar… O dağlar…
Destancı o dağları yazmıştı daha önce
O yazılanlar şimdi denk düştü buralara
Bir okuyalım mı?
Karşı yatan kara dağların ak sarıkları vardır. Hırçın rüzgârları, boranları, dumanları vardır. Göğsü çimenli, kucakları yaylalı olanları; taş ya da altın kalpli olanları vardır. Ceylanları, kurtları, yılanları, kartalları vardır. Bilge çobanlara “Aman beyler değil yaman dağlar” dedirten amansız eşkıyaları vardır. Sen de var olmak istersen “eğil dağlar” diye komut verir, “yol ver” dağlar diye yalvarırsın. Dağlar bitsin dersin ya, aşılası dağlar bitip dağdağasız bir hayat sürmeye başlayanların pek yakında yeraltı yolcusu olacaklarını da bilirsin. Yüreğin dağlanır bu gerçeği hatırlayınca. Yürek dedim de, kalp grafikleri geldi aklıma, o dağ misali iniş çıkışlar, hayat muştusudurlar aslında. Dümdüz çizgi, bitişin işareti. Yani dağ yoksa sağ da yok.
Dağların yüreği vardır bilir misiniz?
Yalnızca kahramanlar duyarlar tiktaklarını
Dağın yüreğine yürek dayayan kahraman
Dağcayı söker
Dağ da kahramancayı.
Kahramanca…
Hoyrat formunda bir örnek versek de
Uzantısı, işbirlikçisi, milisleri de duysa:
Ha üssüne ha inine
Haber et hainine
İnmeden tepelerine 
Dağlardan hain ine
İnmeyiz inmeyiz bize züldür
Sınırın sıfır noktası var çok sıkışsak geçeriz paldır güldür
Senin geçmense mevzuat hazretlerine tabi.
“Öyle mi?” dedi Pamukoğlu 
“Bir virgül atarım postallarımla 
Sınırın o çok güvendiğiniz sıfır noktasına 
Olur sıfır noktalı virgül”
O noktalı virgüller çoğaldı da çoğaldı
Tümence tümceler kuruldu
Paragraflar atıldı dağların aralarına
Adları MeziKaryaderi, Hakurk, Avaşin Basyan
Falan filan…
Farklıydı bu Paşa, er oluyordu bir anda
Sıçramayan, siper de almayan bir avcı eri
Yüreğim beni korur diyordu 
Ayakta ateş ediyordu. 
“Askeri indir hainlerin üstüne” demiyordu helikoptere 
“At bizi” buyruğuyla
         Atlıyor atılıyordu 
               Böyle şey görmemiş düşman üstüne.  
Askeri de görmemiş
Yorumlar operasyondan sonra: 
Ol anlar
Nasıl oldu ol anlar
Mucize diyemedik 
Efsanedir olanlar.
Efsane Komutan akla ziyan işleri onlara da aşılamakta: 
“Olağanüstülükten korkar sayın olağan
Fikirde papağan, yaman lafazan
Bu gibilere hiç inanmayın.
Düşleyin sınırsızca
       Yaratıcılığınızı kullanın akıldan önce 
Korkmayın korkanlara şunları deyin:
Korkusundan
Düşlemez korkusundan
Düşünden ne korkarsın
Sen asıl kork usundan”
Ve okuyordu cephede de yazıyordu ha bire
Şaşıyordu buna şaşıranlara
Kızıyordu “birazcık diyet” diyenlere
“Okuma ve yazma iştahıma diyet düşünüyorlar akıllarınca
Okumaya ve yazmaya diyet ne kötü niyet
Savaş ilanı sayarım hepten ve yekten
Başlatırım bilmeyene kendini bildirme harekâtını
Rap raprap
Bir kalem ve binlerce kitap
Edebiyat ve bilgi tugayı olarak
Zapt edecektir onların dar kafalarını”
Okumalarıyla okumuştu düşmanın ciğerini  
AlbertoBayo, Carlos Marighella ve diğerleri
Şekil aynı şekil, şablon da diyebilirsin
Ülke boyasıyla çizilmiş olması
Esasa ilişkin bir ayrım değil
Bütün bu olgu, algı ve bilgilere eklenince kendi yorumu
Dünya tarihinde olmayan bir şey oldu 
Gerillayı yendi düzenli ordu.
Nedir ki “Yapmasın konuşsunlar, yapsın konuşmasın” ayağındaydılar birileri
Yapmadı onların dilediklerini, dediklerini.
Çağlayanda mutluydu o, çağlamasından ürktüler
Kanal açıp emeklilik gölüne döktüler
Orduevinde kâğıt oynayacak, anılar anlatacak sandılar
Pek fena aldandılar.
