Atatürk Suriye’de görev yaparken, Arapların Türklere ve Osmanlılara karşı olan tutumunu ve yabancılarla, özellikle de İngilizlerle olan ilişkilerini görmüş, yakın dostu Cemal Paşa’dan da birçok acı gerçeği öğrenme olanağını elde etmiştir. Vee sonunda şu noktaya gelmiştir, o coğrafyaları savunmakta ısrarcı olmak, Türk çocuklarını kırdırmaktan gayrı bir işe yaramayacaktır. Yapılması gereken, Türk’ün yaşadığı coğrafyalara doğru çekilmek ve oraları son vatan parçası olarak savunmaktır.

Bundan dolayı da Atatürk, Arabistan’ın, Mekke ve Medine’nin savunulmasını hiç doğru bulmamış, kendisine Enver Paşa tarafından oraların komutanlığı önerildiği zaman da bunu elinin tersi ile itmiştir. Ve savaşın sonunda yine Suriye’dedir, yapılması gerekeni yine isabetle görmüş, kuvvetlerini Türklerin yaşadığı bir savunma hattına çekerek imha edilmekten kurtarmıştır.

Haklı çıkmıştır Atatürk, Medine’yi savunan ve gidip Hz.Muhammed’in türbesinde gözyaşları döken Fahrettin Paşa, peygamber soyundan gelen Mekke Şerifi Hüseyin tarafından kuşatmaya alınmış, Fahrettin Paşa yenilginin kaçınılmaz olduğunu görünce kutsal emanetleri İstanbul’a naklettirmiştir. Yüzbinlerce Anadolu Türk’ünün kanının bedeli budur. Filistin, Suriye, Irak da artarda elimizden çıkmıştır.

Yani İslam Kardeşliği para etmemiştir. Birinci Dünya Savaşı başında halifenin ilan ettiği cihadı ve çıkardığı kutsal sancağı takan olmamış, olan Türk’e olmuştur.

Bütün bunları neden anlattım, böyle bir giriş neden yaptım? Elimde yazar dostum Halit Payza’nın son romanı var, adı: “Çöl Fedaisi Kuşçubaşı Eşref”, yayınevi: Tarihçi Kitabevi.

Sevgili Payza tarihsel nehir romanlarını sürdürmüş oluyor böylece. Bu tür romanlar; geçmişi, tarih kitaplarında olmayan ayrıntı ve olayları aktarır, sorgulamaya, düşünmeye iter okuru, yeni okumalara da vesile olur.

Kuşçubaşı Eşref, İttihat Terakki’nin istihbarat örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucusu. Yaman bir Çerkes; yiğit, yürekli, özverili… Yaşamı hep mücadelelerle geçmiş. Batı Trakya’da kurulan bağımsız Batı Trakya Cumhuriyeti’nin de mimarları arasında. Enver Paşa’ya sadık. Mehmet Akif’in iyi dostu. Ve en çok da Arap coğrafyalarında işler görmüş, akla sığmaz, kahramanca büyük işler. Bu romanda da bu işlerin en son ve büyüğünü anlatıyor Payza, öncesi ve sonrasıyla. Bu iş şu: Son bir umut, Kuşçubaşı Mekke Şerifi Hüseyin’in ordusuna görünmeden Yemen’e gider ve oradan topladığı kuvvetlerle saldırıya geçerse, belki Mekke ve özellikle de kuşatma altındaki Medine kurtarılabilir. Delice bir iş, bir kumar ve olmuyor, evdeki hesap çarşıya uymuyor, Kuşçubaşı ve 40 yiğidi, 25 bin kişilik kuvvetlerle çarpışmak zorunda kalıyor, birçoğu şehit, başta Kuşçubaşı ve birkaç yakın arkadaşı ise yaralı olarak tutsak.

Eşref, tutsak olarak Mısır’a, oradan da Malta’ya sürülüyor, oradan kaçıyor savaş sonuna doğru, geliyor, Çerkes Ethem’i Kurtuluş Savaşı’na katılmaya ikna ediyor, ama ne yazık ki Ethem’le birlikte Yunanlılara sığınıyor, savaş sonrası 150’likler listesine alınıyor ve daha sonra af…

Payza, kitabında, Birinci Dünya Savaşına girişimize uzun uzadıya yer vermiş. Bu iyi olmuş ama o günün Maliye Nazırı Cavid’i bence biraz fazla pohpohlamış.

Başka eleştirilerim de var. 282. Sayfada bir ifade: “İlgim ve alakam yoktur”. İşte bu ifade beni çileden çıkarır, çünkü 25 senedir yazıyorum, kaç kez yazdım unuttum, köşe yazılarımda yazdım, sosyal medyada yazdım. Yahu ilgi ve alaka, anlamdaş/eşanlamlı sözcükler bir arada kullanılmaz. Bunu dinbazlar kullandılar, sonra ilgiyi attılar, şimdi alaka aşağı alaka yukarı. Payza bunu yapmamalıydı. Bu romana ve ona hiç yakışmamış.

222-225. sayfalarda Yakup Şevki Paşa’dan söz ediliyor, sonra birdenbire bir Yakup Cemil Paşa’dan söz edilmeye başlanıyor. Kim bu Yakup Cemil Paşa? İttihatçıların fedaisi Yakup Cemil’i biliriz de, Yakup Cemil Paşa’yı duymamıştık.

77-79. sayfalarda bir İngiliz masalı var. Müthiş, bayıldım… Herkes okumalı o masalı, bugünümüze de ışık tutuyor… Bu masal için bile bu kitap okunur.

Evet kutluyorum Payza Dostumu, emeğine sağlık…