“Kişiliklerinde devrim yapamayanlar devrimci olamazlar…” Mahir Çayan
“Kişilikte devrim”… Bu nasıl olur? Önce kişilik ne, ona bakalım.

“Kişilik, latince personality karşılığıdır Aktörlerin kullandığı maske, persona’dan gelir. Kişilik, insanın bütün ilgilerinin, yeteneklerinin, konuşma biçiminin, tavırlarının, görünüşünün ve çevresine uyum biçiminin özelliklerini kapsar. Bu bakımdan bir insanı diğer insanlardan ayıran, onu farklı yapan, insanı kendisi kılan bütün özellikleri içerir. O halde kişilik (şahsiyet) bir insanın kendine özgü özelliklerinin ortaya koyduğu hâl, hareket, tavır olarak tanımlanabilir.

İnsanın kişiliğinin parçası olan bazı etkinlikleri, tutum, davranış, görünüş vb başkalarınca gözlenip değerlendirilebilir. Kişiliğin dışa yansıyan bu yanı, objektif (nesnel) yanını oluşturur.
Kişiliğin duyuş, düşünüş gibi içsel etkinlikleri de vardır. Bunlar kişinin kendini tanıdığı, değerlendirdiği, benlik bilincinin oluştuğu sübjektif (özel) yanını oluşturur. Kişiliğin objektif ve sübjektif görünüşleri birbirinden ayrı düşünülemez. Duyuş, düşünüş, ilgi, yetenek ve tutumlar davranış, görünüş, mimik, jest ve çevreye uyum biçimiyle dışa yansır. Yani kişilik sübjektif ve objektif görünüşlerinin bütünlüğüdür.”1

Mahir Çayan, kişilikte devrimle, kişilik kavramının öznel yanını kastediyordur bana göre, yani kişinin kendini tanıdığı, değerlendirdiği, benlik bilincinin oluştuğu yanını… İnsanın dış görünüşünü değiştirmesi önemlidir elbette ama bu değişim, içsel ögelerle uyumlu ve onlara bağlı olmalıdır.

Kişi kendini tanıyacak öncelikle, bunun için sorular soracak kendine, “Kimim ben, neyim?” sonra bu sorulardan aldığı yanıtlara göre bir değerlendirme yapacak ve sonra da “benlik bilinci” oluşturacak.

“Benlik bilinci”ne? Ona da bakalım:

Benlik-bilinci, bireyin dışsal etken ve olgularla, iç sorgulamaları sentezlemesi, eşdeyişle kendi kapısını dinleyip kendisini keşfettikten sonra başkalarıyla karşılaştırması ve toplumsal konum ve kimliğinin ayırdına varması demektir. Benlik-bilincimiz bize geçmişle gelecek ve bugün arasında bağlar kurdurur, hata ve yanlışlarımızla yüzleştirir, sonuçlar çıkarttırır. Bu bilinçle özümüzü nesnel olarak irdeleyebilir, dışarıdan bir gözle içimize özümüze bakabilir, bir muhasebe yapabiliriz:

İtiraf benden olsun
Siz tutun defterimi.
İnceleyin, irdeleyin
İnsanlık hallerimi.

Öfkeme, kibrime, dedikoduma
Ekleyin yıktığım tüm gönülleri.
Haklılık firesini düştükten sonra
Vurun kantara sol yana yazın.

Dostluğum, saflığım, içtenliğimi
Sevgimle yoğurup değerlendirin.
Silkeleyip iyilik dağarcığımı
Düşeni ekleyip sağ yana yazın.

Toplayın her yanı kendi içinde
Heyecan fışkırsın benim içimde.
Sakın ziyandasın demeyin bana
Vergisi acı da hüsran da olsa
Râzıyım.

Yeter ki
"Kâr'dasın
        Ar'dasın
                Var'dasın! "
Deyin.

Bu muhasebeden de hakkıyla çıkabilirsek; bencil, değil, sencil olabiliriz, kendimizi başkasının yerine koyup empati yapabiliriz, özverili olmaktan da çekinmeyiz.

İşte kişilikte devrim, bu saydıklarımızdır, yani sencil olmak, özverili olmak, empati yapabilmek ve bütün bunları yapabilmek için de öncelikle kendini keşfedebilmektir.

Ali Şeriatı bir İslamî ütopyanın devrimcisi idi. Bunda samimi idi. Devrim ve kişilik konusunda dedikleri Çayan’ın yazı konusu yaptığımız sözü ile örtüşmekte: “Devrimci insan, geleneksel ve kalıtsal beni'nin yerine, kendi eseri olan, yani kendisinin yetiştirip yarattığı ben'ini koyan insandır."

Pekiii, kişiliklerinde devrim yapabilenler, mutlaka devrimci olurlar mı?

Bu soruya “evet” yanıtını vermek haksızlık ve abartı olmaz. Tam burada Nilüfer Kuyaş’ın o sözü gelir us’a: “Aşkta ve devrimde insan tam anlamıyla kendisi olmayı göze alır ve tam da o nedenle farklı bir insan olmaya, daha iyi bir insan olmaya açar kendini.”

Devrim dedik durduk, ona da bir çarpıcı tanım verelim ki resim netleşsin:

“İlerlemenin haşinliklerine devrim denir. Devrimler sona erdiği zaman farkına varılır ki; insanlık hırpalanmış ama yol almıştır.”  Victor Hugo/Sefiller)