Osman Paşa, bir kitap yazdı 
Bilinçaltında sakladığı bölücülük vuruşmasının 
Duruşma tutanakları gibi.
Çöpe atıyordu böylece 
Düz mantık mastürbasyonu yapanların sığlıklarını.
Sonra diğer kitaplar…
Yankılar yankılaryankılar…
Nasıl bir yazar olduğunu yazanlar pek çok 
Bunlardan iki örnek marifete iltifatın en içten ifadesi
İlhan Selçuk “Edebiyatın her dalına posta koyar Osman Paşa” 
Destancı “Kalemini de silahı kadar iyi kullanıyor… Roman yazan ikinci general…”
Gerçek yengi, dile getirerek dize getirmek
Anlatıyordu durmadan Osman Paşa
Memleketin halini ahvalini
Üniversite kürsülerinde, ekranlarda, çalıştaylarda
Halk bunu yeterli görmüyordu “Parti parti!” diyordu
“Düzenin fon müziği çalıp durdukça 
Bu ülke uyuyacaktır. 
Kur orkestranı, al çubuğu eline kaldır
Osman Paşa Marşını çaldır”
Onu da yaptı
Toplumsal kıpırtılar son da olabilirdi ilk de
Bunu bilmesine karşın
Sivas Kongresi’nin toplandığı 4 Eylül günü
Ser oldu can pazarından daha riskli bu serüvene
Tapulu araziler vardı oy tabanında
İşlevi bir işleme bağlı olanlarla dolu ortalık
Siyasal bellekse tam bir felaket
Boş kumbara kimileri sadaka beklemekte
Sönmüş kapkara olanları var, ümitsiz vak’a
Ve en acısı, yalandan eşek olup bilmezden gelenler pek çok.
Örgütlenildi bütün bunlara karşın 
Kütükler kapıldı selin önünden
Toplama, çıkarma, çarpma, bölme dört işleminin
Beşincisi bulundu gelir sağlama bağlamında.
Hep ardır
Hep namustur, hep ardır
Ülkeyi kurtaracak
Hak partisi HEPAR’dır
Diye diye
Seçim eğik düzlemine para kuvvetiyle değil
Yetenek, yürek ve yurtseverlikle girildi
Seçimi geçim, geçimi seçim yapanlar yoktu aralarında
Baraj vardı seçim yasasında ve halkın kafasında
Fırsat eşitliği getiremeyenler, eşitlik fırsatı da vermiyorlardı.
Bunları aşmak için güçse güç, oyunsa oyun, bilgiyse bilgi
Bir avuç idealist kaya sondajı yaptı önyargıların altına
Telekulakları çekildi birilerinin
Cemaziyülevvelleri ortaya döküldü
Ve sonuç:
Seçim’in seç’ini verseler de, im’ini yakalamışlardı
Oy toplarken anılar da toplamışlardı seçim meydanlarından
Bu im’i ve anılarını siyaset biliminin doğruları eşliğinde tartıştılar
Vizyon, misyon, pozisyona dönüşürse anlamlı 
Halk kitleri bugünden yarına değişemiyor
Uzun soluklu top çevirmeler olmalıydı “ya sabır” makamında.
Kuruluş aşamasında
Kervan yolda düzelmişti mecburen
Çünkü bir takvim sıkıştırması vardı.
Şimdi artık zamanla yarışmadan yarışmak zamanıydı
Kervanını yeniden oluşturdu, dizdi, düzeltti Osman Paşa
Gidiş yolu ve hedef güncellemesi yaptı
Şimdi yeni ivmeler kazanma günü
Okuyor, anlatıyor, yazıyor Osman Paşa
Yazdıklarının özütlenmiş özeti şöyle:
Kuru gürültüyü erekle demle
Tutkuyla atılan slogan olsun.
İmgeyle demle ki kuru lafları
Utkuya dem tutan enstrüman olsun.
Tarih gözüne kestirmiştir 
Coğrafyadan okunur falları
Tanrı özel görevle yollar kimi kulları
Osman Pamukoğlu bu enderlerdendir
Bunun altı ileriki yıllarda 
     Daha kalın çizgilerle çizilecektir.
“Kahramanlar yaşarken tarih konuşmaz” derler Bulgarlar
Tarih konuşmasın, onun duygusu ve coşkuları yok
Acelesi de…
Destan konuşur ama destanın dili durmaz
Ne ki, yaşarken bir kahramana pek destan yazılmamıştır
Bu destanın kahramanı yaşamaktadır
İşte bundan dolayı
Destanımıza son değil şimdilik ara 
Devamı yeni olağanüstülüklerle donanmış olarak
Biz yazamasak bile yazılacaktır.